Bu modern çağda dindar yaşamak zor mu?
Osman Şeker
Bugün biz hangi imkanlara sahibiz, bizden öncekiler hangi imkanlara sahip idiler? Bunlar bize daha çok fayda mı sağlıyor, yoksa bizden bir şeyler mi götürüyor?
Bu sorular elbette hepimizin zihninde bazı şeyleri canlandırmıştır. Hemen gözümüzün önüne birçok şey geldi ve artık hepsi bizim için günlük sıradan şeyler. Ama bir düşünün ki, Kur’an-ı Kerim’in bunları 14 asır önceden haber vermesi ne kadar hayret vericidir.
Konuya girmeden önce dindarlık deyince aklımıza ne geliyor, buna da kısaca değinmek lazım. Bazı insanlar var ki haftada bir Cuma namazı kılınca kendini dindar sayıyor. Bizler ise Ahmediyiz, beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak gibi Allah’ın emirlerinin hepsine uymanın yanı sıra, komşu haklarına dikkat etmek, doğru sözlü olmak, kimseyi kandırmamak gibi kul haklarıyla ilgili konular da dindarlık tanımının kapsamındadır. Bizler zamanın imamına inandık biat ettik, bu yüzden onun uyarılarına da dikkat etmek zorundayız. Kendisi melfuzatta şöyle buyuruyor:
“Yalnız birkaç şeyi alıp yaparak lâzım olanı yaptık diye kendi kendinizi aldatmayasınız; çünkü Allah, varlığınız üzerinden tam bir devrimin geçmesini ister ve O, sizlerden bir ölümü istemektedir. O’ndan sonra O, sizi tekrar diriltecektir.”
İşte kafamızdaki dindarlık tanımı bu uyarıya uygun olsun.
Hz. Resulüllah (sav) zamanında yazılı kitaplar öyle kolay bulunan şeyler değildi. Tabii ki Peygamber Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’in her ayetini, vahiy indikçe yazdırdı. Fakat bunlar herkesin evinde kitap şeklinde bulunmuyordu. Daha sonra hz. Ebubekir zamanında kitap haline getirildi ama yine yeterli sayıda kopya yoktu. Hz. Osman, Kur’an’ın bazı kopyalarını hazırlattırıp çeşitli ülkelere gönderdi. Zaman ilerledikçe, Kur’an sevgisiyle kopyalar çoğalmaya başladı. Nihayet hz. Mesih-i Mevud’un zamanı geldiğinde artık kitaplar matbaalarda basılarak çok sayıda dağıtılmaya başladı.
Bu, bahse konu imkanlardan sadece birisidir. Biz bugünü konuşuyoruz ya, şimdi neredeyse her evde bir kitaplık bölümü var, çok büyük halk kütüphaneleri var. Bu arada şunu da söyleyeyim, Türkiye milli kütüphanede de Hz.Mesih-i Mevud’un ve 2. Halifenin bazı kitapları var. Ve bu kütüphane sıradan bir kütüphane değil, devletin resmi milli kütüphanesidir.
Peki şimdi nelere sahip olduğumuz konusuna dönelim. Eğer bir bilgiye ihtiyaç duyuyorsak, o konuda kitap bulabiliriz, hatta onu satın alıp evimize koyabiliriz. İnternette arayıp birçok kitaptaki bilgiye erişebiliriz, sadece bir konuya basit bir cevap arıyorsak yine internetten cevabını bulabiliriz. Bunun için artık bir yere gitmek de gerekmiyor, mesela internet kafeye, ya da bilgisayarın olduğu bir odaya filan. Hayır. Çoğumuzun sahip olduğu cep telefonundan aradığımız bilgiyi hemen bulabiliyoruz. Artık son günlerde hayatımıza bir de yapay zeka desteği girdi. Bir kitabın özetini mi istiyorsunuz, ya da sadece ana fikrini mi öğrenmek istiyorsunuz, yapay zeka bunu çok kısa sürede sizin için yapıyor. Çeşitli seçenekler arasında en isabetli olanı mı seçmek istiyorsunuz, çok kolay.
Belki birinin aklından geçebilir, kitapların bu kadar yaygın olmasının bir zararı da var, bilgi kirliliğine sebep oluyor. Ne kadar şanslıyız ki bizler Ahmediyiz, Vadedilen Mesih hazretlerini tanıyıp kabul ettik. O bize İslami hükümlerin felsefesinden tutun da en zor anlaşılan konulara kadar her şeyi açıkladı. Yalnız bununla da kalmadı, ilerde de bir bilginin, bir mealin doğru olup olmadığını anlayabileceğimiz yöntemleri öğretti.
Biz zaman zaman çeşitli kitap fuarlarına katılıyoruz, sık sık karşıma şu soru çıkıyor: Bu kitap benim kafamı karıştırmaz değil mi, inancıma zarar vermez değil mi? Bu duygular içindeki insanların halini bir düşünün. Okuduğu bir şeyin İslam’a uygun mu, aykırı mı olduğunu anlayacak bir ölçü yok onda, hiçbir hoca, hiçbir profesör böyle bir ölçüden bahsetmiyor onlara. Zavallı insanlar adeta karanlık içinde dolaşıyorlar. Şimdi siz kendi durumunuzu, ne kadar büyük nimetlere nail olduğunuzu düşünün. Vadedilen Mesih (as) önümüze hazineler serdi ve onun halifeleri de hiç anlamayan kalmasın diye daha da onları açıyorlar.
İbadetlerinizi aksatmak istemiyor musunuz? Telefonlarınıza yükleyeceğiniz bir namaz programı, namazın vaktinden 5 dakika önce sizi uyarır, sabah kalkmak zor mu, alarmı kurarsınız, sizi uyandırır. Eğer birilerinde telefon yoksa en basitinden bir alarm cihazı da bunu yapar.
Bizler Ahmediyiz, Halife hazretlerine derdimizi anlatmak istiyoruz, duasını istiyoruz, bir sıkıntımız var diyelim. Telefonumuzdan email yazarak dakikalar içinde Huzur’un ofisine ulaştırabiliriz. Bir düşünün bundan 40-50 yıl önce bir mektup gönderip cevabını almak yaklaşık iki ay sürüyordu.
Huzur’un bir hutbesini, mesajını dinlemek istiyoruz, ya da okumak istiyoruz, yine telefondan, bilgisayardan veya tv’den dinleyebiliyoruz. Geçen haftaki kaçırdığımız konuşmadan bahsetmiyorum sadece, 15 sene önceki bir konuşmanın metni, videosu veya sesine ulaşabiliyoruz.
Kuran mı okumak istiyoruz, ya da cemaatin yayınladığı kitapları mı, ister fiziksel olarak cebimizde taşır, istediğimiz yerde okuruz, ister telefonumuzdan ya da tabletimizden her fırsatta okuyabiliriz. Bir yeri anlamadık, sormak mı istiyoruz? Her hafta canlı yayınlanan “İslamiyetin sesi” adlı Türkçe program var, sosyal medya hattı var, veya mürebbilerimiz ile irtibatınız varsa cep telefonunuzdan mesaj yazabilirsiniz.
İslamiyetin yayılışı için yapılan çalışmalar var, mürebbilerin hazırlanması, kitap, dergi, broşürlerin tercüme edilmesi, basılıp dağıtılması, dünyanın ihtiyaç duyulan her yerinde camiler, okullar, hastaneler, su kuyuları, radyoların kurulması. Bunlara katılıp, Allah’ın dini için bir şeyler mi yapmak istiyoruz. Çanda sistemimiz var, ister 5 lira ister 5 milyon lira ile. Hangi çalışmaya dahil olmak istiyorsanız ona, yine birkaç tıklama ile veya en fazla bir banka şubesine giderek katılabiliriz. Bu arada, çanda sisteminin Halife hazretlerinin gözetiminde ne kadar güvenilir, temiz ve şeffaf olduğunu anlatmak isterdim ama benim anlattığım konu başka. Ben bunların kolaylığını anlatmaya çalışıyorum.
Veya dediniz ki, ben sadece para verip kenardan seyreden birisi olmakla yetinemem. Fiilen de hizmet etmek istiyorum. Vakar-ı Amel dediğimiz yöntem var, cemaatin işlerini başkasına yaptırmak değil de kendimiz yapmak. Bunun için bağlı olduğunuz yerel cemaate bilgi verirsiniz, dersiniz ki benim elimden şu işler geliyor, şu zamanlarda müsait oluyorum, bana haber verin. Veya vakf-e arızi dediğimiz geçici olarak din hizmeti için vakfetmek var. Bunun için ya cemaat belli bir proje kapsamında duyuru yapar ya da yine herkes kendisi, yeteneği ve müsaitlik durumunu önceden bildirir, çağrılınca gider.
Örnek olarak söylediğim bu birkaç çalışma da dahil olmak üzere bütün çalışmalar, bir sistem dahilinde çok düzgün bir şekilde işliyor.
Diyelim ki, namaza, çandaya, Kuran okumaya, salavat-ı şerif okumaya vesair manevi gıdaya dikkat ediyorsunuz ama fiilen bir çalışmaya katılma şansınız olmuyor. O zaman yılda bir defa yapılan bu calsa salana var. Burada iki ya da üç gün süren bir manevi ortam var ve buraya fiilen katılmak gerekiyor. Tüm dünyevi meşgalelerinizi bu iki gün boyunca bir kenara bırakabilirsiniz. Hazırlanan ilmi ve manevi konuşmalar dışında cemaatle kılınan namazlar, zikr-i ilahi, salavat-ı şerif, aynı manevi atmosferi solumak.
Başka bir senaryo, diyelim ki herhangi bir sebeple çocukların dini eğitimiyle gerektiği gibi ilgilenemiyorsunuz. Cemaatteki yan kuruluşlar, lacna imaillah, hüdamül ahmediye, ensarullah ve cemaat nizamı, eğer talepte bulunursanız size bu konuda da yardımcı olacaktır.
Başka neye ihtiyacımız olabilir, belki kendimiz Kur’an-ı Kerim’i düzgün bir şekilde okuyamıyoruz, belki anlamak isteyip anlayamıyoruz. Bu konuda da cemaatin ilgili şubesi ihtiyacı gideriyor.
Şimdi söyleyeceğim şey, bazılarımız için biraz zor ama yine de geçmiş zamanlarla kıyasladığımızda çok ama çok kolay. Eğer Halife hazretleriyle bizzat görüşmek istiyorsanız, yolculuk imkanları da aşırı kolaylaştı. Eğer fiziksel olarak ulaşma imkanı gerçekten mümkün değilse, televizyon ve internet vasıtasıyla hergün Halife hazretlerini evimizin konuğu yapabiliriz ve her hafta kendisine mektup yazarak sürekli irtibatta kalabiliriz. Demin dediğim gibi bunlar cebimizde veya bir tık uzağımızda.
Şimdi siz söyleyin, bu modern çağda dindar bir yaşam zor mu? Şimdi ben size bir tablo daha göstermek istiyorum.
Evlerimizde, televizyon var, internet var. Televizyonu ya da interneti açıyoruz, bir tartışma programı, bir dizi veya film, bir haber kanalında uzmanların değerlendirmeleri var. İlgimizi çeken bir şey illaki var, ona dalıyoruz, malum dünyanın durumundan dolayı çok da ilgimizi çekiyor. Namaz vakti geliyor ama ne yapalım tam da en can alıcı noktasındayız, namazı geciktiriyoruz veya cem ediyoruz.
İşten geldik, akşamın en verimli saatleri, bir dizi ya da film var. Her bölümde silahlar patlıyor, insanlar öldürülüyor, intikam, ihtiras, kıskançlık, kibir, kısacası insan nefsiyle alakalı en ekstrem duygular önümüze seriliyor. Eee dalıp gidiyoruz, vakit gece yarısını geçiyor, ondan sonra bırak teheccüde kalkmayı, sabah namazına uyanmak zor oluyor.
Cep telefonumuzda çeşitli uygulamalar var, onlara bir göz atmaya başlıyoruz, tık tık tık sayfaları kaydırmaya bir başlıyoruz, bir bakıyoruz yine vakit geçmiş, biz yine bir şey yapamamışız gün bitmiş. Yan kuruluşların belli programları oluyor, günlük yapılması gerekenler, bu ay okunacak kitap vesaire gibi. Bir bakıyoruz günler geçmiş gitmiş ama biz hiçbirini yapamamışız.
Çocuklar bizi, elimizde telefon, tablet, dalmış gitmiş görünce doğal olarak o da istiyor, ağlıyor, bağırıyor, durmuyor. E ne yapalım kendi telefonumuzu da veremeyiz, bir tane de ona alıp veriyoruz, artık o da kendi başına sessiz sakin oturuyor, ikimiz de dalıp gidiyoruz, zaman akıp gidiyor. Çocuk internette nelerle karşılaşıyor, neler öğreniyor, aniden karşısına çıkan kötü amaçlı bir resim, video ya da yetişkinlere yönelik reklam onun ruhunda ne etki bırakıyor, bilmiyoruz.
Sokaklar desen, kıyafetler, davranışlar rezalet. Ama ne yapalım biz de kıyafetlerimizi onlara benzetiyoruz, yoksa bizi geri kafalı diye yaftalarlar Allah korusun. Değil mi ya?
Tabi bir de telefonun yeni çıkanı lazım, elbisenin moda olanı lazım, televizyonun son sistem olması lazım. Ne yapalım, para kalmıyor ki, yoksa ben de isterim çanda veriyim, eksiksiz veriyim, tahrik-e cedit, vakfe cedit gibi hareketlere katılıyım, hatta hatta vakar-ı amele katılıyım. Ama maalesef bu devirde dindar yaşamak çok zor!
Size sunduğum bu iki tablo arasında yerle gök kadar fark var. Fakat ne ilginçtir ki ikisinde de aynı imkanlar var, aynı bizler varız, aynı zamanda geçiyor. Anladığınız gibi, bu farkı meydana getiren bizim kendi tercihlerimiz. Bu tercih farkı bizi maneviyatta ilerletip cennete götürebilir veya maneviyattan uzaklaştırıp cehenneme sürükleyebilir.
Kur’an-ı Kerim Vadedilen Mesih’in dönemiyle ilgili birçok şey haber verdi. Aramızdan herkes bununla ilgili az çok bir şeyler bilir. Mesela o dönemde kitapların yayılışı çok artacak, ulaşım çok hızlanacak, iletişim çok ilerleyecek vesaire.
Ben ise bu konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’in şu ayetlerine dikkatinizi çekmek istiyorum.
وَاِذَا الۡجَحِیۡمُ سُعِّرَتۡ ﴿۪ۙ۱۳﴾
Tekvir 13: Cehennem alevlendirileceği zaman. Yani ahir zamanda günahlar çok artacak ve günahların artması sebebiyle cehennem insanlara daha yakın hale gelecek.
وَاِذَا الۡجَنَّۃُ اُزۡلِفَتۡ ﴿۪ۙ۱۴﴾
14. Cennet yaklaştırılacağı zaman, Yani İslam öğretisinin hikmetleri öyle açık bir şekilde anlatılacak ki insanların onları kabul etmesi ve onlara göre amel etmesi kolay hale gelecek.
Benim size gösterdiğim iki farklı tablo, aslında bu iki ayetin tefsiri niteliğindedir. Fakat, Kur’an-ı Kerim’in çağlar öncesinden verdiği bu haberleri sadece bilgi, sadece mucize görmekle yetinirsek hata yaparız. Bu bir uyarıdır. Bu çağın imamı, Hz. Mesih-i Mev’ud (as) gelip çağrı yapınca o da benzer şekilde uyardı. Biat edip arkasından yürümek isteyenlerin Allah indinde bazı sözler vermesini istedi. Bizler de o sözleri verdik. İşte o sözlerden biri şudur:
“Din ile dinin şerefini ve İslam sempatisini kendi canından, malından, şerefinden, evladından ve diğer sevdiklerinden üstün tutacaktır.”
Huzur-i Enver, biat şartlarını detaylıca izah ettiği kitabında bu biat şartı hakkında şunları söyledi:
“Dini dünyadan üstün tutma ahdini,” cemaat ile ilişkisi olan, toplantı ve içtimalara katılan her üye sık sık tekrarlar. Her içtima ve yıllık toplantılarda asılan pankartlarda “Dini dünyadan üstün tutacağım,” sözleri genellikle yazılır. Buna neden o kadar önem verilmiştir? Çünkü bu olmadan iman olmaz. Bunu fiilen tatbik etmek kolay değildir. Dolayısıyla bunu elde etmek için her an Allah’ın yardımını dilemek gerekir. Ancak Allah’ın lütfuyla bu yüksek değer ayakta kalabilir. Allah’ın lütfuyla Vâdedilen Mesih Hazretlerine biat eden bizlere Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Onlara, ibâdeti yalnız Allah’a has kılarak, daima O’na eğilerek Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları, zekât vermeleri buyuruldu.[1] İşte ayakta durabilen ve başkalarını da ayakta tutabilen talimatın dini budur.” Nitekim biz namazı, cemaat ile ve tam zamanında kılmakla, O’nun yolunda mal harcamakla, fakir fukaranın hal hatırını sormakla gerçek din üzerinde olabiliriz. Bu talimatı hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getirebiliriz. Hayatımızda fiilen uygulayabiliriz. Allah’a kulluk edip O’nun verdiği talimatı uygulayacağımız zaman Yüce Allah da bize güç verecektir. İmanlarımızı öylesine sağlamlaştıracak ki, biz kendi varlığımızı, isteklerimizi, evladımızı dinin karşısında bir hiç sayacağız. İşte o zaman her şey süzülüp katışıksız yalnız Allah için olacaktır. Bizim hiçbir şeyimiz kalmayacak. Yüce Allah da böyle kimseleri heba etmez. Onların şerefini de, evladını da korur. Onlara bolluk ve bereket ihsan eder. Onları ebediyen kendi lütfu ve rahmetinin çarşafıyla sarar kaplar. Her türlü korku ve kaygıyı onlardan uzaklaştırır. Nitekim Cenab-ı Hak, “Tabii ki, kendini Allah’a teslim ederek ihsan eden kimse için Rabbinin katında mükâfat vardır. Böyle kimselere ne bir korku var, ne bir kaygı vardır,” dedi.[2]
Allah-u Teala hepimizi biat sözüne sadık kalanlardan eylesin, Hz. Mesih-i Mevud’un (as) beklentilerine uygun birer Müslüman olmaya hepimizi muvaffak kılsın. Amin
[1] Beyyine suresi, 6
[2] Bakara suresi, 113


