Dinin canlanışı ile ilgili Ahmediye felsefesi

Hz. Mirza Tahir Ahmed, Müslüman Ahmediye Cemaatinin 4. Halifesi

Bu felsefe, bütün dinlerin ortak mirasından başka bir şey değildir. Tarihin desteklediği tek felsefe işte budur. Gerçi hikâye kitapları ve destanlar birçok insanın göğe çık­tığını belirtirler, fakat Âdem’denas başlayarak bugüne dek, bir tek insanın bedenen gökten indiği vaki değildir.

Böylece bazı kimselerin göğe yükseldikleri değişik şekillerde iddia edilmiştir. Bu iddialar arasındaki ayrılığı bir tarafa bıraksak bile, gördüğümüz gerçek şudur ki uzun bir kayboluştan sonra kimsenin gökten tekrar yeryüzüne geri dön­düğü belirtilmemiştir. Muslihler daima normal insanlar arasından çıkmış ve yine insanoğlu tarafından daima red­dedilmiş ve hor görülmüşlerdir. Onları karşılamak için şeref kıtası kurulmaz; onlara çiçekler takdim edilmez, sevinç ve mutlulukla mumlar yakılıp neşeyle aydınlatılmaz. Hatta aksine, bu suçu işlemelerinden dolayı Allah adına gelenlere, eziyet edilir. Yolları dikenlerle kaplanır. Başlarına tozlar yağdırılır ve taşlanırlar. Dikenlerden yapılmış taçlar başlarına konur. Onlara akla gelen her türlü eziyet verilir. Bazen onları tepeden tırnağa kan revan içinde Taif’ten dönerken görürsünüz. Başka bir zaman, Uhud meydânında yaralarından dolayı baygın bir durumda, ken­dileri için canlarını verenlerin naaşları arasında gömülü bulursunuz.

Onların ümmetlerini de aynı kaderle baş başa görürsünüz. Akla gelen her çeşit eziyet ve zulüm onlara uygulanır. Ayaklarından tutularak yollarda sürüklenirler. Kızgın güneşte, kavrulan kumlarda yatırılırlar. Yanan korlar üzerine atılarak korlar sönünceye kadar orada tutulurlar.

Onlar evlerinden dışarı atılırlar. Sürgün edilirler. Açlıkla tehdit edilirler. Kılıçtan geçirilirler. Kocalar karılarından ve karılar da kocalarından uzaklaştırılırlar. Anne ve babalar çocuklarından mahrum bırakılırlar. Her türlü yaşama hakkı ellerinden alınır ve onlara hiçbir hayat hakkı tanınmaz. Ne ibadet etmelerine ne de cami veyahut başka bir ibadet yeri yaptırmalarına müsaade edilmez. Onlar dinlerini ilân etme hakkından da yoksun bırakılırlar. Hatta inançlarını açıklamalarına bile izin verilmez.

İnsana yeni ruhanî bir hayat böyle bahşedilir. Dinin ihyâsına giden yol işte budur. Hz. Muhammedsav ve ondan önce geçmiş olan her peygamberin hayatında işlediğini gördüğümüz hayret verici hâdise işte budur. Peygamberler daima milletlerini işte böyle tehlikeli bir yoldan yürüyerek ihya ederler. Hz. Adem’den baş­layarak Hz. Muhammed’esav kadar dinlerin ihyasının felsefesi de budur. Durum böyle olunca, biz Yüce Allah’ın değişmez ve öteden beri mevcut olan kaidesini değiştirmeye karar verdiğini nasıl kabul edebiliriz? Biz, Müslümanların bir damlacık kanını akıtmadan ve parmağını bile kıpırdatmadan, bütün dünyaya hâkim olacaklarını nasıl kabul edebiliriz? Fedakârlık yolunu yürümeden başarılı olacaklarına nasıl inanabiliriz? Bu daha önce hiçbir zaman vâki olmamıştır, ileride de olmayacaktır. Müslüman Ahmediye Cemaati’nin kurucusu Hz. Ahmedas bu ebedî ve kalıcı gerçeği, milletini şöyle uyararak doğ­rulamaktadır:

يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون

“Hiçbir peygamber yoktur ki kendisiyle alay edil­miş olmasın. Bu sebepten dolayı Vadedilen Mesih de alay edilen kişi olmalıydı. Allah-ü Teâla’nın buyurduğu gibi:

Kullarıma yazıklar olsun, onlara ne zaman bir peygamber geldiyse onunla alay etmişlerdir.[1] Bunun neticesi olarak, her peygamber ile alay edil­mesi Allah tarafından bir alâmettir. Lâkin bütün bekleyen halkın gözleri önünde maddî vücuduyla bedenen gökten inen ve yanında melekler bulunan birisi ile kim alay edebilir? Bundan dolayı, bu delilden de anlaşılacağı üzere Vadedilmiş Mesih’in maddî vücuduyla bedenen gökten inmesi yanlış bir inançtır. Hatırınızda olsun ki, gökten hiç kimse inmeyecektir. Bugün yaşamakta olan bütün muhaliflerimiz öleceklerdir fakat hiçbiri Meryemoğlu İsa’yı gökten inerken görmeyecektir. Sonra arkalarında kalan evlâtları bile öleceklerdir, ama onlardan hiçbiri de Meryemoğlu İsa’yı gök­ten inerken görmeyecektir. Sonra evlâtlarının evlât­ları öleceklerdir, lâkin onlar da Meryemoğlunu gök­ten inerken göremeyeceklerdir. Bunun üzerine Allah onların kalplerini korku ile dolduracak ki Haç’ın üstünlük devresi bile geçip gitti ve dünya başka bir renge girdi, fakat Meryemoğlu İsa hâla gökten inmedi. Bunun üzerine akl-ı selim olanlar bu inançtan bıkıp usanacaklar ve bugünden sonra üç asır geçmeden, İsa’yı bekleyen ister Müslüman olsun ister Hıristiyan, ümitsizliğe ve kötü düşünceye kapılarak bu yanlış inancı bırakacaklardır ve dünyada yalnız bir tek din ve bir tek lider olacaktır. Ben bir tohum ekmeye geldim. O tohum benim elimle ekildi. Artık o büyüyüp gelişecek ve meyve verecektir. Yeryüzünde ona mâni, olabilecek hiçbir kuvvet mevcut değildir.”[2]

Her aklı başında olan, bu mukayeseden, Ahmediye düşüncesinin tarih ile dine dayandığını, buna mukabil muhaliflerinin felsefesinin mitolojiye ait olduğunu ve dinî ihyanın tarihçesine aykırı olduğunu anlayabilir. Tarihten öğrendiğimize göre Allah tarafından gönderilmiş olanların her biri muhalefetin fırtınası ile yüzyüze gelmiştir. Bütün peygamberler doğruluk ve ebedî hayatın talimatı ile gel­diler, lâkin yalanı doğruluğa ve ruhanî ölümü ruhanî hayata yeğ tutanlar tarafından karşı konuldular. Dinin yeniden dirilip ortaya çıkmasının gerçek şekli de işte budur. Dinlere kötülük ve fesat karıştığı takdirde, bunların yeniden doğuşu da aynı şekilde gelişmiştir. Allah tarafından gönderilen muslihler bile, peygamberlerin çektiğinin aynısını çektiler. Allah-ü Teâla bir milleti ruhanî bakımdan ihya etmek için seçtiği zaman o millet, doğruluğu görenler ve ona karşı koyanlar olmak üzere iki gruba ayrıldılar. Bu iki gruptan hiçbiri takındığı tavrı asla değiştirmedi. Kur’an-ı Kerim sık sık tekrarlanan bu devri çok etkileyici ve hissî bir şekilde açıklamaktadır. Kuran-ı Kerim’in incelenmesinden anlaşılacağı gibi:

a)  Dinler Allah’ın seçtiği ve görevlendirdiği muslihler vasıtasıyla doğarlar ve yenilenirler. Bilginler hiçbir zaman konferans ve istişareleriyle bir dini tecdid etmemişlerdir.

b)  Allah’ın görevlendirdiği muslihler halk tarafından istisnasız olarak reddedilmiş ve küstahça ve küçümseme ile davranılmışlardır.

c)  Bu muslihlere daima şiddet ile karşı konulmuştur ve atalarının dinini bozmakla suçlanmışlardır. Onlara itizâl (cemaatten ayrılma) damgası vurulur ve irtidât etmiş (din­den dönmüş) olmakla ve dinî inançlarından caymakla suç­lanırlar.

d)  Muhaliflerin inançlarına göre dinden dönmenin cezası daima ölüm yahut sürgün olarak tayin edilir. Muslihlere, ya cemaate geri dönmeleri ya da sürgüne gönderilmeleri hususunda seçim yapmaları önerilir. Bu iki yoldan birisini seçmedikleri takdirde ölümle tehdit edilirler.

e) Bu Muslihler şiddeti asla tasvip etmezler. Onlara inananlar büyük bir bağlılık ve sabır gösterirler ki sürgün edilmeyi yahut ölmeyi, inandıktan sonra geri dönmeye tercih ederler.

f)  Muslihler halkı iktidar ve mevki vaatleriyle kandırıp kendilerine doğru çekmezler, onlar dünyevî ihtirasları çıkarıp atarlar. Dinî muslihler insanları mal mülk cazibesi ile kandırmazlar, onlar inananlara fedakârlık ruhunu aşılarlar. Zengin müminler, bütün mallarını Allah yolunda vermeyi büyük bir şans sayarlar, kuvvetlileri ise omuzlarını silkip iktidar ve kuvvet hırsını atarlar ve gücün cazibesine aldırış bile etmezler. Bundan sonradır ki kader onların dünya iktidârı ve hâkimiyetini elde etmeye lâyık olduklarına karar verir.

Kuranda ve Kutsal kitaplarda belirtilen, milletlerin dinî ihyalarının yolu işte budur. Hz. Adem’denas Hz. Muhammed’esav kadar bütün peygamberler bu safhalardan geçmişlerdir. Onlar milletlerine cefa ve fedakârlık yolunu göstererek ve bu yolda yürüyerek yeni bir hayat verdiler. Onlar insanlara sevgi öğrettiler, onlara çok çalışmak, durmadan çaba sarfetmek ve aralıksız hareket etme sevgisini aşıladılar. Ölü milletleri canlandıran inkılâpçı ruh işte budur. Bu sık sık tekrarlanan ve değişmez olan ilâhî kanun, insan tabiatı, vicdanı ve idrakiyle uyum içindedir. Müslüman Ahmediye Cemaati’nin dinlerin ihyası ile ilgili düşüncesi, insanî anlayıştan çıkmış, uydurma bir felsefe değildir. O en doğru ve açık bir şekilde Kuran-ı Kerim’de muhafaza edilmiş olan, devamlı ve değişmez tarih metodundan çıkmıştır ve her doğru dinin temeli olan ebedî ve gerçek prensiplere dayanmaktadır. Meselâ, Kuran’da Allah şöyle buyurmuştur:

لَا اِكْرَاهَ فِى الدّٖينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ ۞

Dinde zorlama (caiz) değildir. Çünkü hak ile batıl arasındaki fark iyice ortaya çıkmıştır. (Biliniz ki, kendi isteğiyle) iyilikten alıkoyanı reddedip, Allah’a inanan kimse sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Allah, en iyi işiten ve en iyi bilendir.[3]    

يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون

Kullarıma yazıklar olsun! Onlara ne zaman bir peygamber geldi ise, onlar dâima onunla alay etmişlerdir.[4]    

إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ

Allah bir kavmin durumunu, onlar kalplerindekini değiştirmedikçe değiştirmez.[5]    

Hz. Şuaybas milleti tarafından şöyle tehdit edilmiştir:

لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَكَ مِن قَرْيَتِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا

Ey Şuayb, biz seni ve seninle birlikte olan müminleri şehrimizden çıkarıp dışarı atarız yahut da dinimize geri dönmelisiniz.[6]    

Bunun üzerine Hz. Şuaybas sâdece:

أَوَلَوْ كُنَّا كَارِهِينَ

Biz istemezsek de yine mi? diye sordu.

Nuh’unas milleti de vazgeçmediği takdirde onu taşlamak   ile tehdit ettiler. Şöyle dediler:

قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ

Ey Nuh, eğer vazgeçmezsen taşlananlardan birisi de sen olursun.[7]

Böyle bir durum ile karşılaşmak sadece birkaç peygambere mahsus değildir. Kuran, insanların peygamberlere karşı olan tavırlarını şu kelimelerle belirtmiştir:

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّـكُم مِّنْ أَرْضِنَآ أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا

Kâfir olanlar, peygamberlerine bizim dinimize dönmediğiniz takdirde biz sizleri toprağımızdan süreceğiz dediler.[8]

İbrahimas atalarının dininden döndüğü ileri sürülerek cezalandırıldı, ileri gelenler öfke ve kızgınlıklarını ifade etmek için şöyle dediler:

قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ

Gerçekten bir şey yapmak istiyorsanız onu yakınız ve tanrılarınıza yardım ediniz.[9]

Hz. İsâas Kitab-ı Mukaddes’in tefsirinde, Yahudi âlimler ile ihtilâfa düştüğü için çarmıha gerildi. Hâlbuki o, açıkça şöyle diyordu:

“Sanmayın ki, ben şeriatı yahut peygamberleri yıkmaya geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncaya kadar, şeriattan en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır.”[10]

Size şunu da hatırlatayım, İsâ Mesih ile Yahudi âlimler arasında temel ihtilâf şunun tefsirinde idi: “İlyas kasırgada göklere çıktı.”[11] Âlimler bu kelimelerin harfî ve açık anlamı üzerinde ısrar ediyorlardı. Onlar, İsâas gelmeden önce İlyâs’ınas bedenen gökten ineceğine inanıyorlardı. Buna mukabil Hz. İsâas bunun bir teşbih olduğuna, bu kelimenin de sembolik olup literal olmadığına ısrar ediyordu. O, Zekeriya’nınas oğlu Yahya’nınas gökten inecek olan İlyâsas olduğunu açıkladı. İsâas Yahya’nınas yer yüzünde doğduğunu ve kesinlikle gökten inmediğini biliyordu. “Peki, o zaman kitaplar daha önce İlyas’ınas mutlaka gelece­ğini neden bildiriyorlar?” Yahudilerin bu sorusuna o, şöyle cevap verdi:

“Gerçi İlyâ gelir ve her şeyi yerine kor. Fakat ben size derim: İlyâ zaten gelmiştir ve onu tanımadılar, fakat ona her istediklerini yaptılar. Aynı suretle insanoğlu da onlar­dan elem çekecektir. İsa’nın kendilerine Vaftizci Yahya için söylediğini şakirtler o zaman anladılar.”[12]

Son olarak, fakat bütün başka örneklerden daha üstün olan Hz. Muhammed’insav çektiği eziyettir. Kendi ifadesine göre: “Hiçbir peygamber benim çektiğim kadar çekmemiştir.”

O yüzden, dinlerin tarihi bize şunu öğretiyor:

Peygamberler daima normal insanlardan olmuşlardır. Onlar, bazı mitoloji kahramanları gibi gökten inmezler. Daima eziyet ve cefa çekerler. Onların ashabı başka birisinin cefasıyla değil, kendileri cefa çekerek ve mücadele ederek alın terleri, canları ve kanlarıyla başarıya ulaşırlar.


[1] Yasin suresi, ayet 31

[2] Tezkeretuşşehâdeteyn, S.65-66

[3] Bakara suresi, ayet 257

[4] Yasin suresi, ayet 31

[5] Rad suresi, ayet 12

[6] Araf suresi, ayet 89

[7] Şuara suresi, ayet 117

[8] İbrahim suresi, ayet 14

[9] Enbiya suresi, ayet 69

[10] Matta, 5:17-18

[11] II. Krallar, 2:11

[12] Matta, 17:11-13

Start typing and press Enter to search