Esmaü’l Hüsna – El-Aliyyü
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
اَللّٰہُ لَاۤ اِلٰہَ اِلَّا ھُوَ ۚ اَلۡحَیُّ الۡقَیُّوۡمُ ۬ۚ لَا تَاۡخُذُہٗ سِنَۃٌ وَّلَا نَوۡمٌ ؕ لَہٗ مَا فِی السَّمٰوٰتِ وَمَا فِی الۡاَرۡضِ ؕ مَنۡ ذَا الَّذِیۡ یَشۡفَعُ عِنۡدَہٗۤ اِلَّا بِاِذۡنِہٖ ؕ یَعۡلَمُ مَا بَیۡنَ اَیۡدِیۡہِمۡ وَمَا خَلۡفَہُمۡ ۚ وَلَا یُحِیۡطُوۡنَ بِشَیۡءٍ مِّنۡ عِلۡمِہٖۤ اِلَّا بِمَا شَآءَ ۚ وَسِعَ کُرۡسِیُّہُ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضَ ۚ وَلَا یَـُٔوۡدُہٗ حِفۡظُہُمَا ۚ وَہُوَ الۡعَلِیُّ الۡعَظِیۡمُ ﴿۲۵۶﴾[1]
Tefsir-i Sağir çevirisiyle:
Allah, kendisinden başkası kulluğa lâyık olmayan en mükemmel dirilik sahibi olan, daima kendi kendine kaim olup (bütün yaratıkları) ayakta tutandır. O, ne uyuklar, ne de uykuya (ihtiyacı vardır). Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan huzurunda şefaatte bulunmak kimin haddi? (Yaratıklarının) önünde ve ardında ne varsa hepsini bilir. (Kulları) O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey elde edemezler. O’nun ilmi gökleri de, yeri de kaplamıştır, onları gözetmek O’nu asla yormaz. O, Ulu ve Yücedir.
Not:
“El-Aliyy” (اَلْعَلِیُّ), “yüksek şan sahibi”, “ululuk sahibi” anlamına gelir. Arapça’da “عَلِیٌّ” kelimesi, “عَلَا یَعْلُوْ” ve “عَلِیَ یَعْلٰی” fiil köklerinden türetilmiştir. “عَلَا یَعْلُوْ” iyi veya kötü anlamda olabilirken, “عَلِیَ یَعْلٰی” sadece olumlu anlamda kullanılır. Allah’ın ismi olarak kullanılan “El-Aliyy”, daima güzel ve yüce anlamlar taşır.
Akrabü’l-Mevârid adlı Arapça sözlüğe göre، عَلِيٌّ (Aliyyun) kelimesi “soylu” ve “yüce” anlamlarına gelir. ‘Aliyyun’ kelimesinin kökleri: عَلاَ یَعْلُوْ (‘Alâ, ya‘lû) ve عَلِیَ یَعْلٰی (‘Aliyya, ya‘lâ) olarak kaydedilmiştir. Birinci kökten türeyen ismi fail şekli: عَالِیٌّ (‘âliyyun) şeklindedir. Bu kökten türeyen kelimeler hem olumlu hem de olumsuz anlamlar taşıyabilir. Örneğin, Firavun hakkında Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurur:
اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلاَ فِی الْاَرْضِ
Şüphesiz Firavun, yeryüzünde kibirle davrandı…[2]
Buna karşılık عَلِیَ یَعْلٰی (‘Aliyya, ya‘lâ) kökü ise yalnızca olumlu anlamlarda kullanılır. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın اَلْعَلِيُّ (El-Aliyy) ismi bu kökten türemiştir.
Hazret Abdullah bin Ebi Evfa (ra) şöyle rivayet eder: Bir gün birisi Peygamber Efendimiz’e (sav) gelip şöyle dedi: “Ben Kur’ân’ın çoğunu kavrayamıyorum; bana yetecek kadarını öğret.” Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Şunu oku:” سُبْحَانَ اللّٰهِ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ، وَلَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ، وَاللّٰهُ أَكْبَرُ، وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ۔ Allah yücedir (subhândır); her türlü övgü Allah’a mahsustur. O’ndan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet, yalnızca yüce ve büyük olan Allah’ın izniyle mümkündür.” Adam tekrar sordu: “Ey Allah’ın Elçisi! Bu Allah’ı övmek içindir; peki bana dair ne vardır?” Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:اللّٰهُمَّ ارْحَمْنِي وَارْزُقْنِي وَعَافِنِي وَاهْدِنِي۔ “Allah’ım! Bana merhamet et, bana rızık ver, beni esenlikte kıl ve beni doğru yola ilet.” Adam ayağa kalktığında ellerini kaldırdı ve bu duayı okudu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Bu adam ellerini bereketle doldurdu.”[3]
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur:
“Yani, O Allah tektir ve ortağı yoktur. O’nun dışında hiç kimse ibadete ve itaate değer değildir. Bunu söylemekteki gayesi şudur: Eğer O, ortaksız olmasaydı belki gücü düşmanın eline geçerdi ve böylelikle O’nun ilahlığı tehlikeye düşerdi. “O’nun dışında hiç kimse ibadete layık değildir,” ifadesinin manası şudur: O, öylesine kamildir ki O’nun sıfatları, güzellikleri ve kemalleri en yücedir. Eğer kamil sıfatlar açısından varlıklar arasından birisini ilah olarak seçmek isterlerse; veya kalplerinde güzelden daha güzel ve yüceden daha yüce sıfatları tanrı için farzederlerse, o zaman bunların en yücesini Allah’ta bulacaklardır. Öyle ki O’ndan daha üstünü mümkün değildir. İşte bu Allah’a ibadet konusunda düşük birisini O’na ortak etmek zulümdür.
Daha sonra, O “alimü’l gayb”dır buyurdu. Yani, kendi zatını bilen ancak O’dur.[4]
Hz. Halifetü’l-Mesih II (ra), Ayetü’l-Kürsî’nin tefsirinde şöyle buyurur:
“Şimdi tek bir itiraz kalıyor. O da şudur ki: Allah bilgi ve yardım için hiç birine muhtaç değildir; fakat azamet ve ihtişam da bir şeydir; belki bu yüzden saray erkânı (melekler gibi) belirlemiştir. Bu itiraz, ‘Ve Hüve’l-Aliyyü’l-Azîm’ (O, çok yüce ve büyüktür) buyurularak reddedilmiştir. Yani O öylesine büyüktür ki, hiçbir şey O’nun derecesine katkı sunamaz. Allah’la beraber olan herhangi bir şey varsa, o şeyin derecesi artar; Allah’ın değil. Bu nedenle, Allah’ın ihtişam için saray görevlileri tayin ettiğini düşünmek doğru değildir. O, yücelik ve azamet sahibidir. ‘Aliyy’ ismi O’nun yüksekliğine ve yüceliğine, ‘Azîm’ ismi ise O’nun kudretinin enginliğine işaret eder. İslam’ın sunduğu işte böyle bir Allah’tır. Eğer böyle bir Allah varken kişi başka yollara saparsa, bu ne kadar acınası bir durumdur! Eğer birine çok güzel bir yemek sunulsa da o bunu bırakıp pisliğe yönelse, ya da en güzel elbise kendisine verilse de o onu bırakıp kirli bir paçavra giymeyi tercih etse — söyleyin, o kişi akıllı mı olurdu? Hayır, asla! Akıllı olan, en iyisini seçendir. O hâlde, Allah Teâlâ’dan daha iyi kimse yoktur.”[5]
Hz. Halifetü’l-Mesih II (ra) başka bir yerde şöyle buyurur:
“Özetle, bizim Rabbimiz büyük ve yüce şan sahibidir. Ve kim O’nunla gerçek bir bağ kurarsa, kendi maneviyatı ve derecesine uygun şekilde bir yücelik elde eder. Allah Teâlâ’nın azamet ve şanına saldıran nasıl cezaya çarptırılırsa, O’nun yakın dostlarına saldıranlar da yaptıklarının karşılığını almadan kalmazlar. Dünyada binlerce peygamber gelip geçmiştir; çoğunun ismini bile bilmiyoruz. Cesetleri toprağın altında yok olmuş, kurdukları cemaatler ortadan kalkmıştır. Fakat onlar yüce Allah tarafından gönderildikleri için Allah onlara öyle bir yücelik vermiştir ki, bugün bile biri onlara hakaret etse Allah gökten onların yardımına koşar ve onların şerefine leke sürülmesine izin vermez; her türlü lekeyi silip süpürür.”[6]
Hz. Halifetü’l-Mesih V (eyyedehullâhu teâlâ bi-nasrihîl-azîz) şöyle buyurur: “
Ve Hüve’l-Aliyyü’l-Azîm – Yani O, yüce şan sahibi ve azamet sahibidir. Bu tüm sistemi yürütmek için hiçbir yardımcıya ihtiyacı yoktur. İşte bu, İslam’ın sunduğu Allah’tır. Tüm sıfatların sahibi ve en kâmil olanıdır. Ve elbette ki yalnızca O, ibadete layıktır.”[7]
[1] Bakara Suresi: 256 – Ayetü’l-Kürsî
[2] Kasas Suresi, 28:5
[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Kitabü’s-Salât, Hadis No: 832
[4] İslami Esasların Felsefesi, s.95-96, Ahmad Yayınları, İstanbul 2024
[5] Tefsîr-i Kebîr, cilt 3, s. 442
[6] Tefsîr-i Kebîr, cilt 9, s. 284
[7] Cuma Hutbesi, 5 Haziran 2009


