İngiliz Çıkarlarının Gerçek Savunucuları

Müslüman Ahmediye Cemaati İmamı Mirza Tahir Ahmed Hazretleri’nin 8 Şubat 1985’de Londra’nın Fazl Camiin’de verdiği Cuma hutbesi metnidir.

Kelime-i Şahadet, istiaze ve Fatiha Suresi’ni okuduktan sonra söze şöyle başladılar: Geçen Cuma günkü hutbemde Pakistan Sıkıyönetim Hükümeti’nce yayınlanan Müslüman Ahmediye Cemaati ile ilgili broşürden bahsetmiş, bu broşürde ileri sürülen suçlamalardan bir tanesini ele almıştım. Bu suçlamaların sözleri şöyledir: Modern araştırmacılar Ahmediyet’in bir İngiliz fidanı olduğunu ve İngiliz İmparatorluğu çıkarlarını korumak amacıyla dikildiğini ispat etmişlerdir. Bu suçlamanın ilk kısmını ben geçen hutbemde cevaplandırmış ve İngiliz fidanının içyüzü nedir? Gerçekten İngiliz fidanı kimdir? Bu modern araştırmacıların gerçeği nedir? Bu soruları cevaplandırmıştım ve şunu da ispat etmiştim ki, çıkarlara gelince, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin İngilizlerle ilgili hiçbir çıkarı yoktur. Ne geçmişte bir çıkarı söz konusu oldu ne de ileride İngilizlere bağlı bir çıkarı olacaktır. Kaldı ki İngilizlerin, Müslüman Ahmediye Cemaati’nden bir çıkarları yoksa, o zaman İngiliz menfaatleri kime bağlıdır? Yahut da emperyalist güçlerin çıkarlarını kimler savunmaktadır? İşte bugün ben bu konuda arkadaşlarıma bilgi vermek istiyorum.

Hindistan’da İngiliz çıkarları

İlk olarak araştırıp incelememiz gereken konu şudur: Hindistan’da İngilizlerin çıkarları neydi? Bellidir ki Hindistan’da İngiliz İmparatorluğu’nu güçlendirmekten başka İngiliz Hükümeti’nin hiçbir çıkarı yoktu. İngiliz çıkarlarını kendimiz tahmin edeceğimize, İngiliz Hükümeti’ne bağlı ileri gelen kişilerin kendi lisanlarından kendi kelimeleriyle bu çıkarlar konusunda size bilgi vereyim. Ne olursa olsun, İngilizlerin menfaatlerini en iyi bilen yine İngilizler idi. İngiliz çıkarlarını en iyi bilen yine İngiliz Hükümeti ile ilişkisi olan ve güç kaynağı yanında oturmakta olan kişiler idi. Bugün yahut dünün “Ahrar Cemaati”[1] İngilizler’in çıkarlarını ne bilsinler? İngilizlere sormadıkça, çıkarları konusunda bilgi edinmemiz imkânsızdır.

Lord Laurence çok tanınmış bir kişidir. Hindistan’ın genel valisi olarak da çalışmıştır. İngiltere’ye hizmet etmek konusunda çok bariz bir kişidir. Bu İngiliz Lordu’nun biyografisi olan “Lord Laurence’s Life” adlı çok meşhur kitapta bazı düşüncelerinden de bahsederek yazar şöyle demiştir: “Lord Laurence’in dediğine göre Hindistan’da İngiliz İmparatorluğu iktidarını güçlendirmek konusunda Hıristiyanlığı Hindistan’da yaymaktan daha yararlı bir şey yoktur.” [2]

Yüce Allah’ıncc İslâmiyet’i savunmak gayesiyle Hz. Ahmed’ias seçtiği Kadiyan adlı kasaba, Hindistan’ın Pencap eyaletinde bulunmaktadır. Zamanın Pencap valisi Sir Donald Mcleod bu konuda düşüncelerini şöyle sergilemektedir: “Ben burada bir inancımı da belirtmek istiyorum. Eğer biz İngilizler Hindistan toprağında kendi saltanatımızı korumak istersek, bu ülkeyi Hıristiyan yapmak gayesiyle varolan gücümüzle çaba sarfetmeliyiz.”[3]

Keza, zamanın Hindistan İşleri Bakanı Sir Charles Wood şöyle bir demeç verdi: “Hindistan’da Hıristiyanlığı kabul eden her yeni kişinin İngiltere ile bağlılık konusunda yeni bir kaynak teşkil ettiğine ve İngiliz İmparatorluğu’nu güçlendirmek açısından yeni bir güç kaynağı olduğuna kesinlikle inanıyorum.”[4]

Bu ilân, Müslüman Ahmediye Cemaati kurucusu Vadedilen Mesih Hz. Ahmed’inas gençlik günlerinde, 1862’de yapıldı. Aynı yıl İngiltere Başkanı Lord Palmerston bu konudaki düşüncelerini şöyle açıkladı: “Hepimiz bir tek noktada birleşmekteyiz. Hıristiyanlığı elimizden geldiğince yaymaya ve Hindistan’ın ücra köşelerine kadar götürmeye çalışmalıyız. Bu yalnız vecibemiz değildir, aksine bizim kendi çıkarlarımız da buna bağlıdır.”[5]

Bugün savunması Müslüman Ahmediye Cemaati’ne bırakıldığı söylenen, Hindistan’daki İngiliz çıkarları işte bunlar idi. Halbuki bu devir, Hindistan’da Kuzey’den Güney’e ve Doğu’dan Batı’ya kadar Hıristiyan misyonerlerin kol gezdiği ve Hıristiyanlığın hızla yayıldığı bir devridir. Bu çağ, Müslümanların savunma gücünü kaybettikleri çağdır. Bu çağda Müslümanlar arasında Hıristiyanlığa karşı koyabilecek ve Hıristiyan papazlarla başa çıkabilecek ve deccallıklarıyla yalanlarını açığa vurabilecek bir er bulunmuyordu. Bu çağ, büyük ve tanınmış Müslüman hanedanlarının, hatta Seyyid (yani Efendimizin) sülalesinden olanların, tanınmış din adamlarıyla hocaların, seccadenişin sufilerle pirlerin Hıristiyanlığa girdikleri ve İslâmiyet’ten uzaklaştıkları çağdır. İslâm’dan dönüp Hıristiyanlığı seçen bu Hocalar İslâm dini aleyhinde çok çirkin eserler kaleme almaktaydılar. Bu çağda Findar ile İmad-üd Din adlı papazlar ve keza İslâm dininden dönerek Hıristiyanlığa girmiş olan birçok Hıristiyan din adamları İslâm aleyhinde o kadar çirkin kitaplar yazdılar ve İslâmiyet’in kurucusu Hz. Muhammedsav aleyhinde o derece çirkin iftiralar attılar ki bazı Hindu gazeteleri bile şöyle yazmaya mecbur oldular: 1857’de İngilizlere karşı bir isyan olmuştur. Şimdi bile eğer bu çağda bir isyan başlarsa, ancak Hıristiyan papazlarının İslâmiyet aleyhinde yaptıkları çirkin saldırılar neticesinde başlayacaktır.[6]

Bu devirde “Ümmehat-ül Müminin” adlı, bir Müslüman’ı kan ağlatan çirkin bir kitap yayınlandı. Bu kitapta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammedsav ve pak eşlerine çirkin suçlamalar yapıldı. Bu kitabın yazarı da, İslâmiyet’ten olan Ahmed Şah Şaik[7] adlı bir doktordur. Bu zat Tibet ülkesinin Ledah bölgesinde, Layya şehrinde başhekimlik yapmıştır ve bu eser, Parşotan Das adlı bir Hıristiyan tarafından Gujranwala Şule Press adlı matbaada basılmıştır.

Şimdi o devirle ilgili olarak bu sözde İslâm mücahitleri çok acayip ve tuhaf bir suçlama ileri sürmüşlerdir. Bu sözde İslâm mücahitleri Hıristiyanlık ve İngiliz Saltanatının çıkarlarını, İngilizlerin Tanrısını öldüren bir şahsın savunduğunu ileri sürerler. İngiliz çıkarlarını koruduğu söylenen bu şahıs, Hıristiyanların sözde Tanrılarının öldüğünü ispat etmekle kalmayıp, Hıristiyanlık temellerine de şiddetli saldırılarda bulunmuş, hatta Hıristiyanlık için kendisini kurtarmak bile imkânsızlaşmıştır. Müslüman Ahmediye Cemaati düşmanları nezdinde, İngiliz Hükümeti’nin büyük çıkarlarını korumak ve Hıristiyanlığı yaymak uğruna benimsediği plân acaba bu muydu? İngilizler Hıristiyan bir iktidarın güçlenmesini ve sağlamlaşmasını acaba böyle mi istemekteydiler. Acaba İngilizler bu gaye uğruna mı özene bezene bir fidan diktiler? Bir fidan ki ilk işi Hıristiyanların sözde Allah’ıncc oğlunun tabii ve fiziki bir ölümle öldüğünü ilân etmek oldu. Böylece o, Haç ile ilgili inancı paramparça etti ve Hıristiyanlık aleyhinde, yalnız Hindistan ile sınırlı kalmayıp, aksine bütün dünyaya yayılmaya başlayan ve bugüne kadar yayılmaya devam eden büyük bir cihad başlattı. Aklını kullanan ve bu suçlamayı inceleyip Müslüman Ahmediye Cemaati ile uzaktan veya yakından hiçbir ilişkisi bulunmadığını anlayabilen birisi çıkmadığına şaşıyorum. Aklını kullanırlarsa bu suçlamanın iç yüzünü öğrenirler. Bu suçlama boş zihinlerin eseridir. Söyledikleri sözün ne sonuçlar yaratacağını düşünmelidirler. Güya İngilizler kendi çıkarlarını korumak gayesi ile Hz.Mirza Gulam Ahmed Kadiyani’yi as seçti ve onun yaptığı ilk iş de İngilizlerin dinine saldırılar başlatmak oldu. Böylece o, İngiliz Saltanatının çıkarlarının bağlı olduğu şeyleri yok etmeye koyuldu. İngiliz milleti çok kurnaz ve saman altından su yürüten hükümdar bir millet idi. O, politikayı iyi anlardı ve yalnız kendi çıkarlarını iyi bilmekle kalmayıp onları nasıl elde edebileceğini de iyi bilmekteydi. Zaten derin politika ve kurnazlıkları yüzünden İngilizler dünyanın birçok ülkesini ele geçirmişti. Bu İngiliz iktidarının doruk noktasında bulunduğu bir devir idi. İngiliz İmparatorluğu o derece geniş idi ki üzerinde güneşin hiçbir zaman batmadığı söyleniyordu. Doğu’dan Batı’ya kadar yirmi dört saat içinde üzerlerinde güneşin battığı hiçbir an yoktu. Politika itibarıyla bu derece kurnaz bir millete böyle boş bir düşünceyi isnat ettirmek, akıl ve mantık ile uzaktan veya yakından hiçbir ilişkisi bulunmayan bir davranıştır.

Hıristiyanlık aleyhinde Kadiyan’dan yükselen ses

Şimdi o devirde Müslüman Ahmediye Cemaati kurucusu Ahmedas Hazretleri’nin bu konudaki düşüncelerini, dünya insanlarıyla nasıl bir dil ile muhatap olduğunu ve İslâm ehlini ne şekilde uyardığını onları derin uykularından nasıl uyandırdığını da inceleyelim. Bir yandan Londra’dan şu ses yükselmekteydi: “Hindistan’da elimizden geldiğince hızlı bir şekilde Hıristiyanlığı yayalım. İngiliz çıkarları işte buna bağlıdır.”

Diğer yandan Kadiyan adlı küçük bir kasabadan, uyumakta olan Müslümanları uyandırmak gayesiyle şöyle bir anons yapılmaktaydı: “Bakınız ey gafiller! İyi dinleyiniz. Bu (Hıristiyan papazlar), İslâm binasını yıkmak için nasıl çaba sarfetmektedirler. Bu amaçla ne kadar çok kaynak temin edilmiştir ve onları yaymak uğruna kendi canlarını bile tehlikeye atarak, kendi mallarını bile su gibi sarfederek, insanî güçleri sona erdirecek şekilde çabalar harcanmıştır. Hatta bu yolda insanı utanca boğan kaynaklar tüketildi ve pak ve temiz ruhluluk aleyhinde plânlar kuruldu ve son haddine erdirildi. Doğruluk ve imanı ortadan kaldırmak gayesiyle türlü mayınlar döşendi. İslâm dinini ortadan silmek için, büyük bir çaba sarfederek, yalan ve yapmacığın bütün ince ve kurnaz sözleri uyduruldu…O yüzden kesin olarak şuna inanmalıyız ki kiliseden çıkacak olan Mesih-üd Deccal işte bu insanlardır. Şunların sihrine karşı mucizeye gerek vardır. Eğer bu gerçeği inkâr ederseniz, geçmiş zaman Deccalları arasında bunlara bir örnek gösteriniz.[8]

Kim Hıristiyanlığa göğüs gerdi?

Hıristiyanlık dinini Deccallık olarak nitelendiren ve Hıristiyanlığa şiddetli saldırılarda bulunan tek kişi ancak ve ancak Müslüman Ahmediye Cemaati’nin kurucusu Hz. Ahmed’dir. O devirde İngiltere’den şu ses yükselmekteydi: Yalnız Hindistan’da değil, Doğu’dan Batı’ya kadar her yerde Haç’ı üstün kılacağız. Hatta bazı sesler daha da yükseklere çıkmakta ve Afrika’dan başlarız ve Mekke’ye varırız; Mescid-i Haram (Beytullah) üzerine Haç bayrağı dikmedikçe rahat durmayız demekteydi. O zaman Hıristiyan papazlara Deccal diyen Hz. Ahmed’den başka kim vardı? Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak uğruna varolan gücüyle uğraşan kimdi? Hıristiyanlık karşısında varolan kuvvetiyle dikilen ancak Müslüman Ahmediye Cemaati kurucusu Hz. Ahmedas idi. Yoksa ulemalardan birçok kişi İslâm dinini bırakarak, Hıristiyan dinine girmekte, Hıristiyanlık lehinde ve sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammedsav aleyhinde son derece çirkin saldırılarda bulunmaktaydı.

Hz. Ahmedas bu konuda şöyle der:

“İyi biliniz ki İsa  Mesih ölmedikçe Haç’la ilgili inanç ölmeyecektir. O bakımdan Kur’an talimatının aksine İsa Mesih’in hayatta olduğuna inanmanın ne yararı vardır? Bırakınız İsa Mesih ölsün ki bizim dinimiz de böylece yaşasın.”[9]

Keza Kadiyan’dan Müslüman Ahmediye Cemaati yıllık toplantısında dinleyicilere hitap ederken o, şöyle söylemişti:

“İsa’nınas ölümü ve İslâm’ın hayatı bu her iki maksadın birbiriyle büyük bir alâkası vardır.  İsa’nınas ölümü meselesi bu çağda İslâmiyet’in dirilişi için gerekli olmuştur.”

Daha sonra şöyle dedi:

“İsa’nınas hayatta oluşu ile ortaya çıkan fitne çok büyümüştür. Başlangıçta İsa’nınas hayatta oluşu yalnız bir yanlışlık şeklindeydi. Fakat bugün bu yanlışlık, İslâm’ı yutmak isteyen bir ejderha şeklini almıştır. İslâm bir çöküş halindedir. Hıristiyanlığın silâhı da işte  İsa’nınas hayatta oluşudur. Bu silâhı ellerine alarak İslâm Dini’ne saldırmaktadırlar ve Müslümanların nesli Hıristiyanlarca avlanmaktadır. O yüzden Yüce Allah şimdi Müslümanları uyarmak istedi.”[10]

Hz. Ahmedas başka bir yerde şöyle demiştir:

Bırakınız İsaas ölsün ki İslâm’ın hayatı bundadır. Keza bırakınız Musevî İsa’nınas yerine Muhammedî İsaas gelsin ki İslâm’ın yüceliği bundadır.”[11]

وقد جاء یوم اللہ فالیومَ ربُّنا یدقّق أجزاء الصلب و یکْسِرُ

“Bugün İlâhî savaşların günü kesinlikle başlamıştır. Bu sebepten dolayı bugün bizim Rabbimiz Haç’ı kırarak paramparça edecektir.

وَأَبْغِیْ مِنَ الْمَوْلٰی نَعِیْمًا یَّسُرُّنِیْ وَمَا ھُوَ اِلَّا فِیْ صَلِیْبٍ یُّکَسَّرُ

 Allah’tancc beni sevindirecek bir tek dileğim vardır. O da şudur ki Haç paramparça olsun.

وواللّٰہ انی اَکسِرَنَّ صلیبکم ولو مُزِّقتْ ذرّاتُ جسمی و اُکسَرُ

Ey Hıristiyanlar! Allahcc adına and olsun ki ben sizin Haç’ınızı mutlaka paramparça edeceğim velev ki bu yolda benim vücudum paramparça edilip öldürüleyim.”[12]

Vadedilen Mesihas aleyhinde ulema ile Hıristiyanların işbirliği

Bu cahillerin düşüncesine göre güya İngilizlerin kendi saltanatlarının güçlenmesini ve çıkarlarının korunmasını sağlamak gayesiyle tayin ettikleri, İslâmiyet’in en büyük güreşçisi ve hizmetçisi işte budur. Halbuki zamanın uleması, kırmak istedikleri Haç’a inanan Hıristiyanlarla işbirliği yapmakta ve kendisine karşı durmaktaydılar. Bu şiddetli karşı koyma zamanında, bir yandan Hıristiyanlıkla İslâm arasında bir çekişme vardı ve büyük tanınmış Hıristiyan papazlar bir taraftaydılar, diğer yandan İslâmiyet’i korumak gayesiyle bir İslâm kahramanı olarak Hıristiyanlarla uğraşmakta olan Vadedilen Mesih Hz. Ahmedas vardı. Bu hassas devirde bile Müslüman Ahmediye Cemaati’ne düşman olan ulema, fırsat buldukça Hıristiyan tartışmacılara yardımcı olmaktan hiç çekinmemişlerdir. Karakterleri daima işte bu olmuştur. Meselâ Amritsar’da Dr.Henry Clark isimli papaz ile meşhur tartışmasını yaptığı zaman, Vadedilen Mesih bir broşür yayınlayarak, Hindistan’ın bütün Müslümanlarına bu konuda bilgi verdi ve şöyle dedi:

“Amritsar’dan üstü kapalı bir mesaj aldım. Güya bazı ulema, tartışmada eğer İsa’nınas ölümü bahis konusu olsaydı, biz o zaman mutlaka Dr.Clark’tan yana olurduk demişler. Bu sebepten dolayı Şeyh Efendi[13] ile diğer yandaşlarına umumi olarak duyurulur, hatta yemin versinler. Gelsinler, kursaklarında kalmasın, bu hasretlerini de gidersinler.”[14]

İngilizler’e meydan okuyan kimdi?

Gerçek şudur ki bir yanda Hıristiyanlarla baş etmekte olan ve Haç’la ilgili inançlara şiddetli bir şekilde saldırmakta olan Vadedilen Mesih Hz. Ahmedas vardı. Diğer tarafta, bugün Ahmediler’in kellelerinin uçurulmasını gerekli sayan ve İngilizleri desteklemek gayesiyle ortaya çıktıkları gibi yalan ve yanlış suçlamalar isnat eden Müslüman ulemalar bulunmaktaydı. O zaman yaptıkları yalnızca İslâm’ın sırtına bir hançer saplamaya benzemekteydi. Onlar çok şiddetli bir şekilde İsa Mesih’inas berhayat olduğunu savunmaktaydılar ve sık sık Vadedilen Mesih Hz. Ahmed’inas öldürülmesinin caiz olduğunu ileri sürmekteydiler. Bu zatlar, Hindistan’ın bir ucundan öbür ucuna kadar Hz. Ahmedas aleyhinde düşmanlık ve nefret ateşini alevlendirdiklerini övünerek ilân etmekteydiler. Yalnız Hıristiyan değil hatta Mekke ile Medine’den başka Arabistan’ın bir ucundan öbür ucuna kadar bu şahıs aleyhinde neden İsa Mesih’inas öldüğünü ilân etmiştir diyerek nefret, inat ve düşmanlık ortamı yarattıklarını söylemekteydiler. Kısacası, altı kıtada kendisine karşı bir düşmanlık ateşi tutuşturan işte İsa’nınas ölümü ile ilgili bu ilân idi. Peki öyleyse İngilizlere yardım eden kimdi? Tanrılarının yaşadığını söyleyen mi yahut tanrılarını öldüren mi? Bu kadar küçük ve basit konuyu kavramayan akıllar hakkında ne diyelim.

Vadedilen Mesih Ahmedas şöyle demiştir:

“Papazların yalanı son haddine vardığı zaman, Yüce Allahcc Hüccet-i Muhammedi-ye’yi tamamlamak gayesiyle beni gönderdi. Şimdi nerededir o papazlar? Gelsinler, karşıma çıksınlar, ben zamansız gelmedim. Ben İslâm’ın, Hıristiyanların ayakları altında çiğnendiği bir zamanda geldim. Şimdi mümkünse, Hz. Muhammedsav hiçbir olayı önceden haber vermemiştir diyen bir papazı önüme getirin bakayım. İyi biliniz ki o devir benden önce geçmiştir bile. Şimdi öyle bir zaman gelmiştir ki Yüce Allahcc bu zamanda, küfür edilip ismi saygısızlıkla anılan, uğruna şanssız papazların bu çağda yüzbinlerce kitap yazıp yayınladıkları peygamber Muhammed-i Arabîsav işte doğrudur ve doğruların baş tacıdır gerçeğini göstermek istemektedir.”[15]

Başka bir yerde o, şöyle demiştir:

“Ne iyi oldu ki Hıristiyanların tanrısı öldü. Allah’ıncc bu âciz kulunun, Meryem oğlu İsa’nın rengine girerek Deccal karakterli bu insanlara yaptığı bu saldırı, bir mızrak saldırısından az değildir. Bu insanlara pak şeyler verilmişti. Yalnız onlar bu pak şeylere çirkin ve pak olmayan şeyler karıştırdılar ve Deccal’ın yapması gereken işi yaptılar.”[16]

Haç’ın kırılışı ve muhaliflerin itirafı

Bunlar Hz. Ahmed’inas “Haç’ı kırdım” dediği kendi sözleridir. Şimdi tarafsız bir gözle kendisini gözetlemekte olan muhaliflerine göre dahi bu uğraşının başarılıp başarılmadığını ve İsa Mesih’inas tabii bir şekilde vefat ettiğini ilân ederek Hıristiyanlığın başını ezip ezmediğini incelememiz lâzımdır. Bu konuda ilk olarak size Müslüman ama Ahmedi olmayan, hatta Müslüman Ahmediler’e şiddetle karşı olan bir grup ulemadan birisinin bir iktibasını okumak istiyorum. O devirde ulema arasında biraz doğruluk sevgisi vardı ve bazen doğru söz söylemeye mecbur olurlardı. İşte bu ulemadan bir tanesi de Eşref Ali Tanavî’nin Kur’an tercümesine uzun bir önsöz yazmış olun Nur Muhammed Nakşibendî Çişti hocadır. O, kaleme aldığı önsözün 30.uncu sayfasında şöyle demiştir:

“Aynı devirde Lefroy adlı bir papaz, yanında büyük bir papazlar cemaati olduğu halde, kısa zamanda bütün Hindistan’ı Hıristiyan yapacağına ant içerek İngiltere’den yola koyuldu. İngiltere’deki İngilizlerden yardım alarak, büyük miktarda para toplayarak ve gelecek için sürekli yardım sözü alarak Hindistan’a girdi ve büyük fırtına yarattı. (Bakınız İngiliz çıkarları işte budur. Kim bilir o zaman onlar kaç yüz bin Rupi harcamışlar ve büyük bir kahraman hazırlayarak Hindistan’a göndermişler. O, da Müslüman ulemalara göre o kadar büyük işler başarmış ki ünü bütün Hindistan’da fırtınalar uyandırmış.)       

Bu papazın Hz.İsa’nın gökte maddî vücuduyla yaşamakta olduğu ve diğer peygamberlerin yer altında gömülü olduklarına dair yaptığı saldırı kendi düşüncesine göre halk üzerinde etki yapmıştır. Tam o sırada Mevlevi Gulam Ahmed Kadiyani ortaya çıktı ve bu papazın yandaşlarına şöyle meydan okudu: Adını kullandığınız İsaas öbür insanlar gibi vefat ederek defnedilmiştir, fakat geleceği önceden haber verilmiş olan İsaas benim. O yüzden eğer içinizde bir iyilik varsa, geliniz beni kabul ediniz. Bu delil ile o, Lefroy’u öyle sıkıştırdı ki onun için kendini kurtarmak bile zorlaştı ve Mirza Gulam Ahmed böylece Hindistan’dan İngiltere’ye kadar bütün papazları yenilgiye uğrattı.”[17]

Bir Hindu Gazetesine göre Ahmediyet’in yüceliği

Müslüman Ahmediye Cemaati’nin elinde olan İngilizler’in çıkarları (!) işte buydu. Eğer çıkar buysa, o zaman sizler bile bu çıkar bakımından neden Müslüman Ahmediye Cemaati’ne yardım etmiyorsunuz. Çünkü İngilizin değil İslâm’ın çıkarları buna bağlıdır; Hıristiyanlığın değil Hz. Muhammed’insav ve dininin çıkarı bundadır. Bugün bir mollanın anlayamadığını, dün bir Hindu bile anlamakta idi. Bu konuda o, mollalardan daha zekiydi ve Ahmediyet’in gerçek içyüzünü ve hangi amaçla kurulduğunu iyi anlamaktaydı. Gerçi bu Hindu Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde bir Hindu gazetesinde bir makale yazdı. Bu makaleden bir iktibas size sunmak istiyorum. Bu gazetede Hinduları, Müslüman Ahmediler’e karşı uyarmak gayesiyle bu makaleyi kaleme aldı ve basit ve değersiz saydıkları Ahmediler’in Hindu dini için büyük bir tehlike teşkil ettiklerini ve ilerde Hindular için büyük korkular yaratacaklarını ve problemler oluşturacaklarını bildirdi. Fakat bu Hindu yazar zeki bir kişidir ve Ahmediyet’in gerçek içyüzünü iyi bilmektedir. Bundan dolayı Ahmediyet’in geçmiş tarihini göz önünde bulundurarak ve Hıristiyanlık âleminde uyandırdığı yankıları bilerek o, şöyle der:

“Bugünden otuz kırk yıl geriye dönüp bu Cemaat’i çok ilkel durumda olduğu halde görelim. O zaman hem Hindular hem de Müslümanlar bu Cemaat’i ne kadar hakir ve değersiz saymaktaydı….. Fakat olaylar, bu Cemaatle alay edenlerin kendilerinin akılsız ve ahmak olduklarını ispat etmiştir. Bu konuda Hıristiyan misyonerler çok akıllıca davrandılar. Müslüman Ahmediler daha Avrupa ve Amerika’ya ayak basar basmaz, bütün papazlar onlara karşı koymaya hazırlandılar.”[18]

Ahmediyet İslâmiyet’in dirilişi demektir

Kaldı ki, Hıristiyanlık âleminde Ahmediyet nasıl bilinmektedir? Ahmediyet, düşmanlarının propaganda yaptığı gibi İslâm düşmanı tehlikeli bir hareket olarak mı, yoksa aksine Hıristiyanlık aleyhtarı korkunç bir hareket olarak mı bilinmektedir? İşte bu hikâyeyi de buyurun modern ve eski Hıristiyan araştırmacıların kendi lisanından dinleyelim.

Yanımda kronolojik olarak sıralamadığım değişik iktibaslar bulunmaktadır. Yalnız dinleyicileri ilgilendireceğini ve dikkatlerini çekeceğini düşünerek, ayrıca Müslüman Ahmediye Hareketi’nin gerçek içyüzü ve amaçları nelerdir gibi konuları aydınlatmak amacıyla ben burada, Hıristiyan araştırmacıların kendi sözlerinden Ahmediyet ile çarpıştıktan sonra edindikleri intibalarını zikrediyorum. Hıristiyanlar, İslâm savunmasında Müslüman Ahmediye Hareketi tarafından şiddetli bir karşı koyma faaliyetini görerek intibalarını açıkladılar. Meselâ geçenlerde İskandinav ülkeleri Hıristiyan kiliseleri tarafından kurulmuş olan bir komisyon 1969’da bir rapor yayınladı. Bu komisyon, Müslüman Ahmediye Cemaati’ni incelemek amacıyla kurulmuştu. Komisyon üyelerinden birisi olan Mr. Bertel Wiberg, bu konuda şöyle der:

“İsa’nınas Allah’ıncc oğlu olduğuna dair Müslüman Ahmediye Cemaati tarafından ileri sürülen itirazlar, bu Cemaat’in Hıristiyanlığı kendisine en büyük düşman saydığını göstermektedir. Müslüman Ahmediye Cemaati, Hıristiyanlığın uluslararası bir din olduğu durumuna karşıdır ve İslâm’ın kaybettiği eski yüceliği, yani Hz. Muhammed’insav vefatından yüz yıl sonrasına kadar İslâm’ın elde ettiği yüceliği tekrar geri getirmek istemektedir. O devirde bu din Akdeniz civarındaki ülkelere çok hızlı bir şekilde yayılmaktaydı. Hatta Avrupa içine kadar yayılmış idi. Bu Cemaat’in edindiği hedefse çok büyüktür. Fakat bunu başarıp başaramayacağını zaman gösterecektir. Bu Müslüman Cemaat’in İslâmiyet’i yaymak uğruna şimdiye kadar harcadığı çabalar, iddialarının arkasında amel kuvveti ve hareket gücü bulunduğunu göstermiştir. Faal İslâm da işte budur.”

Bu zat Avrupalı ve Hıristiyan bir düşünür ve papazdır. Böyle olduğu halde o, Müslüman Ahmediye Cemaati’nde bir hareket ve ilerleme gücü müşahede edebilmiştir ve bu Cemaat’i destekleyen bir İngiliz gücü görememiştir. Kaldı ki eğer o, aynı zamanda arif billah olsaydı (yani Rabbi’ni iyi tanıyıp ondan bilgi edinseydi), ayrıca kendisine ruhanî bir göz dahi bahşedilmiş olsaydı, bu Cemaat’in arkasında yalnız bir hareket gücü görmezdi. Aksine bu Cemaat’in arkasında her şeye Kadir olan Allah’ıncc büyük gücünü müşahede ederdi. O Yüce Allahcc kendi eliyle Ahmediye fidanını Kadiyan’da dikmişti. Bu fidanı ne başka bir el dikmiştir ne de bunu sökebilmek her hangi bir elin işidir. Bu fidanı diken Allah’tırcc ve bunun yeşermesini sağlayan ve bunu devam ettiren, ayrıca büyümesini mümkün kılan bile daima varolan ve yaşayan Rabbimiz’dir.

Şimdi başka bir Hıristiyan yazarın bu konudaki sözlerine de kulak verelim. Mr. Herbert Gotts Chalk adlı bir Hıristiyan araştırmacı “Welt Bewe Gende Macht Islam’s” adlı eserinde şöyle demiştir:

“Bugün İslâm dini, inançlarını yaymak gayesiyle kılıç kullanmamaktadır. Bugün kutsal savaşının ilk hedefi diğer emperyalist güçlerdir. Barışsever Müslüman Ahmediye Cemaati bugün yeryüzünün hemen hemen bütün ülkelerinde İslâm dinini yayma çabasındadır… Hıristiyanları da Müslüman yapmak uğruna varolan gücüyle çaba sarfeden de bu cemaattir. Daha önce Müslümanlar arasında Hıristiyanlığı yaymanın zorluğundan ve bu yolda karşılaşılan güçlüklerden bahsettik. Şimdi tam aksine Hıristiyanlık bu Cemaat’in İslâmiyet’i yayma çabalarında bir hedefi haline gelmiştir. Bu Cemaat Avrupa, Amerika, Afrika, Asya ve Avustralya’nın hemen hemen bütün büyük şehirlerinde merkezler kurarak Hıristiyanlık âleminde, ne kadar küçük olursa olsun, bir gedik açmayı başarmıştır. Bu Müslüman Cemaat’in çok etkileyici propaganda düzeni vardır; konuşmalar yapılır; gazeteler yayınlanır; hatta düşüncelerini yaymak uğruna radyodan da istifade edilir.”

Keza bir Alman oryantalist Prof. Keeler Hall, Müslüman Ahmediye Cemaati’nden şöyle bahsetmektedir: “Müslüman Ahmediye Cemaati tam olarak değişik tipte bir Cemaat’tir. Biz bu Cemaat’i çağdaş bir İslâm hareketi olarak nitelendirebiliriz. Kendi iddiasına göre bu Cemaat, gerçek ve doğru İslâm’ı yeniden dünyaya yaymaya azimlidir ve İslâmiyet’i, Allahcc tarafından gelen son talimat olarak yaymaya çalışmaktadır. Müslüman olmayan ülkelerde İslâmiyet’i düzenli bir şekilde propaganda yapmakta olan Müslüman Ahmediye Cemaati bütün İslâm âleminde ilk olağanüstü harekettir. Bu Cemaat, Hıristiyan kuruluşlar gibi, düzenli olarak eğitilmiş ve terbiye edilmiş propagandacılarını gönderir ve okullar tesis eder. Ayrıca kitaplar ve dergiler yardımıyla İslâmiyet’i yaymak ve dünya halkını İslâmlaştırmak vazifesini yerine getirmektedir.”

İslâmiyet’in dirilişi ve yeni bir hayat buluşu

Hollandalı meşhur bir papaz Uzak Doğu’ya giderken Kadiyan’a da uğrar. Adı Dr. Crammer olan bu Hollandalı papaz, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin düzenini ve İslâmiyet’i yayma ihtirasını ve düşkünlüğünü görünce çok etkilenir. Daha sonra o bu Cemaat ile ilgili intibalarını “Muslim World” adlı derginin Nisan 1931’deki sayısında açıklar. Bugün sözde İslâm mücahitleri olan ve Müslüman Ahmediye Cemaatini hıyanetle suçlayanlar, biraz da bu papazın sözlerini incelesinler ve İslâmiyet aleyhinde savaşmakta olan Hıristiyanların, Müslüman Ahmediler’le ilgili dünkü ve bugünkü intibalarına da biraz kulak versinler. Dr.Crammer adlı papazın sözlerini dinleyiniz. Adı geçen papaz şöyle der:

“Hindistan Müslümanları genellikle ümitsizliğe kapılmış durumdadırlar. Bunun aksine Müslüman Ahmediye Cemaati’nde yeni hayat belirtileri müşahede edilmekte ve bu bakımdan bu Cemaat dikkate değerdir. Bu Cemaat’e mensup insanlar bütün dikkatlerini İslâmiyet’i yaymak işine vermekte, güçlerini de bu yolda harcamakta ve siyasetle hiç ilgilenmemektedirler. Onların inançlarına göre, bir insan idaresi altında bulunduğu hükümete bağlı kalmalıdır. Onlar yalnız hangi hükümetin idaresi altında İslâmiyet’i yayma imkânlarının ve kolaylıklarının bulunduğuna dikkat ederler. Onlar İslâmiyet’e dinî bir grup yahut politik bir güç olarak bakmazlar. Aksine onu yalnız bir doğruluk ve öz bir gerçek olarak kabul ederler ve onu yaymak için uğraşmaktadırlar. Bu bakımdan bu Cemaat, bu çağda Müslümanların olağanüstü bir Cemaati’dir. Müslümanlar arasında tek amacı İslâmiyet’i yaymak olan tek Cemaat da işte budur.

Bu Cemaat’in uyandırdığı etki, sayısından kat kat fazladır. Birçok tahsilli Müslüman, bu Cemaat’in delil gösterme tarzını bu Cemaat’in kelâm ilminin mantıklı olduğunu kabul etmeleri gerektiğini kavramışlardır.”[19]

Bu dış dünyanın intibalarıdır. Bunlar bugünlerde dinî savaşların nasıl cereyan ettiğini iyi bilenlerin intibalarıdır. Bu intibalar, hem Müslüman Ahmediye Cemaati’ni iyi bilen hem de muhalifleri iyi tanıyanların intibalarıdır. Bu muhalifler birbirlerinden uzak ve ayrı olarak, dünya durumundan tamamen habersiz karanlıklar içinde bulunmaktadırlar. Onlar daima kötü düşünmektedirler. Dünyada ne olup bittiği hakkında hiçbir bilgileri yoktur. Onların bütün yaptıkları, Müslüman Ahmediye Cemaati’ni İngiliz fidanı olarak suçlamaktır.

Deccal’ın tehlikeli politikası

Hollanda’da Müslüman Ahmediye Cemaati tarafından bir tebliğ merkezi kurulduğu zaman yerli gazetelerden M.66 adlı bir gazete, bu Cemaat hakkında düşüncelerini yayınladı. Düşüncesini bildirmeden önce, neden böyle bir fikir ileri sürdüğünü ve niçin böyle bir gerek duyduğunu da size açıklamam gerekmektedir. Müslüman Ahmediye Cemaati tarafından Hollanda’da bir tebliğ merkezi kurulduğu zaman, Dr. Houben adlı bir zat bu Cemaat aleyhinde çok korkunç bir suçlama kampanyası başlattı. Bu zat Müslüman Ahmediye Cemaati’nin çok tehlikeli bir cemaat olduğunu ve Hıristiyanların bu Cemaat’ten sakınmaları gerektiğini bildirerek Hıristiyanlık âlemini uyardı. Bu Cemaat’ten korunmalarının yolunu da öğretti. Tavsiye ettiği yol şuydu:

“Müslümanlar bu Cemaat’i Müslüman olarak kabul etmezler. O yüzden bu Cemaat’ten korunmanın çaresi şudur ki Hıristiyanlar bile bu Cemaat’i Gayr-i Müslim olarak nitelendirsinler ve Ahmediler’e, İslâmiyet’i temsil eden sizler de kim oluyorsunuz? Sizin İslâm diniyle ne ilişkiniz vardır?” diye itiraz etsinler. Bu zat İslâmiyet’in de hiçbir kuvveti kalmadığını ve uyuşuk bir durumda bulunduğunu, İslâmiyet’i imha etmenin zor bir iş olmadığını da bildirdi. Müslüman Ahmediye Cemaati’ne gelince, bu Cemaat’in zaten Müslüman olmadığını, Hıristiyanların bunlarla ilişkilerini kesmeleri gerektiğini hatta bütün dünya halkının bu Cemaat’i Gayr-i Müslim kabul ederek aynı şeyi ileri sürmeleri gerektiğini ve bu Cemaat’in böylece etkisiz kalacağını ve bir iş başaramayacağını ileri sürdü.

İşte dün bir İngiliz’in ileri sürdüğü ve Avrupalıların benimsediği, bugünse sözde birkaç Müslüman’ın bu Cemaat aleyhinde kullandığı plân işte budur. Dr.Houben, Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde bu suçlamaları yayınladığı ve bu Cemaat aleyhinde yeni bir politika ileri sürdüğü zaman, bir Katolik gazete olmasına rağmen M.66 adlı gazete yine de doğru söz söylemeğe mecbur kaldı ve Dr.Houben’e hitaben şöyle dedi:

“Prof.Dr.Houben’in, İslâm dininin zalim ve yok edici bir Tanrı ileri sürdüğünü söylemesi tamamen yanıltıcıdır.”

(Dr.Houben’e göre böyle bir Tanrı ileri sürmek anlamsızdır. Tanrı hakkında İslâm’ın ileri sürdüğü düşünce artık geçmişe karışmış bir hikâye gibidir. Bu çağda aklı başında hiçbirisi böyle zalim ve mahvedici Tanrı’yı kabul etmeye istekli olamaz. O yüzden akıl, mantık ve delil bakımından İslâm artık ölmüştür. İşte buna işaret ederek söz konusu gazete şöyle der:)

“İslâm’da yenileştirme ve diriltme gücünün bulunmayışını savunmak gerçekten uzaktır. Çünkü Müslüman Ahmediye Cemaati kendi zatında İslâm’ın yenileştirme ve diriltme gücünün varolan bir delilidir. Belki de o yüzden bu Cemaat Hıristiyan düşünürler için bir korku vesilesi olmuştur. Geçenlerde Prof.Dr.Camps bile buna benzer düşünceler ileri sürmüştü ve Hıristiyanların bu Cemaat’ten sakınmaları gerektiğini bildirmişti.”

Gazete daha sonra şöyle der:

“Ahmediyet İslâm’ın değişik şekillerinden birisidir. Fakat Ahmediyet de İslâmiyet’i temsil etmeye tamamen haklıdır. Bu hareket, hiç şüphesiz, muhalif düşünceli Müslümanların şiddetli bir şekilde karşı çıkmalarıyla karşılaşmaktadır. Fakat bu muhalifler, ilmî bir şekilde tartışabilmekten uzak ve Katolik düşünceli olarak göze çarparlar. Onlar, muhalif inanç ve düşünce taşıyanları hemen kâfir olarak nitelendirirler ve dinden çıkmış olmakla suçlarlar.”

Bu bir gazetenin analizidir. Bu Katolik bir gazetedir;  fakat söylediği söz çok doğrudur. Bu gazete der ki: Ey Müslüman Ahmediler’in muhalifleri! Sizler de bizler gibisiniz nasıl ki bizler sabırsız ve dar düşünceli isek her muhalifimizi kâfir sayarak Hıristiyanlıktan çıkmış olmakla suçlar isek, sizler de Müslüman Ahmediler’e aynı şekilde davranmaktasınız.

Papazlar – hocalar işbirliği

Gerçek şudur ki bugünkü Müslüman din adamlarına, Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde böyle hareket etmeleri ve hileler Hıristiyan âlemi tarafından öğretilmiştir. İşte bu gazetenin zikrettiği Prof. Houben’in makalesinde bu gerçek su yüzüne çıkmış ve açıklık kazanmıştır. Bir yandan o, el-iyazübillah,  İslâm’ın ölü ve ancak kılıçla yayılan bir din olduğunu savunur. İslâm’da artık kılıç kalmadığına göre, bu çağda bu dinin gücü işleyemez. Diğer yandan o, Müslüman Ahmediler’e türlü itirazlar etmekte ve bu Cemaat’in tehlikeli olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca o, bu Cemaat’in Müslümanlar’ı temsil edemeyeceğini savunarak, İslâm âleminin bu Cemaat’in Müslüman olmadığını belirterek bunu hiçe saydığını; Hıristiyanlığın da bu Cemaat’in İslâm’ın temsilcisi olmadığını, o yüzden İslâm dinini savunamayacağını ileri sürerek bu Cemaat’i reddedeceğini belirtmektedir. Bu düşünceler sonunda entrika halini almıştır. Böylece Hıristiyanlık âlemi, Müslüman Ahmediye Cemaati düşmanı din adamlarıyla işbirliği yapmış ve Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde hu hareketler de işte böylece başlatılmıştır. 1974’de dahi Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde bir hareket başladığı zaman, Delhi’de yayınlanan haftalık bir dergi böyle bir işbirliğine işaret etmişti. Keza “Cadid Urdu Reporter” adlı bir dergi, 20 Aralık 1984’deki sayısında bu konuya işaret ederek şöyle demektedir:

“Bundan on yıl önce Delhi’de yayınlanmakta olan Na’i Dünya adlı haftalık bir mecmua 26 Haziran 1974 sayısında şu açıklamayı yapmıştı: Kadiyani yahut Ahmedi propagandacılar Avrupa ve Afrika’da Hıristiyanlığın kuvvetini kırmakta, Hıristiyan misyonerleri de onlara karşı duramamaktadırlar. Bundan dolayı Pakistan’ın bugünkü kargaşasında Hıristiyanların parmağı vardır kanaatindeyiz. Hıristiyan misyonerler, Müslüman Ahmediye Cemaati’ni, Müslümanların kendi elleriyle, Hıristiyanlara karşı duramayacak şekilde zayıf düşürmek istemektedirler. Hıristiyan misyonerler, para gücüne dayanarak, her çeşit hilelere başvurmaktadırlar. Müslümanlar ise, entrikanın arkasında kimin parmağı bulunduğunu anlayamamaktadırlar.”

Enteresandır ki Müslüman Ahmediye Cemaati Avrupa yahut Afrika’da İslâmiyet’i yaymak konusunda önemli bir iş başarmaktayken, Hıristiyanlık âlemi Pakistan’da Müslümanların kendi elleriyle bu Cemaat aleyhinde bir hareket başlatır.”[20]

Pakistan Hükümeti’nden Hıristiyanlar’ın isteği

İşte demin zikredilen yorum, bir Hindistan Gazetesi’nin yorumuydu. Bunu destekleyen ispatlar, Pakistan’ın kendi içinde bile mevcuttur. Çağdaş Hıristiyanlık âlemi, özellikle Pakistan’da yaşamakta olan Hıristiyanlar, Pakistan Sıkıyönetim Hükümeti’nin, Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde büyük çabalar sarfederek yaptıkları propaganda hakkında ne düşünmektedirler? Buyurun kendi dillerinden dinleyelim. İmruz Gazetesi Lahore, 22 Haziran 1984’deki sayısında şöyle bir haber yayınlamıştır:

Pakistan Hıristiyan Çiftçiler Ulusal Partisi Genel Başkanı Mr.Patres (Peter) Gill tarafından 2 Aralık 1983’de Lahore Eyalet Yüksek Mahkemesi’ne (Danıştay) başvuruda bulunulmuştur. Bu başvuruda Ahmediler’in Kadiyani ve Lahori gruplarının entrikalarından Hıristiyanların kurtarılması için Pakistan Hükümetine emir verilmesi istenmiştir. Ayrıca Ahmediler’i yasa dışı siyasî bir parti olarak ilân etmesi, bütün yayınlarına el konulması, bütün merkezlerinin ve ibadet yerlerinin kapatılması için hükümete emir verilmesi de talep edilmiştir.”[21]

Hıristiyanların hükümete emir vermesi için mahkemeye başvurmaları hayret vericidir. Buna neden gerek duymuşlar anlayamadık. Onlar tarafından yayınlanan bu söz zaten Pakistan Hükümeti için bir emir mahiyetinde idi. Zaten Hıristiyanların temsilcisi Bay Patras Gill’in isteğine göre de Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde işlem yapıldı. Hıristiyanlar Eyalet Yüksek Mahkemesine başvurarak, bu mahkemeden Müslüman Ahmediler’e karşı işlem yapılması için Pakistan Sıkıyönetim Hükümeti’ne emir vermesini istemişlerdi. Pakistan  Sıkıyönetim Hükümeti Müslüman Ahmediler’e karşı zaten aynı işlemi uyguladı.

Pakistan Sıkıyönetim İdaresi tarafından Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde söz konusu yasaklar ilân edildiği zaman Pakistan Hıristiyanları büyük bir coşkuyla bu yasakları şöyle övdüler: “Ravalpindi, 30 Nisan, Pakistan Azınlıklar Cemiyeti ve Toplumu Düzeltme ve Geliştirme Kurumu Başkanı Selim Ahtar, (bu zat koyu bir Hıristiyan’dır) Pakistan Devlet Başkanı tarafından Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde yürürlüğe konan sıkıyönetim yasaklarını büyük bir sevinçle karşılayarak, “General Ziya-ül Hak böyle cesaretli davranarak yalnız Müslümanların değil, Pakistan’da yaşamakta olan azınlıkların da beğenisini kazanmıştır” diyerek sıkıyönetim yasaklarını övmüştür. Çodri Selim Ahtar demecinde; “bu İngiliz fidanının çirkin hareketleri yalnız İslâm değil Hıristiyanlık talimatına da aykırı idi ve yalnız İslâm değil Hıristiyanlık dahi Bu Cemaat’in iş ve Hareketi’nden şiddetli bir şekilde zarar görmekteydi”[22] demiştir.

Müslüman Ahmediye Cemaati’ni “İngiliz Fidanı” diye suçlayanlar lütfen bu kelimeleri tekrar okusunlar. Bugün Pakistan’ın yerli bir Hıristiyanı bile, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin Hıristiyanlık aleyhinde büyük bir tehlike teşkil ettiğini iyi bilmektedir. Öyleyse acaba İngiliz İmparatorluğu bu gerçeği neden fark edememiştir? Güya kendi eliyle Hıristiyanlığı mahveden bir fidan dikmiştir.

Hıristiyanlığa hizmet ettiği için Ziya-Ül Hak’a Tebrik

İşte yerli Hıristiyan böyle demektedir. Diğer taraftan Avrupalı Hıristiyan bile, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin İslâmiyet’i yayma çabaları sonucunda Hıristiyanlığın büyük zararlar, İslâm’ın da büyük faydalar görmekte olduğu ve büyük güç kazandığını kabul etmektedir. Çağdaş Avrupalı Hıristiyan bir papaz Avrupa Hıristiyanlığının da, Afrika Hıristiyanlığının da, Müslüman Ahmediler’in çabaları sonucunda tehlikede olduğunu kabul etmektedir. Yalnız yağcılar, ne olursa olsun, hükümetin mizacını ve niyetini iyi kavrayarak söz söylerler. Bu yüzden bu Pakistan’lı Hıristiyan, el-iyazü billah İslâm’ın da tehlikede olduğunu sayıklamakta ve aynı zamanda Hıristiyanlığın da büyük bir tehlike içinde bulunduğunu söylemektedir. İş bu kadarla bitmemektedir. Bu Hıristiyan, sözünü şöyle sürdürmektedir:

“Çodri Selim Ahtar, Devlet Başkanından, Ahmediler’in bütün yayınlarını yasa dışı ilân ederek bu yayınlara el konulması ve daha sonra bütün bu kitapların ateşe verilmesi ve ileride Ahmediler’in bir kitap yayınlamaları halinde ağır cezalara çarptırılacakları konusunda bir emir çıkarmasını talep etmiştir.”[23]

Çodri Selim Ahtar adlı bu Hıristiyan, Pakistan Devlet Başkanı General Ziya-ül Hak’a kutlama mesajları göndermektedir. Ben ise, Selim Ahtar isimli bu Hıristiyan’ı kutlarım! Pakistan Devlet Başkanı bu Hıristiyan’ın isteğine ve arzusuna tamamen uyarak, bu işe fiilen başlamıştır ve hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Ahmediye yayınları ateşe verilmektedir. Yanlarında bu yayınlardan bulunan Müslüman Ahmediler gözaltına alınıp nezarete ve hapishanelere atılmaktadırlar. El konmadan ve yasak getirilmeden önce bile o yayınların bir Ahmedi’nin yanında bulunmasından dolayı o kişi gözaltına alınmaktadır. Yani Selim Ahtar adlı bu Hıristiyan’ın düşündüğünden de fazla Pakistan Sıkıyönetim Hükümeti, sözde İslâmiyet’e, Hıristiyanlar’ın kendi itiraflarına göre de Hıristiyanlığa olağanüstü yüce hizmetlerde bulunmaya devam etmektedir.

Gerçek İngiliz Fidanı kimdir?

Bu sebepten, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin, kendi çıkarlarını korumak amacıyla İngilizlerin diktiği fidan olduğuna dair ileri sürülen suçlama, el-iyazü billah, kesinlikle yanlıştır. Bellidir ki, emperyalist güçlerin çıkarlarını yalnız Hıristiyanlığın ilerlemesini sağlamakta olan ve Hıristiyanlığın çıkarları uğruna Müslüman Ahmediye Cemaati’ni yoketmeğe niyetlenmiş olan kimseler savunmaktadırlar. Onlar bütün dünyada şöyle propaganda yapmaktadırlar: İngiliz fidanı işte buydu. O yüzden biz onu söküp yoketmekle görevlendirildik.

İncelememiz lâzım olan mesele şudur ki: Gerçekten Hıristiyanlığın çıkarlarını korumak amacıyla görevlendirilmiş olan kimlerdir? İşte onlar dün Müslüman Ahmediye Cemaati’ni suçlamakta olan kimseler idi. Bugün ise yine aynı kişilerdir. Birçok defa bir hırsız, hırsızlığının cezasından kurtulmak için bekçiyi suçlar ve yakalanmak korkusundan dolayı bekçiye bağırır ve hırsız olduğunu ileri sürer. Urdu dilinde bu konuda şu atasözü vardır: “İşin tersine bakınız. Hırsız bekçiye bağırmaktadır.”

Birçok defa bir hizmetçi efendileşerek kendi efendisinin haklarını gaspeder ve ona hakim oluverir. Bir memleketi korumak amacıyla oluşturulan ve ülke ahalisinin elinden ekmek parası kazanan ve onları koruyacaklarına ant içerek mevki kazanan güçler, bazı memleketlerde bir şanssızlık eseri olarak hizmetçi durumundan efendi durumuna yükselirler ve kendi memleketlerinde olsa dahi ekmek parasını işte böyle kazanırlar. Onlar efendilerini, yani ülke ahalisini köleleri durumuna getirirler. Dünyanın hali işte böyledir ve dünyada bu gibi hadiseler olagelmiştir. Aynı şekilde, İslâm savunmasında yüce bir hareket olan ve Allah’ıncc kendi eliyle kurulmuş olan Müslüman Ahmediye Cemaati’nin tam ters bir şekilde takdim edilmesi yadırganmamalıdır. Bu Cemaat’i bu şekilde gösterenler bile daima İslâm düşmanı güçlerin maşası olarak kullanılagelen ve bugün bile aynı şekilde bir maşa olarak kullanılmakta olan kişilerdir. Eğer bir kimse sözlerime inanmıyorsa ve dediklerimi kabul etmeye istekli görünmüyorsa, zaman zaman emperyalist güçlerin maşası olarak kullanılagelenlerin ve bu gerçeği itiraf dahi etmiş olanların kimler olduğunu, Ahmedi olmayan din adamlarının kendi ifadelerinden öğrenmelidir. Keza, yalnız bu kadarla kalmayıp, memleket mahkemelerinden, İslâm düşmanı kuvvetlerin ellerinde daima bir maşa olarak kullanılagelen ve bugün bile aynı şekilde kullananların kimler olduğunu öğrensinler. Mesela Meclis-i Ahrar vardır, bunlar Devbandi ve Ehl-i Hadis’in bir karışımıdır ve daima Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde düşmanlar tarafından maşa olarak kullanılmıştır. Bu hep böyle olmuştur ve bu Cemaat daima Ahmediler aleyhinde düşmanlarının bir aracı olarak kullanılmıştır. İslâm’a ve Pakistan’a düşman olan kuvvetler daima bu Cemaat’i kullanmışlardır.

Ahrarlar’ın hıyanetleri

1935’te Şehit Genc Cami’i hadisesinde yüzbinlerce Müslüman canlarını feda ederek Lahor sokakları şehit kanlarıyla boyanırken Hindu Kongre Partisi efendileri uğruna İslâm çıkarlarını feda eden de işte bu Ahrar partisidir. Müslümanların imanlarını ve namuslarını İngiliz valisine satarak fiilen Camiyi İngilizlere vermiş olan da işte bu Ahrarlardır. Onlar daha sonra gazetelere şöyle bir ilân vermişlerdi:

Bir cami yıkılırsa ne fark eder? Biz köle bir milletiz. Köle bir milletin camileri nasıl hür olabilir? O yüzden eğer bir tane camimiz köle durumuna düşerse ne fark eder? Biz zaten baştan başa köle olan bir milletiz. O yüzden hiç farketmez. Bırakınız Sihler bu camiyi işgal edip yıksınlar. Sonunda kendiliğinden geri verirler.”

İşte bunların bu çeşit yazıları basılmış ve kayda geçmiş durumdadır. O devirde Hindular bile, Ahrarların Hindular için çalıştıklarını kabul etmişlerdir. Hatta gazeteler vasıtasıyla Ahrarlar’a açıkça teşekkür bile bildirilmiştir. Meselâ Hindistan’da çıkmakta olan Hindular’ın ünlü bir gazetesi “Bande Mataram”ın, 13 Ekim 1935 tarihli sayısında, Ahrar meclisine şükranlarını şöyle bildirmektedir:

“Biz, Ahrarlar’ın işlerinden pek memnun kaldık ve onları kutlarız. Onlar millet ve memleketin çıkarları uğruna, gerçekten büyük bir cesaret ve irade gücüyle kendi dindaşlarına karşı durdular. Bizim Ahrar kardeşlerimizin gösterdikleri en büyük fedakârlık işte budur. Ahrar meclisi hiç şüphesiz, bütün memleketin şükranlarına layıktır.

Ahrar’ın çirkin hareket tarzları

Ahrar meclisi daha düne kadar Hindular’ın takdirlerine mazhar olmuşlardı.  Lâkin acaba Pakistan kurulduktan sonra da onlar milletin şükranlarına lâyık mıdırlar? Bu konuyu da araştırmamız lâzımdır. Pakistan kurulmasına karşı çıkmış ve aleyhinde yazılar yazmış olan Mevdudi genellikle bu konuda özürlerini bildirmektedir. Pakistan kurulmadan önce biz ona karşı çıktık. Yalnız Pakistan kurulduktan sonra biz onu kabul ettik. O yüzden bizim eski hatalarımızı affediniz demektedir.

Gerçek şudur ki ne Ahrar’ın ne de Mevdudiler’in hiçbirisi tövbe etmemiştir. İster Meclis-i Ahrar olsun, ister Mevdudiler’in partisi olan Cemaat-i İslâmi olsun, dün oldukları gibi bugün bile aynen Pakistan’a düşmandırlar. 1953’deki Yüksek Mahkeme’nin hakimi Münir Bey tarafından hazırlanan raporu okuyup incelemeniz mümkündür. Mahkeme sık sık büyük bir üzüntüyle kesin düşüncesini açıklamış ve bunların Pakistan’ı ne önce ne de bugün, hiçbir zaman kabul etmediklerini ve Pakistan düşmanlıklarında hiçbir azalma olmadığını bildirmiştir. Sayın Hakim Beyefendi şöyle der:

“Ahrarlar’ın tavırları hakkında daha yumuşak ve nazik kelimeleri kullanmamız mümkün değildir. Onların hareketleri özellikle mekruh, çirkin ve nefrete değer idi. Çünkü onlar maddi ve dünya ile ilgili bir amaç uğruna dinî bir meseleyi alet ederek o meseleye saygısızlık ettiler.”[24]

Ahrarlar’ın bu tavırları bir alışkanlık haline gelmiştir ve onlar daima böyle davranmışlardır. Aynı hakim, Ahrar liderlerinin hareket tarzını şöyle kötülemektedir:

“Muhammed Ali Calandari 15 Şubat 1953’de Lahor’da konuşma yaparken Ahrarlar’ın Pakistan düşmanı olduklarını itiraf etmiştir… Bu zat Pakistan kurulmadan önce de Pakistan kurulduktan sonra da bu memleket için,  “Pelidistan” (Alçak insanların rezil ülkesi) tabirini kullanmıştır. Keza Seyyid Ata-üllah Şah Buharî de konuşmasında şöyle demiştir: “Pakistan, Ahrar’ın istemeyerek benimsediği bir sokak kadınıdır.”[25]

Bugün, Müslüman Ahmediye Cemaati’ni yabancı güçlerin ajanı olarak suçlayanların kendi karakterleri işte budur. Bugün yüce bir İslâm ülkesi ordusuna musallat olmuş olanlar da işte bunlardır ve Pakistan ordusu da bugün bunların emrine tabidir. Dün de, dünden önce de, bugün de Pakistan’a muhalif olanlar işte bunlardır. Pakistan’a daha önce de sokak kadını diyenler, bugün de fahişe diyenler ve bu memlekete bir sokak kadını muamelesi yapanlar işte bu insanlardır. Karakterleri budur. Kullandıkları lisan da işte budur. İslâmiyet adına kurulan bir memleketi güya bir sokak kadını sayarak kabul etmişlerdir.

Ahrar’ın İslâm âlemi çıkarlarına sırt çevirmesi

İslâm âlemi çıkarlarına gelince, hareket ve düşünce tarzları neticesinde Müslümanlar ne gibi işkencelerle karşı karşıya gelecekler? Bu soru Ahrarlar’ı zerre kadar ilgilendirmez. İslâm âlemi uğruna onların kalplerinde zerre kadar merhamet yoktur. Meselâ demin zikrettiğim mahkemede, hakimler bu meseleyi Ahrar liderlerine en iyi şekilde açıkladılar ve şöyle dediler: “Burada İslâmiyet adına Gayr-i Müslimlerin insan haklarını bile gaspedeceğinizi iddia etmektesiniz. Bir sokak kadını olarak kabul ettiğiniz bu ülke sınırları içinde sizler koruma altındasınız. Bu ülkenin korumasında bulunarak çok büyük sözler etmektesiniz ve Pakistan kurulmuşsa iyi olmuş; şimdi burada Müslüman olmayanlara yer yoktur; biz onların bütün insanlık haklarını gaspederiz demektesiniz. Hakimler Ahrar liderlerine ve mollalarına şöyle sordular:

“Eğer biz Pakistan’da İslâmî bir anayasayı uygulamaya koyarsak, o zaman burada Müslüman olmayanların durumu ne olacaktır? Tanınmış din adamları, Pakistan İslâm Cumhuriyeti’nde Müslüman olmayanların zimmiler durumunda olacakları, Müslümanlarla eşit haklara sahip olmadıklarından dolayı Pakistan’ın tam vatandaşı sayılmayacakları yasama ve yürütme konusunda da söz sahibi olmayacakları ve hükümette görev alma hakkına sahip olmayacakları düşüncesindedirler.”[26]

Bunun üzerine bir Ahrar lideri olan Hamid Badayuni şöyle cevapladı: “Pakistan’daki Gayr-i Müslimler ne vatandaşlık hakkına sahip olacaklar ne de zimmi yahut anlaşmaya tabi olanların durumunda olacaklardır.”

Mahkemenin değerli hakimleri, şöyle bir soru sordular: “Eğer deminki sözünüz doğruysa, o zaman, Hindistan’da yaşamakta olan zavallı Müslümanların durumu ne olacak? Eğer Hindistan Hükümeti onlara karşı aynı şekilde davranırsa ve onların üzerine Manu’nun şeriatini uygulamaya çalışırsa, acaba böyle davranmak hakkına sahip olacak mıdır, olmayacak mıdır? Lütfen açıklar mısınız?

Bu soru üzerine Pakistan Cemiyet-ül Ulema başkanı Seyyid Muhammed Ahmed Kadri şöyle cevap verdi:

“Hindistan’da çoğunlukta olan Hindular, Hindu dinine göre memleket kurma hakkına sahiptirler. Eğer o hükümet düzeninde “Manu Şastır”[27] yasalarına göre Müslümanlar’a”Malîç yahut Şudar”lar[28] muamelesi yaparsalar, benim onlara hiçbir itirazım olmayacaktır.”[29]

Demek ki eğer Hindistan’da Müslümanlara katliam yapılırsa, Filistin’de Müslümanları kılıçtan geçirirlerse yahut dünyanın başka ülkelerinde Müslümanlara kıyamet hadisesi uygulanırsa, sözde Müslüman olan bu mollaların dillerinden, üzüntülerini bildiren, üzüntü bir yana, insanlık adına duyulan bir esefi ifade eden bir tek söz bile duymayacaksınız. Onlar zaten değişik ülkelerde yaşamakta olan Müslümanların üzüntülerinden ve problemlerinden acı duyduklarına dair hiçbir zaman bir tek kelime bile söz etmemişlerdir. Hindistan’da Müslümanların başlarından geçenlerle de bir ilgileri yoktur. Çünkü bu üzüntülerin onlar için bir fark yaratmadığını itiraf etmişlerdir. Demek ki onlar şöyle düşünmektedirler: Eğer biz Pakistan’da Müslüman olmayanlara böyle davranırsak, onlar da kendi ülkelerindeki Müslümanlara zulüm ve işkenceler yapma hakkına sahiptirler. Bu çok açık ve belli bir gerçektir. O yüzden elimizden geldikçe biz onlara işkence haksızlık ve baskı yapmaya devam edeceğiz. Olsun, Hindular da ellerinden geldikçe Müslümanlara haksızlık ve işkence yapsınlar. Biz ona zerre kadar dikkat etmeyiz.

Mevlana Mevdudi’ye de aynı soru soruldu. Mevdudi şöyle bir cevap verdi: “O hükümet düzeninde Müslümanlara”Malîç ve Şudar” muamelesi yapılsın; Manu[30] yasaları uygulansın; onlara idari mevkilerden pay verilmesin ve kesinlikle vatandaşlık hakları tanınmasın. Buna hiç ama hiçbir itirazım olmayacaktır.”[31]

Acı ama gerçek

İncelemeniz gereken soru şudur: Yabancıların ve yabancı güçlerin ajanları bunlar mıdır yoksa her tehlike anında Müslümanlar için ilk başta fedakârlıklar yapmış olan bizler miyiz? İslâm âleminde nerede olursa olsun, Müslümanlar bir ızdırap ve üzüntü ile karşılaştıkları zaman, bunun neticesi olarak içlerinde en fazla acı duyanlar da Ahmedilerdir. Mollalara gelince, Pakistan’ın tam nüfusundan fazla olan Hindistan’daki milyonlarca Müslüman hakkında zerre kadar acı duymadıklarını ve durumlarının kendileri için hiçbir fark yaratmayacağını ve kalplerinde onlar için bir acı hissetmeyeceklerini söylemektedirler. Ümmet-i Muhammed’e mensup olanların zulme uğramalarıyla millî onur ve haysiyetlerinin zedelendiğini duymayacaklarını, kalplerinde bir ızdırap hissetmeyeceklerini ve kan ağlamayacaklarını ifade etmektedirler. İster Hindular’ın “Manu Şastır” yasaları Muhammed Ümmetine de uygulansın. Hatta Ataüllah Şah Buharî, İslâm olmayan ülkelerle ilgili olarak Müslümanların sayılarını bildiren listeler ileri sürdü. Hakimler bile bu listelerin kendileriyle bir alâkası olmayıp Ahrarlar’ın kendi hazırladıkları listeler olduğunu, fakat bu listelerden İslâm olmayan ülkelerde kaç tane Müslüman bulunduğunun tahmin edilebileceğini alaylı bir dille ifade etmişlerdir. Bu Müslümanlara yapılan korkunç muamele aslında İslâm ülkelerinde Müslüman olmayanlara yapılan muamelenin bir yankısı mahiyetinde olacaktır. Fakat Ataüllah Şah Buharî’ye bu vız gelir. O söz konusu mahkemede şöyle demiştir:

“Geri kalan 640 milyon Müslüman kendi kaderlerini kendileri çizsinler.”[32]

Yani onların durumu bizi ilgilendirmez. Biz insanların haklarını gaspetmekle görevlendirilmişiz. Biz bu hakları gaspedeceğiz. İsterse bunun neticesinde yüzbinlerce Müslüman, İslâm olmayan ülkelerde yabancı hükümetlerin zulümlerine maruz kalsın.

Ahmediyet Düşmanı Hindu’dan Yana

Şimdi “Manu’nun Yasaları” nedir? Bu soruyu da araştırmamız lâzımdır. Hatırlanacağı gibi Mevdudi, Ataüllah Şah Buharî ve Hamid Badayuni, Müslümanlar’a”Manu Şastır” yasaları uygulansın, ne fark eder demişlerdir. Manu adlı Hindu düşünür, Vedalara (Hindular’ın kutsal kitabı) göre şöyle demiştir:

“Eğer bir rezilin[33] kızıyla saygıdeğer bir Brahman[34] zina yapıverirse bunda hiçbir kabahat yoktur. O Brahman’a hiçbir ceza da verilmeyecektir.”

Yani Hindu olmayan veyahut düşük kasttan olan rezil demektir. Onların kızları yahut kadınlarıyla bir Brahman çirkin bir iş yaparsa ve onları küçük düşürürse, bunda bir kabahat olmadığını ve böyle davrananlara bir ceza verilmeyeceğini söylemektedirler. Diğer yandan Mevdudi, Buharî ve Hamid Badayuni, Hindistan’da Müslüman kadınlarla böyle davranılırsa bunun kendileri için bir fark yaratmayacağını, kalp vuruşlarının hızlanmayacağını ve kan ağlamak bir yana iki damlacık olsun gözyaşı akıtmayacaklarını ifade etmektedirler. Yazıklar olsun! Bu mollaların kalplerinde Muhammed Ümmeti’nin anaları, bacıları ve kızlarına karşı zerre kadar saygıları yoktur. Aksine onların İslâm sevgisi ancak ve ancak Müslüman Ahmediler’e can düşmanı kesilmek, mallarını yağma etmek ve namuslarıyla oynamak seviyesine kadar sınırlıdır. Munu’nun kaleme aldığı yasalara bir kere daha göz atalım. 380’inci “Aşkol”[35] şöyle der:

“Brahman ne kadar büyük suç işlerse işlesin hiçbir zaman katledilmemelidir. Bir Brahman’ın katline eşit başka hiçbir suç yoktur. Bir Brahman isterse düşük kastan olan birisinin kızıyla evlenebilir. Düşük kasttan birisi yanında altın, gümüş yahut her hangi değerli eşya vb. varsa Brahman onları kendi idaresine geçirebilir. Fakat eğer düşük kasttan birisi böyle bir iş yaparsa, korlaşmış bir demir parçasına yatırılarak öldürülsün. Keza aynı şekilde eğer bir Brahman bir Şudar’ın Veda okuduğunu duyarsa, kulaklarına kaynar kurşun ve yanar mum dökülsün.”

Bugünlerde Pakistan’da uygulanmakta olan şeriat kesinlikle Kur’an-ı Kerim’den alınmamıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim son derece güzel ve hikmet dolu bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim insanlık şerefini kabul eder ve idame ettirir, insanların eşit olduklarını iddia eder ve merhamet ile alçak gönüllülüğü öğretir. İçinde insanların temel haklarını telef etmeyi öğreten hiçbir talimat yoktur. Anlaşılan bu şeriat Bay Manu’dan alınmıştır. Şimdi bunlar Manu’nun talimatını orada (Hindistan’da) Müslümanlar aleyhinde ve Pakistan’da dahi yine Müslümanlar aleyhinde uygulamak istemektedirler. Yine Manu’nun yasalarına göre: “Üst kasta mensup bir Hindu kendisine lâzım olan eşyaları Veş yahut Şudar’ın[36] evinden çalarsa yahut çaldırırsa, kral bu çeşit mazlumun feryadını duymamalıdır. Şudar daima Brahman’a hizmet etmelidir. Onun kurtuluşu bundadır. Şudar’ın yaptığı bütün diğer işler faydasızdır. Düşük kasttan olanlar, zenginleşerek üst kasttakileri idare etmesin diye, para  biriktirmelerine müsaade yoktur.”[37]

Hıristiyanlarla Hindular’ın gerçek ajanları

Şimdi lütfen siz kendiniz karar veriniz Hıristiyan ajanı kimdir? Hindu ajanı kimdir? Keza diğer dinlerin ve diğer güçlerin ajanları kimlerdir? Camileri satıp yiyen bu mollalar topluluğu, Müslüman kadınların namusuna değer vermeyen bu duygusuz insanlar, Müslümanlar hangi zulme maruz kalırlarsa kalsınlar, bunun kendileri için bir fark yaratmadığını söylemektedirler. Emperyalist güçlerin desteğine ve kışkırtmalarına dayanarak silâhsız Filistinlilere kurşun sıkmaktan geri durmayanlar işte bunlardır. İslâmiyet karşısında daima Hıristiyanlığa arka çıkmış ve Hıristiyanlığı desteklemiş olanlar ve asırlardan beri Hz. İsa’nınas hayatta olduğunu ispat etmek uğruna vakfolmuş olanlar işte bunlardır. O yüzden emperyalist ve sömürgeci güçlerin ve İslâm düşmanı hareketlerin ajanı bunlar mıdırlar, yoksa daima İslâmiyet’i üstün kılmak ve Hz. Muhammed’insav bayrağını yükseklerde dalgalandırmak uğruna varolan her şeyini feda etmekte olan ve İslâm uğruna her çeşit fedakârlık ve özveriden bir an için dahi olsa geri durmayan Müslüman Ahmediye Cemaati midir? Bunların durumuna bir göz atınız. Kendilerinin bile Müslüman kabul ettikleri Müslümanlar şiddetli bir şekilde zulümlere maruz kalmaktadırlar, fakat yine de onların durumu bunları ilgilendirmemektedir. Buna mukabil, dillerinin kendisini suçlayıp küfür ederek yorulmadığı Vadedilen Mesih Hz. Ahmed’inas kalbinin durumu neydi? İslâmiyet’i sevmekte olduklarını ileri süren ve Müslüman olduklarını iddia eden en şiddetli düşmanları hakkında bile şöyle demektedir:

اے دل تو نیز خاطر اینان نگاہ دار کاخر کنند دعوئے حُبِّ پیمبرمؐ

“Yani bu insanlar bana küfrederler. Benim kâfir ve dinden dönmüş olduğumu ileri sürerler ve daha kim bilir neler söylemezler ki? Onlara göre benim ve yandaşlarımın kanlarımızı akıtmak caiz olmuştur. Onların düşüncelerine göre ne namusumuzun, ne malımızın, ne de canımızın hiçbir değeri yoktur. Ya Rabbi! Yine de ben onlara beddua etmem. Neden? Çünkü onlar hiç olmazsa sevgilim, efendim Hz. Muhammed’isav sevdiklerini iddia etmektedirler. Bunlar belki yalancıdırlar. Karakterleri de belki bozulmuştur. İmanlarında da belki de türlü fesatlar baş göstermiştir. Yalnız yine de ey kalbim, hiç unutmayacaksın ve hiç hatırından çıkarmayacaksın ki bunlar sevgilim, efendim, canımın içi, bir tanem Hz. Muhammed’insav ismine bağlı olduklarını ileri sürmekte ve kendisini sevdiklerini iddia etmektedirler. Bundan dolayı onların aleyhinde hiçbir zaman beddua etmemelisin.”[38]

Şimdi Müslümanlar için böyle sevgi dolu ve yumuşak bir kalbi olan birisi ve onun Cemaati, haşa, İslâm hainleri olsun, fakat sözde İslâmiyet’i sevmekte ve uğruna savaşmakta olan sözde İslâm mücahitleri bu mollalar güruhu, İslâm yandaşları olsun! Bu ne kadar tuhaftır. Kıyamet gününde Allah’acc sunabilecekleri karakterleri ve İslâmiyet’i yüceltmek uğruna ve onu savunmak için başardıkları olağanüstü bir iş ve hareketleri hangisidir?

İslâm’da Ahmediye hareketi ve gerçeği savunan düşünürler

Daha düne kadar durum değişikti. O zamana kadar ulema ile düşünürlerde yine de gerçeği ifade etme cesareti vardı. Onlar gerçeği ifade etmekten çekinmezlerdi. O devirde bazen Muhammed Hüseyin Batalavî adlı, sonradan Ahmediyet’e düşman kesilen din bilgininin kalemi bile, İslâmiyet’i savunmak konusunda en iyi savaşan birisi doğmuşsa onun da Hz.Mirza Gulam Ahmed Kadiyani olduğunu belirtmekten kendini alamazdı. Birisi bunun Hz. Ahmed’inas Yüce Allahcc tarafından bu çağda Mesih olarak gönderildiğini iddia etmesinden önceki hadise olduğunu ileri sürebilir.  Lâkin takdim ettiğim Nur Muhammed Nakşibendî’nin iktibası Hz. Ahmed’inas iddiasından önceki hadise değildir. Aksine o Mesih olarak görevlendirildiğini iddia etmesinden çok sonraki yazıdır.

Burada, çok meşhur Müslüman bir din adamı ve politik bir liderin bu konudaki bir yazısı da zikredilmeğe değerdir. Bu yazıyı da sizlere okuyorum. Bundan Vadedilen Mesih Ahmed’inas gelişinin amacı ve gayesi ile onu nasıl ve ne yolla elde ettiği anlaşılmaktadır. Aşağıdaki iktibas Mevlana Ebülkelâm Azad’dan alınmıştır. Bu zat şöyle demektedir:

“Mirza Gulam Ahmed kalemleriyle cihad edenlerin ilk ve ön saflarına katılarak, İslâmiyet adına savunma vecibesini yerine getirdi. O, Müslümanların damarlarında sıcak ve taze kan cereyan ettikçe ve İslâmiyet’i savunma sevgisi millî kişiliklerinin unvanı olarak kaldıkça, varolacak ve devam edecek eserleri bir hatıra olarak bırakmıştır. Hz. Ahmed’inas bu hizmeti gelecek nesilleri kendisine teşekkür borçlu bırakmıştır.”[39]

Hıristiyanlık aleyhinde Ahmediyet’in yaptığı başarılı cihad

Bugün ben özellikle Pakistan Müslümanlarına, genellikle de bütün dünya Müslümanlarına Mevlana Ebülkelâm Azad’ın sizler hakkında iyi düşündüğünü hatırlatıyorum ve size hatırlatıyorum ki bu, hakkınızda iyi düşünen çok büyük bir liderinizdir. O, düşüncesini şu gerçeği bilerek açıklamıştır: Eğer damarlarınızda İslâm hamiyeti yani İslâmî onur ve haysiyet, keza gayret ve dinî kıskanma duygusu varsa, eğer sizin damarlarınızda İslâmiyet’i savunmak uğruna dökülmeye hazır olan sıcak kan dolaşmaktaysa o zaman sizlerde bu kan bulundukça kendiniz Hz. Mirza Gulam Ahmed’i İsa’nınas İslâmiyet’e yaptığı hizmetleri itiraf etmeye mecbur bulacaksınız. İslâm savunmasında Mirza Gulam Ahmed’inas yaptığı hizmetlerin benzerini başka hiçbir yerde göremezsiniz. Böylece dilleriniz bu gerçeği kabul etmeye mecbur olacaktır. Mevlana Ebülkelâm Azad’a göre, İslâmiyet’i korumak havisi sizin millî kişiliğinizin unvanı oldukça sizler Mirza Gulam Ahmed hakkında şu gerçeği itiraf etmeye mecbur olacaksınız ki, Hıristiyanlık aleyhinde Müslümanlar tarafından yapılmış olan başarılı cihad ancak Hz. Mirza Gulam Ahmed Kadiyani tarafından yapılmıştır ve o, bu Cihad’ı ilk ve ön saflarda bulunarak yapmıştır. Hz. Ahmedas İslâm düşmanlarına en önde saldırmakta olan İslâm mücahitlerinden birisi idi.

Bir soru

Şimdi ben Müslüman kardeşlerime soruyorum ve her Müslüman Ahmedi onlara şu soruyu sormakta haklıdır: Taze kan nereye gitti? O İslâm hamiyeti ve onuru,  o İslâmî kıskançlık ve gayrete ne oldu? Bugün neden ters konuşmaktasınız? Hıristiyanlık karşısında bu yüce İslâm mücahidini ve yüce İslâm kahramanını neden suçlamaktasınız? Neden İngilizlerin diktiği fidan olduğunu, Hıristiyanlığın da kendi çıkarları uğruna bu fidanı koruduğunu ve budayıp suladığını söylemektesiniz? Sizin gayretleriniz ve kıskançlık duygularınıza ne oldu? Nereye gitti sizin o sıcakkanınız? Hiç araştırdınız mı? Hiç düşündünüz mü? Bu kanı kim emmiştir? Birçok defa bir vampirin, yani uyumakta olan insanların damarlarına yapışarak kanlarını emen bir yarasanın hikâyeleri duyulur. Bu yarasa, insanın boynuna tırnaklarını takıp dişlerini can damarına geçirerek insanın kanını emer. Peki o yarasa kimdir? Bugün sizin damarlarınıza dişlerini geçirmiş olan ve İslâmî hamiyetin ve onurun kanını içmekte olan, sizlerin de farkında olmadığınız o zalim vampir hangisidir?

Eğer bugün bile sizin damarlarınızda İslâmî gayret ve kıskançlığın, keza İslâmî hamiyet ve haysiyetin sıcak kanı dolaşıyor olsaydı, Mevlana Ebülkelâm Azad’ın da söylediği gibi billahi Hz.Mirza Gulam Ahmed’e lanetler okuyacağınıza daima selâm göndermeye ve daima bu İslâm kahramanını methetmeye devam ederdiniz. O İslâm kahramanı ki, İslâm uğruna canını namusunu, malını, evlatlarını, anne babasını, bütün varlığını feda etti. O, yalnız bir tek ümit ile ayağa kalktı; bir tek bu ümit ile yaşadı ve yalnız bir tek ümidin yerine gelmesini bekleyerek dünyadan ayrıldı: Hıristiyan dini sonsuza kadar dünyadan silinsin. Dünyanın bir tek dinî (İslâm), bir tek efendisi (Muhammedsav), bir tek kitabı (Kur’an) olsun ve dünyada saygı ile en çok anılan bir tek peygamber yani Hz. Muhammedsav olsun.

Fakat bu İslâm kahramanı bugün sizin düşüncenize göre en büyük İslâm hainidir; ve sizler! Evet sizler! Sizler ki Müslümanların hamiyet ve haysiyet damarından onların kanını emmektesiniz ve dünyanın önüne sözde büyük İslâm kahramanları olarak çıkmaktasınız. Billahi bu sahtekârlığınız yürümeyecektir. Biz sizin bu sahtekârlığınızın yürümesine imkân vermeyeceğiz. Hain kimdi ve ilk İslâm mücahidi kimdir? Bizler bu gerçeği dünyaya bildirmekten kendimizi alıkoyamayacağız.


[1] Ahmediye düşmanı; mollaların kurduğu siyasî bir cemaat. (Çev.)

[2] Lord Laurence’s Life, c.2 s.313

[3] The Mission, R.Clarke, Londra, 1904, s.47

[4] A.G.E., s.234

[5] A.G.E., s.234

[6] Meselâ bakınız: Şems-ül Ehrar, Laknau, 15 Ekim 1875, c.7 No.15

[7] Şah: Bu kelime Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in soyundan olan kimse için kullanılır. (Çev.)

[8] İzale-yi Evham, Bölüm 2, s.365-366

[9] Keşti-i Nuh; s.15

[10] Melfuzat, c.10 s.336-337,345

[11] Melfuzat, c.10 s.458

[12] Keramât’üs Sadikîn; Dürr-i Semin Arabî; Nazarat Isha’at Rabwah Pakistan, s.72

[13] Meşhur Ehli Hadis lideri Muhammed Hüseyin adlı hoca kasdedilmiştir. (Çev.)

[14] Ek-Saççai Ka İzhar

[15] Hakikat-ül Vahiy, s.273-274

[16] İzale-yi Evham, s.361-362

[17] Önsöz, Nur Muhammed, s.30

[18] Tic Gazetesi, Delhi, 25 Temmuz 1927

[19] Muslim World, Nisan 1939

[20] Cedid Urdu Reporter Gazetesi, Bombay, 20 Aralık 1984

[21] İmruz Gazetesi, 22 Haziran 1984.

[22] Cang Gazetesi; 1 Mayıs 1984.

[23] A.G.E.; 1 Mayıs 1984.

[24] Yüksek Mahkeme (Danıştay) Raporu, s.278

[25] A.G.E.

[26] A.G.E.

[27] Hindular’ın kutsal saydıkları yasalar kitabı. (Çev.)

[28] Hindu kast sisteminde en düşük kast demektir. (Çev.)

[29] Rapor, s.245

[30] Hindular’ın kutsal kabul ettikleri düşünür. (Çev.)

[31] Rapor, s.245

[32] A.G.E., s.323

[33] Hindu kast sisteminde en düşük olan yahut Hindu olmayan birisi demektir. (Çev.)

[34] Hindu kast sisteminde en saygıdeğer olan Hindu. (Çev.)

[35] Hindu din kitabı Manu Şastır’dan bir cümle demektir. (Çev.)

[36] Hindu kast sisteminde en düşük kast demektir. (Çev.)

[37] Manu Santa Adiyae

[38] İzale-yi Evham, Ruhani Hazain c.3 s.182

[39] Vekil Gazetesi, Amirtsar,  Haziran  1908;  Millet  Gazetesi,  Lahor, 7 Ocak 1911

Start typing and press Enter to search