İngiliz Fidanı Suçlamaları ve Gerçekler
Müslüman Ahmediye Cemaati İmamı Mirza Tahir Ahmed Hazretleri’nin 1 Şubat 1985’de Londra’nın Fazl Camiinde verdiği Cuma hutbesi metnidir.
Kelime-i Şahadet, istiaze ve Fatiha Suresi’ni okuduktan sonra, şu ayetleri (25:5-7) okudular:
وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا اِنْ هٰـذَا اِلَّا اِفْكٌ افْتَرٰیهُ وَاَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ اٰخَرُونَ فَقَدْ جَاؤُ ظُلْمًا وَزُورًا ۞ وَقَالُوا اَسَاطٖيرُ الْاَوَّلٖينَ اكْتَتَبَهَا فَهِىَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَصٖيلًا ۞ قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذٖى يَعْلَمُ السِّرَّ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ كَانَ غَفُورًا رَحٖيمًا ۞
Ondan sonra şöyle buyurdular:
“Geçen hutbemde çok eski bir sözüme istinaden Allah’ıncc izniyle Pakistan Hükümeti tarafından Müslüman Ahmediye Cemaati hakkında yayınlanan resmi broşür hakkında beyanatta bulunacağımı ve bu broşürde ileri sürülen bütün itirazları teker teker inceleyeceğimi bildirmiştim. Geçen cuma hutbesinin başında okuduğum ayetlerde Allahcc, Hz. Muhammed’esav itiraz edenlerin aslâ bu konuda yeni birşey ortaya koyamayacak veya ileri süremeyeceklerini, aksine daha önce geçmiş milletlerin kendi peygamberlerine yaptığı suçlamaların aynısını tekrarladıklarını izah etmiştir. Gerçek şu ki, Hz. Muhammed’densav önceki peygamberlere yapılan itirazların aynısı, Hz. Muhammed’esav de çağdaşları tarafından aynen yapılmıştır. Bu daimi bir kuraldır. Her çağda bir Peygamber’e yapılan itirazlar aslında eskiden beri varolan ve sık sık tekrarlanan itirazların aynısıdır.
İlk peygambere yapılan itirazların detayları bilinmemektedir. Ne olursa olsun ona yapılan itirazlar hiç şüphesiz ilk defa yapılmıştır. Fakat ondan sonra bu gelenek hep süregelmiştir ve Kur’an-ı Kerim’de dahi bu geleneğe işaret edilmiştir. Demin okuduğum ayetlerde bile böyle bir itiraza açık bir şekilde atıf yapılmıştır. Hz. Muhammed’esav inanmayanlar kendisine hangi itirazda bulunurlardı? Bakın bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Yani bu kâfirler, Hz. Muhammed’insav sadece bir yalan uydurduğunu, arkasında da kendisini bu konuda destekleyen başka bir millet bulunduğunu söylerler.”
Hz. Muhammed’esav yardım ettiği söylenen millet hakkında, Kuran’da başka bir yerde “Acem milleti” olduğunu söyledikleri bildirilmiştir. Buna cevaben Allahcc şöyle demiştir: Eğer Acemlerden birisi Hz. Muhammed’esav yardım ediyorsa ve yazıp kendisine veriyorsa, böylece kendisi bir Acem yardımıyla peygamber olduğunu ileri sürmüşse, neden ileri sürdüğü sözlerde bir acemilik yoktur? Kendisine yardım eden bir Acem (Arap olmayan) olsun ve konuşma tarzı o Acem’den tamamen farklı olsun! Bu nasıl mümkün olabilir?
Modern araştırmacıların asılsız yakıştırmaları
Asrımızda Vadedilen Mesih Hz. Ahmed’eas edilen itirazlar bile, Kur’an-ı Kerim’in bu ayetleri ışığında, sık sık tekrarlanan eski itirazların tamamen aynısıdır. Aralarında eski peygamberlere karşı ileri sürülen fakat Vadedilen Mesih Ahmed’eas edilmemiş olan bir tek itiraz yoktur. Çoğu kez Hz. Muhammed’esav edilen itirazların aynısı, kendisine tam olarak bağlı olan ve kendisini candan seven sadık ve temiz hizmetçisi Hz. Ahmedas hakkında da tekrarlanmıştır. Gerçekten de Pakistan Hükümeti tarafından Müslüman Ahmediye Cemaati hakkında yayınlanan broşürde bile, bu Cemaat’in “İngilizler’in diktiği fidan” ve Hz. Ahmed’inas de “İngilizler’in tayin ettiği sahte peygamber” olduğu konusu üzerinde özel olarak durulmuştur. Broşürde kullanılan kelimeler şunlardır: “Modern araştırmacılar Ahmediyet’in, kendi imparatorluklarının menfaatlerini korumak gayesiyle İngilizler tarafından dikilen bir fidan olduğunu ispat etmişlerdir.”
Bu modern “araştırmacılar” kimdir? Bu konuda broşürde bir bilgi verilmemiştir. Bu “modern araştırmacılar”ın “araştırmaları” nedir? Bu soru ile ilgili bir açıklama broşürde yer almamaktadır. Aksine tam anlamıyla uydurulmuş bir düzmece ileri sürülmüştür. Yalnız ifade şekli, Batı âlemi veya bu asrın entelektüel kişilerinin genelde kabul edebilecekleri türden, adeta bir araştırma dili biçimindedir. Öyle ki, gerçekten bu çağın “Modern araştırmacıları!” Ahmediyet’in, İngilizler’in eliyle dikilmiş bir fidan olduğunu ispat etmişlerdir!!!
Araştırmanın iç yüzü
Broşürde adı geçen sözde araştırmada, onların söylediklerine göre İngiltere’deki bir matbaada yayınlanmış olan bir kitaptan bahsedilmiştir.[1] Güya bu kitapta belirtildiğine göre İngilizler, kendi parlamentolarında Hindistan’ı zapt edebilmek gayesiyle oraya sahte bir peygamber tayin edilmesine karar vermişler. Bu sahte Peygamber’in adı “Zilli Nebi” olacakmış. Güya “Zilli Nebi” tayin ederek onun vasıtasıyla bütün Müslümanları kontrol altına almayı tasarlamışlar.
Ben Londra Fazl Cami’i İmamı’na bir mektup yazdım. Bu mektupta böyle bir iddianın hiç şüphesiz gerçek dışı olduğunu, mamafih, kendisinden o kitabı görmesini ve içinde böyle birşey bulunup bulunmadığını araştırmasını, broşürdeki iktibasın değiştirilmiş olabileceğini göz önünde bulundurarak, araştırmasını da bu yönde yürütmesini istedim. İmam Bey, bana yazdığı cevapta böyle bir kitabın zaten hiç bulunmadığını bildirdi. Bunun üzerine kendisinden tekrar araştırmasını ve matbaalardan da soruşturmasını istedim. Aldığım cevap şuydu: “Uzun araştırmalarımız neticesinde kitap bir yana, broşürde adı geçen böyle bir matbaanın olmadığını öğrendik.” Biz yine de işin peşini bırakmayarak, bu meseleyi “British Museum” ve diğer birçok önemli müessese aracılığı ile soruşturduk. Her taraftan olumsuz cevaplar geldi. Böyle bir kitabın hiç mevcut olmadığını, ne böyle bir matbaanın ne de böyle bir kitabın aslâ varolmadığını, bu sebepten dolayı bir referans veremeyeceklerini bildirdiler. Pakistan Hükümeti’nin sözde modern araştırmacılarının(!) yaptıkları araştırmaların içyüzü işte budur. İnsan bunun için araştırma kelimesini kullanmaktan utanır. Ne var ki Pakistan Hükümeti bu saçmalığa “modern araştırma” adını verip bunu övünerek kamuoyuna sunmuştur.
Broşürün değişik yerlerinde bayağı ve çirkin sözler kullanılmıştır. Dediklerine göre Vadedilen Mesih Ahmedas, İngilizler’i haddinden fazla abartılı bir şekilde övmüş hatta pohpohlayarak yağ çekmiştir. Onun İngilizlerin diktiği bir fidan olmasının ilk delili işte budur. İkinci delil de Müslüman Ahmediye Cemaati kurucusu Hz. Ahmed’inas kendi yazısıdır. Sanki Hz. Ahmedas kendisi de İngilizlerin diktiği bir fidan olduğunu kendi lisanıyla kabul etmiştir. Ben bu her iki delil ile ilgili olarak bugün bazı gerçekleri Cemaat’e bildirmek istiyorum.
Sih iktidarında Müslümanların kötü durumu
Söyleyeceğim ilk söz şu ki Hz. Ahmedas gerçekten İngilizleri övmüş, hatta birçok defa övmüştür. Fakat her seferinde sebebini de özet olarak şöyle açıklamıştır: Ben İngilizleri methetmekteyim, çünkü Sihler zamanında Hindistan Müslümanları, bilhassa Pencap Müslümanları son derece kötü bir duruma düşmüşlerdi. Hatta onlara hiçbir hak tanınmıyordu. Sih iktidarı Müslümanlara başka hiçbir yerde görülmemiş bir zulüm yapmıştı. Bu ateş çemberinden bizi İngiliz Hükümeti çıkardı ve bize bütün haklarımızı yeniden sağladı. Bu sebepten dolayıdır ki ben bu hükümeti övmeye mecburum, çünkü bu yalnız eski peygamberlerin sünneti olmakla kalmayıp insanca davranmanın da gereğidir. Sihler zamanında Müslümanlar son derece acınacak ve vahim bir durumdaydılar.
Vadedilen Mesih Ahmed Hazretleri’nin sözlerinin özeti işte budur. Fakat Müslümanlara nazaran Sihler ile daha yakın ilişkileri olan Hindu araştırmacılar bile bunu aynen kabul etmektedirler. Ben bugün hutbem için, biri bir Gayr-i Müslim’e, diğeri de Ahmedi olmayan bir Müslüman’a ait olmak üzere iki tane iktibas seçtim. Bu da İngilizlerin gelerek, Müslümanları Sih zulmünden kurtardıkları zaman, Müslümanların ne durumda olduklarını gösterecektir. Tulsi Ram adlı bir Hindu araştırmacı, 1872’de yayınlanan Şer-i Pencap (Pencap Arslanı) adlı eserinde şöyle demiştir: Başlangıçta Sihler’in alışkanlıkları her şeyi yağmalayıp elde etmekti. Ellerine geçirdikleri her şeyi yağmalayıp Cemaatleri arasında bölüşürlerdi. Sihler’in Müslümanlara karşı hususi düşmanlıkları vardı. Yüksek sesle ezan okutmazlardı. Camileri işgal ederek içinde Garant[2] okumaya başlarlardı. Çok içkiciydiler. Görenlerin anlattıklarına göre başka dinlere mensup olanların topraktan yapılmış kaplarını ele geçirerek üzerine beş defa pabuç vururlar, ondan sonra pak ve temiz olduğunu kabul ederek içinde yemek pişirirlerdi.”
İşte böyle bir Sih iktidarından Müslümanları İngilizler kurtarmıştır. Değişik tarih kitaplarında onlarla ilgili çok detaylı ve insanın içini sızlatan olaylar zikredilmiştir. Muhammed Cafer Tanesari’nin “Sevanih-i Ahmedi” adlı eserinde, Vadedilen Mesih’ten önceki asrın müceddidi olan Seyyid Ahmed Barelevî Hazretleri’nin şöyle dediği kaydedilmiştir: “Pencap eyaletinde yolculuk ederken su içmek gayesiyle bir kuyunun yanında durduk. Birkaç Sih kadının o kuyudan su çektiklerini gördük. Yerli dili bilmediğimizden elimizle ağzımızı göstererek susuz olduğumuzu ve su içmek istediğimizi anlattık. O kadınlar sağa sola bakındıktan sonra, “Peştu” dilinde Afganistanlı Müslümanlardan olduklarını ve Afganistan’ın değişik semt ve yerlerinden Sihler tarafından zorla kaçırıldıklarını bize anlattılar.”
Bu iktibas Seyyid Ahmed Barelevî Hazretleri’nin biyografisinden alınmıştır. Bundan başka “Encyclopedia Of Sikh Literature”de Sih zulümleriyle ilgili açıklamalar okuyanın içini sızlatır. Bu eserde Sihler’in Müslüman kadınların ırzlarına geçtikleri, camilerini yakıp yıktıkları; bazen de camileri ahır olarak kullandıkları ve içlerine eşek bağladıkları; Müslümanları katlettikleri; bilhassa ezan okudukları için onları öldürdükleri; bütün bunlar detaylı bir şekilde zikredilmiştir.
İngilizler’i övmesinin gerçek sebebi
Kısacası o çağ, Sihler’in Müslümanları bütün haklarından mahrum bıraktığı bir çağ idi. Hoş ezan okumak Pakistan’da bugün bile Müslüman Ahmediye Cemaati’ne yasaktır ya! Bu artık eski bir hikâye değildir. Bugün söz konusu olan mesele şudur: Bu haksızlık ve zulümden Müslümanları kurtaran millete teşekkür edilmezse, acaba bu insanlığa sığar mı?
Vadedilen Mesih Hz. Ahmed’eas yapılan suçlamalardan bir tanesi de İngilizlerin diktiği fidan olduğunu kabul ettiğidir. Başka bir suçlama da şudur: Güya İngilizler kendisini Cihad’ı ortadan kaldırmak üzere tayin etmişler! Ben bütün bu suçlamaları ayrı ayrı yanıtlayacağım.
Hz. Ahmed’inas kendi sözlerinden çok açık olarak şunu anlıyoruz: Kendisi İngilizlere yağ çekmek amacıyla onları övmemiştir. Aksine o, İslâmî bir fariza olarak gerçeği kabul etmiştir. Bunun dışında İngilizleri methetmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kendisi şöyle der: “Ey gerçeği bilmeyen insanlar! Beni dinleyiniz. Ben bu (İngiliz) Hükümetine aslâ dalkavukluk etmemekteyim. Gerçek şu ki, İslâm Dinine ve dinî vecibelere mani olmayan ve kendi dinini zorla kabul ettirmek gayesiyle bize karşı kılıç kaldırmayan bir hükümete saldırmak ve din uğruna savaş açmak haramdır. Çünkü o hükümet bir din adına cihat başlatmamaktadır[3].”
Başka bir yerde o şöyle demiştir: “İngiliz Hükümeti’ne üstüste yaptığım bu hizmetleri idarecilere bildirmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Çünkü ben bu hizmetleri bir karşılık beklemek yahut bir ödül kazanmak için yapmadım. Aksine, doğru ve hak olan bir şeyi açıklamayı kendime vazife bildim[4].”
Dr. İkbal, İngilizleri övmüştür
Hz. Ahmed’inas fikri işte budur. Yalnız İngilizleri övdüğü için kendisinin bir İngiliz ajanı olduğunu söyleyenlerin sözlerine de kulak verelim. Pakistan Hükümeti’nin Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde yayınladığı kitapta kendisine en fazla önem verilmiş olan kişi Dr. Muhammed İkbal’dir. Bu zat İngiliz idaresi döneminde İngilizler hakkında neler söylemiştir? Bu konuda kendi fikri neydi? Gelin ona da bir göz atalım.
Kraliçe Victoria öldüğü zaman Dr. Muhammed İkbal ona bir ağıt yazmıştır. Duygularını anlatmak için yazdığı bu manzumesinde şöyle demektedir:
“Kraliçe’nin cenazesi kaldırılmıştır; Kendisine saygı göstermek gayesiyle İkbal uçarak gelsin; Kraliçe’nin yolunda hâk yani toz toprak olsun.
Durum aynıdır; isim ne olursa olsun; Kraliçe’nin öldüğü aya “Muharrem” ayı ismini verelim.”
Yani Kraliçe Victoria’nın öldüğü ayı hangi isim ile isimlendirirsek isimlendirelim. İkbal’e göre bu olay (Kraliçe’nin ölümü) Muharrem ayında cereyan eden olaydan (yani Peygamber Efendimiz’insav torunu Hz.İmam Hüseyin’in şahadetinden) az bir hadise değildir. Kraliçe’nin ölümü, bir Müslüman’ın içini sızlatan Muharrem ayında İmam Hüseyin’in şehit edilmesi hadisesinin yeni bir şeklidir. Dr. İkbal manzumesini şöyle sürdürür:
“Bugün Müslümanların bayram günüdür derler. Böyle bir bayramdan ölüm daha iyidir.”
Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde faaliyet gösterenlerin ileri gelenlerinden biri de “Mücahid-i Millet!” Allame Sir Dr. Muhammed İkbal’dir. Bununla birlikte İngilizleri övdüğü için Hz. Ahmed’inas bir İngiliz ajanı olduğunu ileri sürmekte ve kendisine böyle bir suçlama yapmaktadır. Hz. Ahmed’ias suçlayan bu zat İngiliz Kraliçesi hakkındaki düşüncesini şöyle sürdürmektedir:
“Ey Hindistan! Allah’ıncc gölgesi başından eksik oldu;
Bugün Vadedilen Mesih’eas yapılan suçlamalardan bir tanesi de onun İngilizler hakkında “Allah’ıncc lütfu” sözünü kullanmasındandır. Halbuki Allame İkbal kendisi bile manzumesinde aynı “Allah’ıncc lütfu” deyimini İngiliz kraliçesi hakkında kullanmıştır. O, şöyle der:
“Ey Hindistan! Allah’ın gölgesi başından eksik oldu; Vatandaşlarının üzüntülerini hisseden bir kişi vardı, fakat o da gitti;
“Halkın gökleri saran matemi işte onun içindir; Bu cenaze ise Hindistan’ın süsü olan Kraliçe’nin cenazesidir.”[5]
Ehl-i Hadis lideri ve İngiliz hükümeti
Bugünlerde Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde ilk başta faaliyet gösteren ve Pakistan Hükümeti’ni bu konuda içtenlikle destekleyen Ehl-i Hadis ve “Deyo Bandi” cemaati baş lideri ve tanınmış ilim adamı Mevlana Nazir Ahmed Dehlevî, İngilizler hakkında şöyle demektedir:
“Hindu yahut Müslüman olmayan yabancı bir millet Hindistan’ı idare etsin. Bütün Hindistan’ın iyiliği bundadır. (Bu) Avrupa krallarından birisi olsun. (Yalnız İngiliz değil, kim olursa olsun. Yeter ki Avrupa’dan olsun.) Fakat Allah’ıncc sonsuz merhameti İngilizlerin Hindistan’da saltanat sürmelerini istemiştir.”[6]
Başka bir yerde şöyle der: “İngiliz Hükümeti acaba zalim ve sert midir? Aslâ, nestaizü billah! (böyle birşey söylemekten Allah’a sığınırız) Aksine anne babadan daha yumuşak ve babacandır.”[7]
Yine başka bir yerde o fikrini şöyle açıklamaktadır:
Ben kendi bilgime göre çağın Hindistan valilerine bir göz attım ve Birmanya, Nepal, Afganistan, hatta İran, Mısır ile Arabistan’a kadar düşüncelerimi uzattım. Bir uçtan öbür uca kadar Hindistan’a kral yapabileceğim tek (bir) kişi bulamadım. (Yani eğer ben kendi kafama göre bir kral seçecek olsaydım, kimi seçerdim?) Saltanat adayları arasında haklı olabileceğini düşünebildiğim bir topluluk gözümde yoktu. Bu sebepten dolayı İngilizlerin Hindistan Saltanatına ehil olduklarına ve kral olabileceklerine karar verdim. Hindistan’da Saltanat İngilizlerin hakkıydı ve onların elinde kalmalıydı.”[8]
Çitan dergisi yazı işleri Müdürü Şureş Keşmirî şöyle demektedir:
“Olaylarla dolu bu asırda, cihadın yasak edilmiş olmasını tevil edenler ve:
اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى الْاَمْرِ مِنْكُمْ
(4:60) ayet-i Kerimesine göre İngilizlerin “Ulil Emr” olduklarına karar verenler arasında meşhur yazar Deputy Nazir Ahmed[9] bile bulunmaktadır”[10]
Başka bir Ehl-i Hadis lideri Muhammed Hüseyin Batalavî İngiliz Saltanatı hakkında düşüncelerini şöyle açıklamaktadır:
“Rum Sultanı (Osmanlı İmparatoru) bir İslâm imparatorudur. Fakat genel asayiş ve güzel idare bakımından (dinlerine bakmaksızın) İngiliz Hükümeti bile biz Müslümanlar için az bir övünme sebebi değildir. Özellikle Ehl-i Hadis Cemaati için ise, bu saltanat barış ve özgürlük bakımından Türkiye, İran, Horasan kısacası çağın bütün İslâm Saltanatlarından daha fazla bir övgü vesilesidir.”[11]
Daha düne kadar bunların konuşma tarzı işte buydu. Bu zat sözünü şöyle sürdürmektedir: “İngiliz idaresi altında buldukları barış, özgürlük ve iyi idare dolayısıyla Hindistan Ehl-i Hadis Cemaati, İngiliz Saltanatını bir ganimet olarak kabul etmektedir ve herhangi bir İslâm idaresi altında yaşamaktansa İngiliz Saltanatını üstün tutmaktadır.”[12]
Bugün bunlar, “Ahmediler İslâm Saltanatlarını sevmedikleri için İngiliz Saltanatı altında yetişip geliştiler. Bu yüzden İngiliz idaresinin devam etmesini istemekteydiler” diye tutturmuşlardır. Fakat böyle diyenlerin kendi ataları daha düne kadar ne söylemekteydiler? Bakın onlar şöyle demekteydiler: “İngiliz Saltanatı altında bulunmayı, İslâm Saltanatı altında yaşamaktan daha iyi saymaktayız.”
Şimdi bakınız. Bu yazılarda İngilizleri övmelerinin bir sebebi açıklanmamıştır. Vadedilen Mesih ise, İngilizler bizi Sih zulmünden kurtardılar; bize dinî özgürlük tanıdılar; bu sebepten dolayı biz onları övmekteyiz diyerek İngilizleri methetmesinin sebebini de belirmiştir. Fakat bu insanlara daha düne kadar, bir sebebi yokken bile, İngiliz Hükümeti, İslâmî saltanatlardan daha iyi gözükmekteydi. Ehl-i Hadis Cemaati neresi olursa olsun ve hangi memlekete giderlerse gitsinler, (ister Arabistan, ister Türkiye yahut, herhangi bir memleket olsun) İngilizler dışında hiçbir hükümetin idaresi altında bulunmayı ve hiçbir memleketin tebaasında olmayı istememekteydiler.
Şiiler’e gelince, onlar bile bu çeşit yazılar ileri sürmekteydiler. Şii âlimi Allame Ali Hayri’nin “Mevize-i Tahrif-i Kur’an” adlı dergisinin Nisan 1923 sayısında[13] da bu konu ile ilgili bazı sözleri bulunmaktadır. O, da İngiliz Hükümeti’nden övgü ile söz etmektedir.
Zafer Ali Han ve İngilizler
Tanınmış din bilgini, şair ve yazar Zafer Ali Han bir zamanlar Ahmediye düşmanlığıyla ün kazanan Ahrar Cemaati ile birlikteydi. Daha sonra o, Ahrarlar’ın vatan ve millet haini ve İslâm düşmanı olduklarını açıkladı. Çok uzun bir deneme ve tecrübeden sonra o, şöyle demektedir:
“Müslümanlar bir an için olsun İngiliz Hükümeti hakkında kötü düşünmeyi akıllarından bile geçiremezler. Eğer şanssız bir Müslüman İngiliz Hükümeti’ne baş kaldırmak şanssızlığını becerirse, biz alenen o kişinin Müslüman olmadığına fetva veririz.”[14]
Bakınız işte: İngiliz Hükümeti’ne baş kaldıran bir Müslüman sanki Müslüman değilmiş.
Başka bir yerde o, şöyle der:
“Biz kendi kralımız İngiliz İmparatorunun alnındaki bir ter damlasına mukabil vücutlarımızdaki kanı akıtmaya hazırız. Bütün Hindistan Müslümanlarının durumu işte böyledir”[15]
İngilizlerin değiştirmek istediği ve uğruna Hz. Ahmedas şeklinde bir fidan diktiği durum acaba bu muydu? Zafer Ali Han, bir şiirinde şöyle der:
“İngiliz İmparatoru anıldığı zaman, aşırı sevgi ve saygı yüzünden başımı eğdim.
Bu yüceliğe neden övünmesin? Denizlerle karaların imparatoru değil mi?
İnsanları yücelten gözleriyle; Ne mutlu bana!”[16]
Ulemanın münafıklık hareketleri
Müslüman Ahmediye Cemaati’ni suçlayanların kendi karakteri ve geçmişi işte budur. Kaldı ki, Vadedilen Mesih Hz. Ahmedas yalnız iyi tabiatı yüzünden İngiliz Hükümeti’ne teşekkürlerini bildirmeye muhtaç değildi; ayrıca bunu gerektiren muhaliflerinin kendi yarattıkları sebepleri bile vardı. Bir yandan bu ulema Müslümanları Hz. Ahmedas aleyhinde kışkırtmaktaydılar. O, İngilizleri övüyor; Cihad’ı inkâr ediyor, halbuki İngilizlere karşı cihad başlatmamız ve onları öldürüp mahvetmemiz lâzımdır diyerek onları coşturmakta idiler. Fakat aynı zamanda da İngilizleri demin okuduğum kelimelerle övmekteydiler. Yine öte yandan İngilizlere hem gizli hem de açık olarak yayınlanmış dilekçeler vererek Hz. Ahmed’inas tehlikeli bir kişi olduğunu ve ona güvenmemeleri gerektiğini; Mehdi İmam olduğunu iddia ettiği için bütün İngiliz Saltanatını yıkmak üzere olan “Kanlı Mehdi” olduğunu vs. bildirmekte idiler. Demek ki, bir yandan Müslümanlar arasında Hz. Ahmed’i as “İngilizler’in diktiği fidan” olduğu ilân edilmektedir. Diğer yandan İngilizlere “Bu adam sizin milletinizin düşmanıdır; sizi mahvetmek üzere kalkmıştır. Bu kişiyi öldürünüz,” diyerek haberler gönderilmektedir. Bu ne büyük münafıklık, zulüm ve iftiradır. Meselâ bakınız, Muhammed Hüseyin Batalavî adlı hoca “İşaa’tüs Sünneh”[17] adlı dergisinde şöyle yazmıştır:
“Mirza Gulam Ahmed’inas bir aldatıcı olduğunu ispat eden delil şudur ki o, kalben ve içten yabancı bir hükümetin canını almayı ve malını yağma etmeyi helâl ve caiz saymaktadır. (Ne güzel! delil ileri sürülmüştür. “Kalben ve içten” böyle saymaktadır!) O yüzden İngiliz Hükümeti ona güvenmemeli ve ondan sakınmalıdır. Yoksa Sudan’lı Mehdi’nin veremediği zararı İngiliz Hükümeti’ne bu Kadiyan’lı Mehdi verebilir.”
Düşmanların kalbinde Hz. Ahmed’inas gerçek portesi işte böyleydi. Münşi Muhammed Abdullah adlı hoca, Hz. Ahmed’eas karşı İngilizleri şöyle uyarmaktadır:
“Kendi maşalarını Kur’an ayetleri okuyarak İngiliz Hükümeti’ne karşı savaşmaya hazırlamak istemektedir.”[18]
Muhaliflerin bu propagandası ciddi olarak ele alındı. Buna delil olarak devrin tek İngiliz Gazetesi olan “Civil and Military Gazette Lahore” gazetesini gösterebiliriz. Bu çok okunan bir gazeteydi ve uzun müddet yayınlanmaya devam etti. Bu gazetede yazı işleri müdürü tarafından bir yazı yayınlandı. Bu yazıda İngiliz Hükümeti, Vadedilen Mesih’eas karşı kışkırtıldı ve: “Bu adam çok tehlikelidir; buna güvenmeyiniz; barışseverliği yalnız göstermeliktir; yoksa aslında İngiliz Hükümetini mahvedecektir” diyerek hükümete uyarıda bulunuldu.
Ahmediyet’e karşı açık bir aldatmaca
Şimdi Vadedilen Mesih’inas kendisi hakkında kullandığı “İngilizlerin diktiği fidan” deyimini ele alalım. Bu suçlamada bile insanı hayret içinde bırakan bir aldatmaca bulunmaktadır. Böyle bir suçlama yapanlarda hiç Allah korkusu yoktur. Onlar, sanki Hz. Ahmed’inas kendisi ve Müslüman Ahmediye Cemaati hakkında “İngilizlerin kendi elleriyle diktiği fidan” deyimini kullandığı imajını yaratmak istemektedirler. El-iyazübillah (Allah korusun). Güya kendisi: “Ben İngilizlerin diktiği fidanım ve bu Cemaat bile İngilizlerin Cemaatidir” demiş. Halbuki “İngilizlerin diktiği fidan” deyiminin kullanıldığı yazı neden yazılmıştır? Bunun sebebi size demin okuduğum iktibaslardan açıkça anlaşılmaktadır. Lt. Gor. Sir William M.N. adlı Hindistan valisi çok mutaassıp bir Hristiyan’dı. O, Vadedilen Mesih’inas Hıristiyanlığa karşı başlattığı şiddetli savaştan hiç hoşlanmamaktaydı. Vadedilen Mesih Hz. Ahmed’inas düşmanları “Mirza Gulam Ahmed Kadiyani İngiliz Hükümetine ve Hıristiyanlığa şiddetli bir şekilde düşmandır. Onu öldürünüz” diyerek defalarca Hz. Ahmed’ias valiye şikayet ettiler. Hz. Ahmedas bunu şu şekilde izah etmektedir: “İnançlarımız arasındaki ayrılık yahut başka bir sebepten dolayı bana kin tutan ve düşmanlık besleyen veyahut benim takipçilerime düşman olan bazı kıskanç ve kötü düşüncelilerin, benim ve dostlarımla ilgili gerçek dışı olayları Hükümetin yetkili kişilerine ilettiklerini defalarca haber aldım. Bu sebepten, bunların her gün söyledikleri yalanlar yüzünden yüce devlet makamlarının zihninde benim hakkımda kötü bir düşüncenin yer almasından ve gösterdiğim fedakârlıkların zayi olup boşa çıkmasından endişe duymaktayım.”[19]
Vadedilen Mesih’in ailesi, büyükleri ve İngilizler
Hz. Ahmed’inas İngilizler için kaleme aldığı uzun fedakârlık hikâyesinde, ailesinin Sihler’e karşı ve diğer başka savaşlarda İngilizleri desteklediği ve kendi hesabına onlara asker temin ettiği de bildirilmiştir. Hz. Ahmedas İngilizlere hitaben yazdığı bu yazısında ailesinin onlara bunca fedakârlık gösterdiğinden İngilizlere düşman olamayacağını ve onları mahvetmek istemediğini ispatlamak istemiştir. Bütün bu çeşit yazılarda Vadedilen Mesih Ahmed hiçbir yerde Müslüman Ahmediye Cemaati’nden bahsetmemiştir. Hatta adını bile anmamıştır. Diğer yandan gerçek şudur ki; Hz. Ahmedas aleyhinde yukarıda zikredilen sözler İngilizlere iletildiği zaman, gayrı Ahmedi olan hatta Hz. Ahmed’eas düşman olan ailesi bile kendisinden şikayetçi oldu. Hz. Ahmedas bir taraftan ailesi üyelerini kabul edemeyecekleri bir dava ileri sürerek onları yalnız din bakımından dünyanın gözünde küçük düşürmekle kalmayıp öte taraftan İngiliz Hükümetine karşı da ailesinin itibarını düşürmüş ve hükümetin düşmanlığını kazanmıştır. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Hz. Ahmedas bu yazıları kaleme aldı ve hükümete hitaben, fedakârlıkları ve özverileri yüzünden hükümetin aile büyüklerine yazdığı mektuplardan bahsetti. O, bu konuda şöyle der:
“İngiliz Hükümeti elli yıllık tecrübe sonucu ailemizin vefalı ve fedakâr olduğunu görmüştür. (Müslüman Ahmediye Cemaati söz konusu değildir; yalnız ailesi söz konusudur.) Bu aile hakkında öteden beri Hükümetin yüce makamları bildirilerinde İngiliz Hükümeti’ne içtenlikle bağlı olduğunu ve büyük hizmetlerde bulunduğunu kabul etmiştir. İngiliz Hükümeti’nin kendi elleriyle diktiği bu fidan hakkında akıllı ve dikkatli davranması, her şeyi iyice araştırıp incelemesi ve dikkatle karar vermesi lâzımdır.”[20]
Ahmediye Cemaati ve İngilizler
Gerçek olan şudur ki, Müslüman Ahmediye Cemaati, Vadedilen Mesih ile varolmuştur. Fakat beraatini bildirdiği ailesi efradıdır. Bu aile yalnız Müslüman Ahmediye Cemaatin’den önce varolmakla kalmayıp İngiliz Hükümeti’ne yaptığı bütün hizmetler Müslüman Ahmediye Cemaati’nin varoluşundan önceki dönemlere rastlamakta ve bu Cemaatle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Zaten Pakistan Hükümeti’nin Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde yayınladığı kitapta dahi, Hz. Ahmed’inas aleyhinde ileri sürülen sözde delillerden bir tanesi de yakın akrabalarının Vadedilen Mesih’eas şiddetli bir şekilde düşman olduklarıdır. Bu nedenle Hz. Ahmed’inas “İngilizler’in diktiği fidan” ifadesini kullandığı ailesi, bugünün anlatımına göre Ehl-i Sünnet (Sünni) idi. Yoksa gerçek manada Ehl-i Sünnet olan, Allah’acc şükürler olsun ki bizleriz. Bundan çıkarabileceğimiz netice şu olmalıydı: Hz. Ahmed’inas kendisinden ayrılıp ilişkisini kestiği ailesi ki Müslüman Ahmediye Cemaati yüzünden Hz. Ahmed’e düşman kesilmişti; işte o aile “İngilizlerin diktikleri fidan” ise, olsun! Bize ne? Onun böyle olması bizi ilgilendirmez. Müslüman Ahmediye Cemaati’nin bu aile ile ne alâkası vardır?
İngilizler Hz. Ahmed’in ailesine neler bahşettiler?
İngilizlerin Hz. Ahmed’inas ilişkilerini kestiği Sünni ailesine karşı olan muamelelerine de bir göz atalım. Mirza Gulam Ahmed, aile büyüklerini İngiliz Hükümeti’ne yaptıkları hizmetleri belirtip İngilizlerin ailesine verdiği şeref diplomalarından bahsederek ailesi hakkında “İngilizlerin diktiği fidan” tabirini kullanmıştır. Bununla birlikte bu aile “İngilizlerin diktiği fidan” nasıl olmuştur? İngilizlerin bu aileye minnetleri neydi? Bu konuları da araştırmamız lâzımdır. Vadedilen Mesih Hz. Ahmedas İngilizlerin bu aileye yaptığı hiçbir ihsandan bahsetmemiştir. Yalnız bu ailenin hizmetlerinden bahsetmiştir. Acaba İngilizlerin ihsanları neydi? Bu ihsan, ise onları Sih Hükümeti’nden kurtarmaktan başka bir şey değildi. Sihler üst üste saldırarak bu aileyi zayıf düşürmüşlerdi. Hatta bazen şehirlerinden bile sürmüşlerdi. Zaten Sihler yüzünden bu aile yallarca sürgün hayatı yaşadı. En sonunda İngiliz Hükümeti zamanında genel barış ve asayiş yüzünden bu aile geri dönerek Kadiyan’a yerleşti. İşte bu minnet yüzündendir ki, Vadedilen Mesih bu aile için “İngilizlerin diktiği fidan” tabirini kullanmıştır. Ancak bu ailenin bir ödül gerektirebilen hizmetleri söz konusu değildir. Mamafih, İngilizlerin bu aileye verdiği “ödül!”den de bahsedelim. “Punjab Chiefs” adlı Pencap eşrafı hakkında İngiliz Hükümeti tarafından yayınlanmış meşhur kitap, güvenilir bir tarih kaynağıdır. Bu kitapta Vadedilen Mesih’inas ailesi ile İngilizlerin ilişkileri şöyle anlatılmıştır:
“Pencap işgal edildiği zaman bu ailenin bütün gayrı menkullerine el kondu ve (birkaç köy dışında) hiçbir şey bırakılmadı. Bundan sonra yalnız iki üç köy üzerinde bu aileye mülkiyet hakkı tanındı. Mirza Gulam Murtaza ve kardeşlerine yedi yüz Rupilik[21] maaş bağlandı”
Burada zikredilmemekle birlikte bu maaş bile yavaş yavaş azaltıldı; en sonunda tamamen kesildi.
İngilizlerin kendi elleriyle diktikleri fidan ve onunla İngilizlerin ilişkileri budur. Sihler’le yaptıkları savaşlar dolayısıyla İngilizler Sihler’i zayıflatmak ve vatanlarından sürgün edilmiş aileleri tekrar geri getirerek yerleştirmek mecburiyetindeydiler. Bundan başka Hz. Ahmed’inas ailesine İngilizlerin yaptıkları hiçbir minnetleri yoktur. Ancak İngilizlerin bu aileden yetmiş köylük bir mülkü geri aldıklarını da hatırlatalım. Aile büyükleri yıllarca bu mülkü geri almak için uğraştılar ve mahkemelere başvurarak davalar açtılar. Bu davalar yüzünden kaybedilmiş mülkü geri almak bir yana, ellerinde birikmiş mal varlıkları bile elden gitmiş oldu. Hz. Ahmedas babasına sürekli olarak bu işten vazgeçmesini rica etti ve Allah’acc bağlı kalması gerektiğini hatırlattı. İngiliz Hükümeti’nden hiçbir şey beklememesini istedi. Ayrıca davalardan vazgeçmesi gerektiğini de bildirdi. Aksi takdirde elindeki mal varlığını da kaybedeceğini söyleyerek babasını uyardı. Fakat babası atalardan kalan eski mülkünü kaybettiği için öyle üzüntülüydü ki oğluna kulak vermedi. Bunun neticesi olarak geri kalan mülkünü ve biriktirdiği parasını da bu davalarda kaybetti. Fakat İngilizler bir tek köyü bile kendisine vermediler.
Ulema ve İngiliz hükümeti
Buna mukabil Müslüman Ahmediler’i “İngiliz Fidanı” diyerek suçlayan ulema, demin zikrettiğim şekilde sebepsiz olarak övmemişlerdi. Bu övgülere dayalı olarak ulemaya mülkler bahşedildi. Meselâ Muhammed Hüseyin Batalavî adlı bir hocaya İngilizlere dalkavukluk ettiği için kırk dönüm arazi ihsan edildi. Halbuki Hz. Ahmed’inas ailesine bir santim arazi bile verilmedi. İngilizler, Müslüman Ahmediye Cemaati’ne bile hiçbir şekilde ihsanda bulunmadılar. Dünyada hiç kimse İngilizlerin Müslüman Ahmediye Cemaati yahut Hz. Ahmed’inas ailesi uğruna bir tek kuruş bile harcadıklarını veyahut ta onlara bir unvan verdiklerini aslâ ispat edemez. Hâlbuki Meselâ Allame Dr. Muhammed İkbal “Sir” unvanını kazandı. Ulemaya da büyük unvanlar bahşedildi; mülkler verildi; ödüller dağıtıldı ve İngilizlerden büyük maaşlar almaya devam ettiler. Bütün bunlarla birlikte bu kişiler İngiliz düşmanı ve en büyük mücahit imişler! Yalnız Hz. Ahmedas ve kendi cemaati, Allah için gösterdiği bunca fedakârlıklara rağmen ve hiçbir hükümetten bir tek kuruş yardım almamış olmasına ve sırf kendi kaynaklarına güvenmesine rağmen “İngiliz fidanı…” imiş!!!
Vahhabiler İngiliz fidanı
Gerçek hiçbir zaman saklı kalmaz. Allahcc, Hz. Ahmed’inas muhaliflerinin kendi lisanlarından, Cemaatleri hakkında “İngiliz fidanı” tabirini kullandırmıştır. Hâlbuki Hz. Ahmed’inas kullandığı kelimelerde Müslüman Ahmediye Cemaati aslâ zikredilmemiştir. Fakat Hz. Ahmed’inas muhalifleri, birbirlerinin mensup oldukları Cemaatleri hakkında, “İngiliz fidanı” tabirini kullanmaya başladılar. Bu da Allah’ıncc aldığı acayip bir intikamdır ki Meselâ Lahor’da yayınlanan Çitan dergisi 15 Ekim 1963 sayısında Vahhabiler hakkında şöyle demiştir:
“Vahhabiler İngilizlerin ulul emir olduklarını ilân ettiler ve Hindistan’ın “Dar-ül İslâm” olduğuna dair fetva verdiler. İngilizlerin diktikleri bu fidan bir müddet sonra dinî bir hareket şeklini aldı.”
Şimdi söyleyiniz. Acaba bir kuşkunuz var mı? Burada söz konusu olan bir tek kişi midir veyahut bir cemaat midir? Bu sorunun cevabını Tufan dergisi yazı işleri müdüründen dinleyelim:
“İngilizler büyük bir kurnazlık ve açıkgözlülükle “Necdiyet Hareketi” (yani Ehl-i Hadis Cemaati yahut Necdiyet olarak adlandırılan Vahhabi hareketi) fidanını Hindistan’da bile diktiler. Sonra da bu hareketi kendi elleriyle geliştirdiler.”[22]
Gördünüz mü? İngilizlerin diktikleri fidanlar nasıl ortaya çıkmaya başlamıştır.
Tarihin Dili Vardır
Suçlama kendi zatında bir delil değildir. Bize karşı yapılan suçlamaları da biz delil olarak kabul etmeyiz. Keza Müslüman Ahmediye Cemaati muhaliflerini de birbirlerini “İngiliz fidanı” diyerek suçlamaları da bizce anlamsızdır ve biz bu suçlamaları ispat edilmiş gerçekler olarak kabul etmeyiz. Yalnız tarih olaylarının da bir dili vardır. Eğer tarih bir gerçeği ifade ederse ona kulak vermeye mecburuz. Devbandî Cemaati “Nedvet-ül Ulema”sının İngilizler tarafından kurdurulduğu tarih gerçeklerinden ispat edilmiştir. İngilizler bu Cemaatin imamlarına maaş verirlerdi ve bu imamlar İngilizlerden aldıkları maaşlarla yetiştiler. Bu imamların bugün İngiliz düşmanı tavrı takınmaları ve ilk mücahit olarak adlandırılmaları yadırganmaz mı? Zaten “Nedvet-ül Ulema”nın bir İngiliz eliyle kurulduğu malumdur. “Ennedve” başka birisinin değil bunların kendi dergileridir. Bu dergide şöyle bir kayıt bulunmaktadır:
“28 Kasım 1908’de, Hindistan genel valisi His Honour Lt.Gov. Sir John Scott Hughes K.C.S.I., Ekselansları “Nedvet-ül Ulema Dar-ül Ulum’un temelini attı.”[23]
Buna işaret ettikten sora bundan sonraki kısmına da dikkat etmemiz lâzımdır. İçlerinde şu duygunun uyandığı anlaşılmaktadır: “Müslümanlar bunu okudukları zaman ne diyecekler? Temeli İngilizler tarafından atılan bir nedve (topluluk) ileride nereye varacak ve bunun kuruluş amaçları nelerdir? İşte bu soruya cevaben saçma sapan şeyler söylediler. Hiç çekinmeden, sıkılıp utanmadan birtakım sözler saffettiler. Bir İngiliz’e temel attırmanın sebebini izah ederek şöyle dediler:
“Ulemanın söylediklerine göre Nebevi Cami’i minberini de bir Hıristiyan yapmıştı.”[24]
El-iyazü-billah. Onların fikirlerine göre Nebevi Cami’i minberini de Hıristiyanlar yapmıştır. Bu sebepten dolayı “Nedve”yi de bir Hıristiyan tesis etmişse ne fark eder? Mamafih şu gerçeği de kabul etmeye mecbur oldular ki:
“Ne olursa olsun, bu meşhur dinî medrese, bir İngiliz’in eliyle kurulduğu için İngilizlere teşekkür borçludur.”[25]
İngiliz fidanı kendini belli eder
Gördünüz mü? İngilizlerin diktikleri fidan nasıl kedini belli etmekte ve nasıl İngiliz fidanı olduğunu kabul etmektedir. “Nedvet-ül Ulema” Müslümanların en tanınmış dinî medreseleridir. Müslüman Ahmediye Cemaati’ne karşı dikilmek üzere Desaver’e gönderilen bütün mollalar hep oradan çıkmaktadırlar. Bu mollaların esas merkezleri işte orasıdır. Bugün Pakistan’da propagandası yapılan İslâm aslında bu Necdi mollaların inançlarına dayanmaktadır. O yüzden bu ulema Müslüman Ahmediye Cemaati aleyhinde gösterilen faaliyetlerde en ön plânda tutulmaktadırlar. “Nedve” ile ilgili olan grup ve Ehl-i Hadis Cemaati işte bu gürûhtur. Yani sözde bunlar ayrı ayrı iki cemaattir, fakat temel itibarıyla fiilen bir ve tek cemaattirler. Temmuz 1908 tarihli Ennedve dergisinin 5’inci cildinde bu gerçek, daha açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu Cemaat’in kuruluş amaçları nedir? bu konuda şöyle denmiştir:
“Aslında Nedve siyasetten uzaktır. Yalnız esas amaçlarından biri aydın ulema yetiştirmektir. Bu çeşit ulemanın temel görevlerinden bir tanesi de İngiliz Hükümeti’nin yararlarından vakıf olmak, sonra da halka İngiliz Hükümeti’ne bağlı kalmasını telkin etmektir.”
İşte buna İngilizcede “Cat is out of the bag” derler. Yani bütün gerçek gün ışığına çıktı. Hz. Ahmed’inas muhaliflerinin durumu işte böyledir. Hz. Ahmed’eas ve kurduğu Müslüman Ahmediye Cemaati’ne nasıl yalan ve iftiralarla saldırmaktadırlar. Fakat aynı zamanda kendi iç yüzlerini saklamaktadırlar. Şimdi demin bahsettiğim gibi kuruluş amaçlarını kendileri kabul etmişlerdi. Bu topluluğun temelinin kimin tarafından atıldığını da kendileri açıklamışlardır. Bütün bu gerçekler tarih gerçekleri arasında mevcuttur. Bir Ahmedi Müslüman’ın bunda bir rolü yoktur. Vahhabilik Hareketi denen bu kuruluşun sürekli olarak İngilizlerden destek gördüğü tarihî bir gerçektir. İngilizlerle yaptıkları anlaşmaları da tarih kitaplarında saklıdır. Bu anlaşmalarla ilgili asıl yazılar burada, Londra kütüphanelerinde bulunmaktadır. İsteyen gidip bu yazıları görebilir. İngilizler bu anlaşmalar gereğince Ehl-i Hadis hareketi yani Vahhabi hareketi ve şimdiki Suudi Arabistan hükümeti kurucusu arasında bir irtibat kurdurdular ve ona dayalı olarak bir cihad hareketi başlattılar. Bu hareket İngilizlere karşı değildi çünkü İngiliz Hükümeti onların başlarında ve arkalarındaydı ve onlara her yıl beş bin sterlinlik yardım bile yapmaktaydı. Bu “Cihad!” hareketi kimin aleyhindeydi? Müslüman Osmanlı Hükümetine karşıydı. Böylece bu “Necdiyet Hareketi” İngilizleri desteklemek üzere orada da (Türkler aleyhinde) başlatıldı. Daha sonra Hindistan’da bile bu fidan dikildi ve bugün Pakistan’ı işgal etmek isteyen ve onu düşleyen işte bu harekettir. Bu hareket bazen “Barelevî” cemaatine “İngiliz fidanı” diyerek suçlamakta; bazen aynı şekilde Müslüman Ahmediye Cemaatini kötülemekte; bazen de Şiiler’e “İngiliz fidanı” diyerek itiraz etmektedir. Şu anda Batı kuvvetleri entrikası sonucu bu hareket, Pakistan ordusu vasıtasıyla sürekli ve daimi bir şekilde Pakistan’ın üzerine musallat edilmektedir. Fakat normal saf Müslüman halk hangi entrika ile karşı karşıya bulunduğunu kavrayamamaktadır. Aynı eski oyun bugün de oynanmaktadır. Düne kadar bir İngiliz fidanı olanlar bugün de İngiliz fidanıdır ve düne kadar İngilizlerle bir ilişkisi olmayanların bugün de onlarla bir alâkası yoktur.
Gerçek “İngiliz fidanı” kimdir?
Pakistan halkına Müslüman Ahmediye Cemaati’nin gerçek haysiyeti anlatılmalıdır. Bu Cemaat’i iyice araştırmaları lâzımdır. Eğer Pakistan halkı tek taraflı uydurma ve asılsız suçlamaları kabul edecek ise, hiçbir cemaatin bu suçlamalardan kurtulamadığını bilmelidir. Eğer tarih gerçeklerini göz önünde bulundurmaları gerekirse, o zaman bugün yeryüzünde bir “İngiliz fidanı” varsa onun da Devbandî ve Ehl-i Hadis Cemaati olduğunu tarih belgeleri açıkça ifade etmektedirler. Yani Ehl-i Hadis Cemaatinin, Suudi Arabistan Hükümeti’ni kurmak için Suud ailesiyle işbirliği yapan grubu ki ona Vahhabi de denir.
Bu Cemaat, İngilizlerin yardımıyla güçlenerek Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaştı ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparak yeni bir hükümet kurmaya muvaffak oldu. Tarih gerçekleri işte bunlardır.
Buna rağmen bence, dinî bakımdan onlara “İngiliz fidanı” demek mantığa ve insafa sığmayan bir harekettir. Bu sebepten dolayı bütün bu gerçeklere rağmen ben onlara “İngiliz fidanı” demem. Sebebi şudur: Bu bağımsız bir dinî hareket idi. Bu hareketten istifade etmek suretiyle İngilizlere tabi olan bir hükümet tesis edildi. Aralarındaki sözleşme şu şartları kapsamaktaydı: Bundan böyle Suudi Arabistan Hükümeti’nin dış işleri bağımsız olmayacak; aksine tamamen İngilizlerin elinde olacaktır. Bu konuda Suudiler İngiliz dış işlerine bağımlı kalacaklardır. İç işleri itibarıyla bu hükümet ancak belli konularda bağımsız olacaktır. Bunun neticesinde İngilizler, Suudi hükümetine belli miktarda silâh verecekler ve birkaç bin sterlinlik yardım yapacaklardır. Suudilerin ve İngilizlerin hakları da ayrı ayrı belirlenecektir.
O yüzden Müslüman Ahmediye Cemaati düşmanlarının işi aceleye getirecek yaptıkları uygun olmayan hareketlerden bizim Ahmediler olarak uzak durmamız ve onlara cevaplarımızda bile insaflı davranmamız gerekir. Bir cemaat olarak bunlar bir İngiliz fidanı olduklarını kabul ederlerse bile, bence milletler bu şekilde cemaatlerini tesis etmezler. Vahhabi hareketinin de kendisine göre bağımsız bir tarihî vardır. Bu hareketin kurucusu Muhammed Bin Abdülvahhab, şirk aleyhinde bir cihad başlattı. Sonra bu konuda çok aşırılığa kaçtı ve diğer uca vardı. Mamafih Vahhabi Hareketi’ne tarihin bir döneminde İngilizlerden yardım aldığı için “İngiliz fidanı” demeleri bence doğru değildir. Dinî bakımdan bu bağımsız bir harekettir. Kaldı ki İngilizlerin bu hareketten istifade ettikleri de bir gerçektir. İngilizler dün de bunları kullanmaktaydılar, bugün de kullanmaktadırlar. Bir zamanlar Hindular bile onları kullanmışlardı. Bu bakımdan onlar hiç şüphesiz Hindularla İngilizlerin kuklası olmuşlardır. Zaten bugün bile İngilizlerin kuklası durumundadırlar. Entrika aynıdır; entrikacılar da başkalarının elinde kukla olmaya her zaman aday, aynı insanlardır. Fakat mamafih, İngilizlerin bu dinî inancın temelini attığını ileri sürmek bence doğru değildir.
Ahmediyet, Allah’ın diktiği fidandır
Şimdi eğer Hz. Ahmed’inas kendi ailesi hakkında “İngilizlerin diktiği fidan” tabirini kullandığı doğru ise ve bu tabirden kastettiği Müslüman Ahmediye Cemaati değilse, bunu ispatlayan kesin delil nedir? Çünkü bazı kimseler “İngilizlerin diktiği fidan” tabirinin yalnız Vadedilen Mesih’inas ailesi ile ilgili olmadığını, ailesinden başka Müslüman Ahmediye Cemaati ile Müslüman Ahmediler’i de kapsadığını ileri sürerek, Müslüman Ahmediye Cemaati fidanının kimin eliyle dikildiği konusunda kesin bir delil ileri sürmemizi isterler. Hz. Ahmedas bu konuda ne demiştir? Bu soru ile ilgili olarak Hz. Ahmed’inas kendi yazısını size okuyorum. Hz. Ahmedas şöyle demiştir:
“Dünya beni tanımaz, fakat beni gönderen Rabbim beni bilir. Benim mahvolmamı temenni etmeleri muhaliflerimin bir hatası ve açık bir şansızlığıdır. Ben Gerçek Malik’in (Allah’ıncc) kendi eliyle diktiği bir ağacım… Ey insanlar! Şunu kesin biliniz ki, benimle birlikte olan bir güç (Allah) vardır ve O, sonuna kadar vefalı kalarak bana yardım edecektir. Eğer sizin erkekleriniz ve kadınlarınız, gençleriniz ve yaşlılarınız, küçükleriniz ve büyükleriniz hep birlikte beni yoketmek için dua etseler, hatta secde ederlerken burunları çürüse ve elleri sakat kalsa bile yine de aslâ duanızı kabul etmeyecektir ve işini tamamlamadan durmayacaktır… O yüzden kendi kendinize zulmetmeyiniz. Yalancıların yüzleri başka olur, doğrularınki ise başka. Allah hiçbir meseleyi bir karara bağlamadan bırakmaz. Allah daha önceki İlâhî Memurlar ile onları yalanlayanlar arasında, sonunda bir gün karar verdiği gibi, aynı şekilde şimdi de, kararını verecektir. İlâhî görevlilerin gelişlerinin de gidişlerinin de belli zamanları vardır. Şunu kesin biliniz ki ben, ne zamansız geldim ne de zamansız gideceğim. Allah ile savaşmayınız. Beni mahvetmek sizin işiniz değildir.”[26]
“İngiliz fidanı” tabiri bir aldatmacadır
“İngiliz fidanı” tabiri hakkında Müslüman Ahmediye Cemaati düşmanları tarafından yapılan suçlama ve Hz. Ahmed’inas İngilizleri övmesi ile ilgili olarak, Cemaatimizin şu gerçeği bilmeleri lâzımdır: Hz. Ahmedas hiçbir zaman Müslüman Ahmediye Cemaati hakkında, ima yoluyla da olsa, İngilizlerin diktikleri fidan kelimelerini kullanmamıştır. Aksine bu kelimelerden kastettiği ailesi, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Hadis bir aileydi. Yani karışık insanlardan oluşmaktaydı. Hz. Ahmedas bu aile hakkında bile dinî bakımdan değil, yalnız ve yalnız ailevi durum bakımından “İngilizlerin diktiği fidan” tabirini kullanmıştır. Bu ailenin yüz de yüz katiyet ve kesinlikle İngilizlerden zerre kadar malî yardım görmediği, aksine İngiliz Hükümeti’nin bu ailenin mallarını gaspettiği bilinmektedir. Müslüman Ahmediye Cemaati’ni suçlayanların ise ağızları açıktır ve onlarda zerre kadar Allah korkusu yoktur. Zaten Müslüman Ahmediye Cemaati dışında, kendi cemaatlerini bile İngilizlerin diktiği fidan olarak suçlamaya devam etmişlerdir. Onların bu tabirden çok hoşlandıkları ve bu tabiri bırakmak istemedikleri anlaşılmaktadır. Hatta bazı durumlarda kendileri hakkında da, İngilizlerin kurdukları bir cemaat olduğunu kabul ederler ve herkese de açıklarlar. Ayrıca kendi yaşamları ve kendi amaçlarını da açıklarlar ve hiç çekinmeden onları kabul ederler. İşte bunlar hiç değiştiremeyeceğiniz gerçeklerdir.
Fırsatçılar gürûhunun niyetleri
İngilizlerin daima belli amaçlarla kullandıkları ve para yardımında bulunarak, tarihe mal olacak bir takım gizli gayelerini gerçekleştirmek için kullandıkları gürûhun işte bu gürûh olduğunu tarih gerçekleri bize ispatlamaktadır. Bugün Pakistan’a musallat edilen de işte bu gürûhtur. Fakat çoğunlukta olan diğer cemaatlerin bu acı gerçekleri kavramalarına fırsat verilmemekte ve onlar, ne gibi entrika ile karşı karşıya bulunduklarını bilememektedirler. Hz. Ahmed’eas öyle küfür savrulmaktadır ki, saf Pakistan halkı dikkatlerini tek yöne vermiştir ve Hz. Ahmed’denas başka hiç kimseyi görememektedir. Bu saf Müslümanlar her tehlikenin ve zulmün Müslüman Ahmediye Cemaati’nden kaynaklandığını ve bundan başka hiçbir tehlikenin bulunmadığını sanmaktadırlar. Bu yalan gürültü ve patırtı neticesinde kendi durumlarını unutarak hangi entrika ile karşı karşıya bulunduklarını kavrayamamaktadırlar. İleride dahi ne gibi problemlerle karşı karşıya kalabileceklerini önceden kestirememektedirler. Eğer bu durum böyle devam ederse, Pakistan silâhlı kuvvetleri yardımıyla bir dinî cemaatin Pakistan’a sürekli olarak musallat edileceğini müşahede edeceksiniz. İslâm ismi de onun için kullanılacak ve onun aleyhinde olan bütün dinî inançlar şu veya bu şekilde susturulacaktır.
Barelevi Cemaati’ne anlamlı bir uyarma
Barelevî Cemaati’ne yapılan muamele gazetelerde yayınlandığı için herkesçe bilinmektedir. Pakistan Devlet Başkanı ve sıkıyönetim komutanı bir demecinde, Pakistan’da “Müşriklere” de yer olmadığını belirtmiştir. Barelavîler’le Devbandîler, yahut Barelevîler’le Necdiler arasındaki çekişmenin esas temeli budur. Barelevîler, Devbandîler tarafından “Müşrik” diyerek suçlandıklarını, oysa “Müşrik” olmadıklarını ileri sürerek, Devbandîler’in asıl müşrik olduklarını savunurlar. Bu bakımdan Pakistan Devlet Başkanı’nın ağzından çıkan “Müşrikler” kelimesi anlamlıdır ve manasız olarak ifade edilmemiştir. Aslında bu kelime ile önceden düşünülüp karar verilen plâna göre ilerideki siyaset ima edilmiştir. Pakistan’da Ahmediler için bir yer bulunmadığına karar verilecek, “Müşriklere” de burada yer olmadığı ilave edilmiştir.
Bu tarihî plânda açıkça gördüğümüz gerçek şu ki, Vahhabi Hükümeti’nin kurulmasında da aynı tartışma yapılmıştı. İngilizler, Müslümanları, Türkler’in “Müşrik” olduklarını ileri sürerek Türk Hükümeti ile karşı karşıya getirmiş ve Hicaz’daki vali ve yandaşlarının da Türklerin müşrik hükümetine yardım ettiklerini ileri sürmüşlerdi. Böylece şirke karşı yapılmış olan cihad ilânını İngilizler kendi politik amaçları doğrultusunda kullandılar ve Müslümanların yüce memleketlerine yani Osmanlı İmparatorluğu’na çok sert bir darbe indirdiler. Böylece İngilizlerle Fransızların Ortadoğu’ya ayak basmaları bunların tabii bir sonucuydu.
Osmanlı İmparatorluğu olarak adlandırılan Türk İslâm Saltanatı sona ermeseydi İngilizlerin yahut Batı kuvvetlerin Orta Doğuya girmeleri hiçbir şekilde söz konusu olamazdı. Bugün dahi süper güçler tarafından, İslâm âlemine karşı buna benzer tehlikeli bir oyun oynanmaktadır. Kendi menfaatlerini aralarında bölüşen bu Batılı güçlerin ortak çıkarları hiç değişmez. Değişen bir tek şey, Orta Doğunun bazen İngilizlere; bazen Amerika’ya; bazen ise herhangi başka bir memleketin eline bırakıp çıkarlarını sağlamalarıdır.
İslâm âlemi ve yabancı bir entrika
Öteden beri kullanılmakta olan aynı Ehl-i Hadis yahut Devbandî Cemaati bugün bile kullanılmaktadır. Yalnız bizim tam olarak güvendiğimiz bir Allah’ımız vardır. O bizi hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır. Vadedilen Mesih Hz. Ahmedas aynı Allah’ıncc vefalı olarak kendisine yardım ettiğini ve bu vefalının hiçbir zaman kendisini bırakmayacağını bildirmiştir. Fakat kendi saflıkları ve cahillikleri sebebiyle, Müslüman Ahmediye Cemaati düşmanlığıyla deliye dönüştürülen ve asıl saldırının aslında kendilerine yapılmakta olduğunu fark edemeyen bu insanların durumu ne olacaktır? Bu durumda korunmuş olarak kalmaları garanti edilemez. O yüzden, Allahcc bu insanlara akıl ve idrak bahşetsin diyerek dua etmeliyiz. İslâm adına yabancı bir entrikanın İslâm ülkelerine musallat olması gerçek bir Müslüman’ın içini ürperten korkunç bir hadisedir. İslâm ülkeleri hiçbir zaman bu devir daimden çıkamayacaklardır. Aynı hadiseler Türkiye’de bile cereyan etmektedir. Endonezya ile Malezya’da dahi bu olaylar kıpırdanmaya başlamıştır. Sudan’da bile böyle olaylar olmuştur. Etrafınıza baktığınız zaman her yerde bazı güçlerin İslâm adını kullanarak kendi amaçları doğrultusunda hükümetleri iktidara getirdiklerini göreceksiniz. Bu konuda Rusya bile hiçbir kuvvetten az değildir. Doğu güçleri bile fırsat buldukça, halkın daha sonra elinden kurtulamadığı siyasî hükümetleri İslâm adına iktidara getirmektedirler.
Ahmediye düşmanlığı daima başarısızlıkla sonuçlanmıştır
Allahcc kendi lütfuyla Müslüman hükümetleri ve Müslümanları davranışı bozuk, işi ve hareketi sakat insanlardan korusun ve İslâm ülkelerine karşı düzenlenmekte olan bu entrikayı başarısızlıkla sonuçlandırsın diye dua edelim. Gerçek şu ki (bize gelen haberlere göre) Pakistan halkının gözleri bugün Müslüman Ahmediye Cemaati üzerindedir. Ellerindeki bütün çabaları sonuçsuz kalmıştır. Bu sebepten dolayı Pakistan halkı bugün Müslüman Ahmediye Cemaati’ne bakmaktadır. Birçok aklı başında gayrı Ahmedi Müslüman, daha önce de bu Cemaat’e düşman olanların daima başarısız kaldıklarını bildiklerini, şimdi bile aynı sonucun oluşmasına dua etmekte olduklarını, çünkü bu zalimlerden başka türlü kurtulamadıklarını, kendilerinin de belki Müslüman Ahmediye Cemaati yüzünden necat bulabileceklerini, bu yoldan başka hiçbir yol bulamadıklarını ifade etmektedirler.
Müslüman Ahmediye Cemaati olarak bizim hiçbir gücümüz yoktur. Biz çok güçsüz ve zayıf bir cemaatiz. Bizim ne siyaset ile bir ilgimiz vardır ne de bu çekişmelere girmekteyiz. Devrin hükümetine karşı durmak ve aleyhinde bir hareket başlatmak yahut isyan etmek ne bizim huyumuza yakışır ne de inançlarımızda bu vardır. Fakat Rabbimizin bizi hiçbir zaman yalnız bırakmayacağını kesinlikle biliyoruz. O, daima düşmanlarımızı küçük düşürmüş ve daima rezil etmiştir. Müslüman Ahmediye Cemaati’ne kaldırılan eller daima kırılmıştır. O yüzden Allah’acc dua ediniz ki O, bizim vesilemizle bütün memleketi kurtarsın ve İslâm âlemine karşı hükümetlerinin iktidarlarını daha da kuvvetlendirsin ve bu mübarek ismi suiistimal ederek kendi iktidarlarını daha da genişleten ve ebedi kılmak isteyen güçleri başarısız bıraksın. Allah Tealacc bizleri onlardan kurtarsın ve korusun. Âmin!
[1] The arrival of British Empire In India, Cited By Ajami Israil.
[2] Sihlerin kutsal kitabı (Çev.)
[3] Keşti-yi Nuh, Dip Not, s.68
[4] Ruhanî Hazain, c.13 s.340
[5] Bakiyat-i İkbal; Derleyen: Seyyid Abdülvahid Mu’ini; Ayna-yı Edeb Şirketi; Anar Kali; Lahore, 2. Baskı, sayfa 73,76,81,90
[6] Mevlana N.A.Dehlevî Konferansları, 1890, s.4-5
[7] A.G.E. s.19
[8] A.G.E. s.26
[9] Ehl-i Hadis liderlerinden birisidir.
[10] Ataullah Şah Biyografisi;s.135
[11] İşaat-üs Sünne, Say 10; s.292-293
[12] A.G.E. Say;10 s.292-293
[13] Mevize-i Tahrif-i Kur’an; Nisan 1923; s.57-58
[14] Zamindar Gazetesi; Lahore; 11 Kasım, 1911
[15] A.G.Gaz. 23 Kasım 1911.
[16] A.G.Gaz. 19 Kasım 1911.
[17] C.16; Dip Not; s.4
[18] Şehadet-i Kur’anî; Lahore; 1905; s.20
[19] Kitab-ül Berriye, Ruhanî Hazain; c.13, s.349
[20] A.G.E. S.350
[21] Rupi, Hindistan’ın para birimidir.(Çev.)
[22] Tufan Dergisi; 7 Kasım; 1962
[23] Ennedve; Aralık 1908; s.4
[24] A.G.E. Aralık 1908; s.4
[25] A.G.E. Aralık 1908; s.4
[26] Tuhfe-i Golaraviye; s.12-13


