Her Ahmedi’nin Halife ile direk bağı vardır
Halifetu’l Mesih II, Hz. Muslih Mevud Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmedra
17 Ocak 1930 Tarihli Cuma Hutbesi
Huzur, Kelime-yi şehadet istiaze ve Fatiha suresinden sonra şöyle buyurdu:
Ben evden çıkarken başka bir konuyla ilgili hutbe vermek istiyordum. Ancak Cuma için evden çıktığımda yoldayken bazı öğrencilerin mektupları bana ulaştı. Onlar hakkında bir şeyler söylemem gerekir. Belki de öğrenciler bundan dolayı sıkıntıya düşeceklerini düşünebilirler. Onlar mektuplarının, yanında ikamet etmek zorunda oldukları insanların eline geçebileceğini veya başka bir yolla bundan haberdar olabileceklerini düşünebilirler. Ben onlara şikâyetlerinin araştırılacağını ama isimlerinin açığa vurulmayacağını söylemek istiyorum.
Bu öğrencilerin ahlaki durumunu göz önünde bulundurduğumda bu mektuplar beni çok şaşırttı. Yazdıkları zahirde doğru imiş gibi görünüyor. Öğrencilerine ahlak ve edep öğretmek ve onları dindar yapmak öğretmenin vazifesidir. Bunu göz önünde bulundurduğumda yazılanların doğru olmamasını temenni ediyorum. Allahcc korusun yazdıkları doğru ise o zaman hakkında şikâyet olunanların bir eğitim kurumunda bulunmaları bu kurum için hayırlı değildir. İlk olarak ben, Kadiyan’da veya Kadiyan dışında yaşayanların ve öğrencilerin dikkatini bir konuya çekmek istiyorum. Bu mesele hakkında insanlar arasında yanlış bir düşünce yayılmıştır. Bundan dolayı insanlar bana gerçeği yazmıyorlar veya kendilerince bana ulaştıramayacaklarını düşünüyorlar. Bu konu hakkında ben herkese bir şey söylemek istiyorum. Bunu akıllarında tuttukları müddetçe onlar hem kendileri için, hem diğerleri için faydalı bir yol ve yöntemi seçebilirler.
İlk olarak unutulmaması gereken, isimsiz rapor veya mektuba, içeriği ne kadar mühim olursa olsun hiç ilgi göstermiyorum. İlgili kişiler ister Kadiyan içinden, ister Kadiyan dışından, ister öğrenciler, ister başka birisi olsun. Herkim bana bir şey ulaştırmak istiyorsa o mektubun altında isminin, hem de doğru isminin bulunması gerektiğini unutmamalıdır. Uydurma bir isim yazılsa dahi onunla ilgilenilmez. Ben hiçbir şekilde böyle bir mektupla ilgilenmem. Tersine eğer bir konu üzerinde düşünürken onunla ilgili isimsiz bir mektup gelirse, korkaklık ve münafıklığın cezasını vermek için bile bile o konuyu erteliyorum.
Bence ismini bildirmeden bir şikâyette bulunandan daha korkak kimse olamaz. Nitekim isimsiz mektubun yazılmaması gerektiğini hiç unutmayın. Şüphesiz bazı durumlarda insanların, ismi bilindiğinde sıkıntıya düşme endişesi vardır. Bazı insanlar ise karşı karşıya gelme cesaretine sahip olmazlar. Bazı durumlarda bahsettikleri konuyla ilgili kendi şahitlikleri haricinde bir ispat gösteremezler. Böyle durumlar için ben bir yöntem söyleyeceğim. Bunu uygulayan kimseler hem sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar, hem diğer insanlar için faydalı olabilirler.
Ben bu yöntemi söylemeden önce, şunu da söylemek isterim ki eğer araştırmanın başlatılması için bir meselenin herhangi bir halkasından bahsedilmiyorsa, onunla da ilgilenilmez. Mesela böyle denilmektedir, şöyle yapılmaktadır, gibi ifadelerden kimin yaptığı nerede yaptığı belli değildir. Sorumluların isimlerinin yazılması gerekir, yoksa şikâyetle ilgilenilmez. Bir şikâyetle ilgilenmemiz için şunu gözümle gördüm veya kulağımla işittim veyahut Zeyd, Bekir veya Halid’i şunları söylerken işittim, diye yazılmalıdır. Buna ilaveten filanca bana, şunları gördüğünü veya duyduğunu söyledi diye de yazılabilir. Bu şekilde yazılınca araştırmaya nereden başlayacağımızı biliriz.
Bazı kimseler mektuplarında, insanlar şöyle diyorlar veya şunları yapıyorlar diye yazarlar ve daha sonra şikâyetleriyle ilgilenilmediğini söylerler. Hâlbuki onlar birisinin ismini yazmadıktan sonra şikâyetle nasıl ilgilenelim. Eğer gerçekten yazdıklarını duymuş iseler o zaman söyleyenin ismini veya ilgili işi yapanın ismini niye akıllarında tutmadılar? Kısacası bir şikâyette bulunurken ben filancayı bunu yaparken gördüm veya filanca bana bunları anlattı diye yazmalı. Eğer mektuplarının birisinin eline geçeceğinden korkuyorlarsa ben onlara, mektupları kendim okumadan ve ofise göndermeden kimsenin eline geçmeyeceğini garanti ediyorum. Bu güne kadarki hilafet döneminde sadece dört beş kere çok hasta olduğumda mektupların çok cüzi bir kısmı ben okumadan ofise gitti. Bazen uzun uzadıya tebliğ raporları içerdiğini bildiğim mektuplar ofise gönderilir. Onların özetini bana verin derim. Bunun haricinde hiçbir mektup, ister bir sır içersin ister içermesin, ister dua ile ilgili olsun, ister başka bir konuyu içersin, ben onu okumadan ve benim müsaadem olmadan ofise gitmez. Bunun sebebine gelince bazen, bazı mektupların içeriği bir ofise giderse ibtilaya sebebiyet verebilir.
Özet olarak ben müsaade etmeden hiçbir mektup başkasının eline geçmez. Ancak buna ilaveten ben bir yöntem söylüyorum. Mektup yazan kişi, “bazı kimseleri şunları yaparken veya söylerken gördüm, ancak mektubum başkasının eline geçer endişesiyle isimlerini yazmıyorum, siz isimlerini sorduğunuzda size açıklarım,” diye yazabilir. Bu konuda elimizden geldiğince dikkatli davranmamıza rağmen binlerce mektuptan bir tanesinin yanlışlıkla ofise gittiğini varsayarsak bile, şikâyet eden kişi “bu konuyla ilgili bana ne sorulursa açıklayacağım,” diye yazdığında onun boş laf söylemeyip, gerçekleri yazdığından emin olacağız.

Bu konuyla ilgili söyleyeceğim başka bir şey de eğer birisi bir şikayette bulunurken kendisi haricinde bir ispat yoksa mesela o birisini fitneye neden olan bir söz söylerken görür veya duyarsa ve yalnız olduğu için kendisi haricinde şahit yoksa, yahut orada bulunanların şahitlik etmeyeceğini biliyorsa, o zaman “filancayı bunları söylerken veya yaparken gördüm, ama ben hariç bu olayın başka şahidi yoktur” veya “filanca filanca kimselerin önünde olay vuku bulmasına rağmen onların şahitlik etmeyeceğini biliyorum, bundan dolayı ben sadece haber veriyorum” diye yazabilir. Ama bu tür şikâyetlerin kişisel olmaması gerekir. Eğer insanın kendisi veya bir başkası kişisel bir hata yaptıysa, bu tür zaafların şikâyet edilmesi günahtır. Ancak konu cemaat ve nizam ile ilgiliyse, onun bildirilmesi günah değil, tam tersine farzdır. Mesela eğer birisi kamu malına zarar verirken görülürse, nizam veya cemaatin isminin kötüye çıkmasına sebep olan şeyler yaparken görülürse böyle birisi hakkında, kendinden başka şahidi olmasa bile şikâyet edilebilir. Ancak eğer birisi kişisel bir kötülüğe yakalanmışsa, o takdirde insan dilini tutmalı ve onun için dua etmelidir. Çünkü kişisel zaaflar konusunda Allahcc örtücülüğü ama nizam ve cemaat ile ilgili meselelerin bildirilmesini tercih etmiştir. Kuran-ı Kerim’i inceleyin; o kişisel zaaflar konusunda örtücülüğü telkin ederken toplum veya cemaatle ilgili kusurların bildirilmesini farz kılmıştır.
Bu farkı iyi anlayın. Bazı kimseler diğer insanların kişisel zaaflarını ulaştırırlar. Bu tür şikâyetlerle hiç ilgilenilmez. Tersine bu tür şikâyetlerde bulunanların ıslahı için onları azarlarım. Çünkü İslam ayıplamayı ve kötü konuşmayı sevmez. Bunun tersine ister bir insan zarara uğrasa dahi, cemaat ve nizam ile ilgili sorunların bildirilmesinden hoşlanırım. Bu tür şikâyetler bildirilirken “insanlar şunu demektedirler” diye yazılmamalı, tersine “ben filanca kimseyi şunları söylerken veya yaparken gördüm” denmeli. Veya “filanca gördü ve bana ulaştırdı ama ben hariç bunun şahidi yoktur” diye yazılmalı. Yahut “şahitleri vardır, ancak şahitlik etmezler” diye bildirilmeli. Böyle durumlarda biz bir işlem yapamayız ancak artık uyanık oluruz.
Bir keresinde benim bir yakınım “filanca, filanca cemaatte fitne yayıcı sözler sarfetmektedir,” dedi. Ben onu dinledim ama hiçbir cevap vermedim. Birkaç gün sonra gelip ısrarla söylediklerini tekrarladı. Bunun üzerine ben ona “bu senin görüşündür. Sen bana söylemeden önce de ben konudan haberdardım. Ancak İslam şeriatı böyle bir durumda bir işlem yapmama izin vermemektedir” dedim. Aslında orada benim aleyhimde bir plan kurulmaktaydı. Buna rağmen ben, şeriat müsaade etmediği müddetçe ister benim aleyhime ister başkasının aleyhine bir tuzak hazırlansın, hiçbir şey yapamam. Ayrıca başka bir bahaneyi kullanarak da ona ceza veremem. Çünkü bu takvaya ve dindarlığa aykırıdır. Ben bunları söyleyince benim yakınım coşarak bu, fesadın gitgide yayılması ve hiç durdurulmaması manasına gelir, dedi. Bunun üzerine ben ona, “böyle durumda bir işlem yapmaya müsaade etmeyen Allahcc fesadı ortadan kaldırmak için gereğini Kendisi yapacaktır,” dedim. Kısacası Allah’ıncc koyduğu sınırlara biz müdahale edemeyiz. Bunun sorumluluğu Allah’acc aittir. Bu tür nedenlerle bir fitne meydana gelirse biz Allah’acc “Sen filanca durumda ceza verilmeli, ancak filanca durumlar göz ardı edilmeli” dediğin için biz böyle davrandık diyeceğiz. Allahcc gayb ilmine sahiptir. Benim inancıma göre böyle durumlarda bir fitne meydana gelirse Allahcc Kendisi onu düzeltecektir. Allahcc kullarının düzelmesini ve tövbe etmesini ister. Bundan dolayı O, onlara mühlet verir. Şimdi Allahcc mühlet verip tövbe kapısını açık tutarken hiçbir kul bu kapıyı kapatma hakkına sahip değildir. Fitneyi yayan ister benim aleyhimde, ister başkalarının aleyhinde şer yaysın. Bundan dolayı kişisel meselelerde şeriatın öngördüğü şekilde şahitlere göre karar verilecektir. Ancak cemaati ilgilendiren meselelerde genel görüşe göre karar verilecektir.
Bazı kimseler, bana bir konuyu ulaştırmak istedikleri halde iletemeyiz diye yanılırlar. Onlara göre bunun için onlara fırsat verilmemektedir. Her Ahmedinin, istediği her konuyu bana iletebileceği hiç unutulmamalıdır. Ancak eğer bir mesele cemaatte çalıştığı dairesiyle alakalı olup, onun şahsıyla ilgiliyse o direk olarak iletilemez. Mesela birisi, “terfi edilmedim, filan haktan mahrum bırakıldım,” diye yazarsa evraklar ilgili dairenin vasıtasıyla bana gelmedikçe şikayetini dikkate almayacağım. Ancak eğer birisi “filanca dairede Allahcc korusun! emanete hıyanet edilmektedir veya milli çıkarlar zarara uğratılmaktadır” diye yazarsa şikayetine kulak vereceğim. Çünkü ister düz memur, ister müstahdem, kim olursa olsun milli (cemaatle ilgili) çıkarları korumak ona farzdır. Aynen bunun gibi herkes “filanca nizam değiştirilmeli” diye yazabilir. Çünkü nazır-ı Âlâ, nazır, cemaatteki memurlar, müstahdemler veya cemaatin herhangi bir işiyle meşgul olanın hilafetle direk irtibatı olduğu gibi her ahmedinin de halifeyle direk ilişkisi vardır. Ancak disiplini korumak için cemaatteki bir dairede çalışan bir memurun şahsını ilgilendiren mesele bana direk olarak değil, şefinin görüşüyle beraber iletilmeli. Böylece her ikisinin görüşü bana iletilmiş olacak. Cemaatin nizamı ile ilgili öneriler göndermek veya herhangi bir fitne ve fesattan haberdar etmekten hiç kimse menedilmedi, menedilemez de. Hilafet var olduğu müddetçe her ahmedinin halife ile direk irtibatı vardır. Ancak Allah’ıncc her kulu ile direk alakası olduğu halde O, bazı meselelerde sınırlar çizmiştir. Mesela insanların aralarındaki muamelelerde, her insan Allah’acc direk olarak bağlıdır. Allahcc Kuran-ı Kerim’de:
جَزٰٶُا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَا
Kötülüğün karşılığı, o kötülüğe denk olandır,[1] buyurmuştur. Buna rağmen adamın biri diğerine tokat vurursa, tokat yiyen adam kendiliğinden intikam alma hakkına sahip değildir. Tersine Allahcc, cezanın hakim eliyle verilmesini istemiştir. Görüldüğü gibi Allahcc da bazı meselelerde sınırlar çizmiş olmasına rağmen, Benimle kulum arasına peygamber dahi giremez, buyurmaktadır. Halifeler de dünyada Allah’ıncc temsilcileridir. Bundan dolayı onlarla müminler arasına kimse giremez. Ancak birisinin şahsını ilgilendiren ofisle ilgili işler istisnadır. Mesela terfi, ceza veya herhangi bir konuda adaletsizlik vs gibi meselelerin ilgili dairenin vasıtasıyla iletilmesi gerekir. Eğer bir iş ile ilgili sorumluluk belli bir kişiye verilmişse onunla ilgili raporlar ilgili şefin vasıtasıyla gelmeli. Tabii ki mesela tebliğ şubesinde herhangi bir işte yanlış yapılmaktaysa veya ilgili şefin emri altında çalışanlarla tutumu ve tavrı hoş değilse o zaman bu ve buna benzer şikayetler bana direk olarak iletilebilir. Bir nazırın bana sorabilme hakkına sahip olduğu gibi cemaatte çalışan herkes işiyle ilgili direk olarak bana sorabilir. Ancak benim tavsiyemi kendisi için bir emir saymaması bunun şartlarındandır. Mesela bir öğretmen bana gelip, “bana verilen sorumluluğu şu şekilde yapmak istiyorum, bu konuda tavsiyeniz nedir” diye sorduğunda ben ona fikrimi söyleyeceğim. Ancak Nazır, kaide ve kurallara göre onu sorguladığında öğretmen, zamanın Halifesi şöyle demişti diyerek ihlal ettiği kuralın sorumluluğundan kurtulamaz. Eğer öğretmen benim tavsiyeme göre davranmak istiyorsa o zaman ilgili evraklarını şefin vasıtasıyla bana göndermek zorundadır. Bunu yapmadığı takdirde ona tavsiye ettiğim şeyin değeri, evlilik vs. gibi özel bir işinde verdiğim tavsiye hükmündedir. Kısacası eğer bir şef veya cemaat çalışanlarından herhangi birisi benden işiyle ilgili tavsiye talebinde bulunursa, ben fikrimi söylerim. Ancak bir üst makam onu sorguladığında o “zamanın Halifesi şöyle buyurmuştur” deme hakkına sahip değildir. Üst makam, yaptıklarının kurallara aykırı olduğu kanaatine varırsa o, zamanın Halifesine danışmıştım deme hakkına sahip değildir. Çünkü benim ona söylediklerim kişisel tavsiyeden ibarettir. Bundan dolayı bunun sorumluluğu da ona aittir. Netice olarak bu açıdan, ister müstahdem, ister düz memur, isterse nazır, herkim bana gelirse ben ona fikrimi söylerim. Ancak ona uyup uymamak onun tercihidir. Mesela bir öğrenci bana gelip, “annem hastadır, onun ziyaretine gitmeli miyim gitmemeli miyim?” diye sorduğunda, mutlaka gitmelisin diyeceğim. Şimdi eğer öğrenci okul müdüründen izin almadan ziyarete giderse, müdür ona ceza vermekte haklıdır. Çünkü öğrencinin bunu yaparken izin alması gerekiyordu.
Bazı kimseler bu ayrıntıları anlamadıkları için Halife ile kendileri arasında bazı kimselerin bir vasıta olduğunu düşünürler. Bu doğru değildir.
Nizamı korumak için yapılan kaidelere ve kurallara uyulması gerekir. Benimle danışmasına dayanarak, hiç kimse kaideleri hiçe sayma hakkına sahip değildir. Mesela okul müdürü bana gelip, “ben şu işi yapmak istiyorum” derse ve ben ona yapabilirsin dersem, daha sonra bir kuralı ihlal ettiği için Nazır ona sorduğunda müdürün, “ben zamanın Halifesine danışıp bunu yaptım” demesi caiz değildir. Ben sadece bir kimsenin yetkisine giren konular hakkında ona tavsiyede bulunurum. O, yaptığın işin sorumluluğunu bana değil kendine yüklemelidir. Aynı kurallar nazırlar için de geçerlidir. Onlar da benim fikrimi sorma hakkına sahiptirler. Ancak yaptıkları işin sorumluluğu kendilerine aittir. Çünkü benim tavsiyeme uyup uymamak onlara düşer. Ancak bir nazırlık herhangi bir konuda tavsiyemi değil emrimi istiyorsa, onun evrakları Nazır-ı Ala vasıtasıyla bana iletilmeli. Bu durumda verdiğim emrin sorumluluğu bana aittir. Ancak direk olarak danışılınca sorumluluk danışan kişiye aittir.
Bu yol izlendiğinde hiç kimse yanılgıya düşmez. Birçok kişi, biz tavsiye alma veya bir fikir sunma hakkına sahip değiliz diye şikâyet ederler. Aslında herkes bu hakka sahiptir. Ancak sorumluluğu bana yüklememeli kendisi üstlenmeli.
Dışarıdaki cemaatler de bilgi eksikliklerinden dolayı ortaya çıkan bu tür yanlış düşüncelerden kurtulsunlar diye ben bunları açıkladım. Ayrıca üstlerini bana şikâyet edip etmeme konusunda tereddütlü olanlara da durum açıklanmış olur. Bu nizamda üst makam hiçbir özel hakka sahip olmadığı gibi onun emri altında çalışanlar da bu haktan mahrum değildir. Bir öğrenci, öğretmenin bana ulaştığı gibi ulaşabilir. Bir öğretmen, görüşünü bir okul müdürünün bana ilettiği gibi iletebilir. Bir Nazırın bana fikrini sunduğu gibi bir okul müdürü de sunabilir. Bir nazır ise, Nazır-ı Ala’nın benimle danıştığı gibi danışabilir. Ancak benim açıkladığım fark göz önünde bulundurulmalı. Benim her Ahmedi ile ilişkim, baba-oğul ilişkisi gibidir. Bundan dolayı, eğer birisi kendiliğinden danışmak için bana gelirse, anne-babanın tavsiye vermesi gibi ben de ona tavsiyede bulunacağım. Ancak benim tavsiyem nizam açısından değil, hilafet açısından her Ahmedi ile olan manevi ilişkimden dolayı olacaktır. Hiç kimse tavsiyemi bahane ederek kaide ve kuralı ihlal edip üst makama karşı gelemez. Benimle danışmasına rağmen eğer bir kaide, bir işin yapılmasına müsaade etmiyorsa onu yapması caiz değildir. Az önce de bir öğrencinin örneğinde olduğu gibi. O bana gelip annesinin hasta olduğunu söyleyerek ne yapması gerektiği konusunda benimle danıştığında, ben ona annesinin ziyaretine gitmesi tavsiyesinde bulunacağım. Ancak benim tavsiyem onu okuldan izin alma zorunluluğundan kurtarmaz. O okuldan izin almak zorundadır. İşte bu kural herkes için geçerlidir.
Bana gelen bir şikâyete göre bazı Ahmediler bana ulaşamayacaklarını düşünüyorlar. Bu yanlıştır. Bir Ahmedi ister küçük ister büyük, ister az tecrübeli ister çok tecrübeli olsun, danışmak istediği konu ilmi açıdan ister önemli ister önemsiz olsun, her Ahmedi zamanın Halifesiyle danışma hakkına sahiptir. Ancak zamanın Halifesinin, kendi meşguliyetlerini göz önünde bulundurarak, danışmak isteyen kişiye görüşmek için müsaade etmesi bunun şartıdır. Kısacası herhangi bir konuyu Halifeye sunabilirsiniz. O, Nazır-ı Ala yerine başka bir sistem önerebilir. Ben onun dediklerini kabul edeyim veya etmeyeyim, her Ahmedi Nazır-ı Ala gibi fikrini söyleme hakkına sahiptir. Ancak bir öğrenci ilmini ve aklını aşan bir konuda bana bir şey söylerse, ben ona henüz ilim ve tecrübe edinmesi gerektiğini söyleyerek, bu meseleye müdahale etmemesi tavsiyesinde bulunmama rağmen, “sen bu öğrenci halinle bu meseleye neden karışıyorsun” diyerek ona engel olmayacağım. Ama eğer bir öğrenci meseleyi kavrama gücüne sahip ise konuyla ilgili görüşünü bildirmesi onun hakkıdır. Aynen bunun gibi herkes bu hakka sahiptir.
Meclis-i Şura cemaat ile ilgili önemli meselelerde görüşünü bildirir. Ancak şura bu konu için özel bir İlâhî belgeye sahip değildir. Fikir vermek ve tavsiyede bulunmak her Ahmedinin hakkıdır. Bundan dolayı ne meclis-i Şura, ne de herhangi bir nâzırlık, Halife ve cemaat arasında bir engel değildir. Bir Ahmedinin şahsi meselesinin ilgili üst makam vasıtasıyla gelmesi bir istisnadır. Tabii ki kanun ve kaideye göre hiçbir üst makam, evraklara el koyamaz. Eğer birisi, bir şef tarafından evraklara el konulduğunu ve dairelerde işlem için gereken zamandan daha fazla bekletildiğini ispat ederse, mesele ofis ile ilgili olsa bile direk olarak bana gönderebilir.[2]
[1] Şura suresi, ayet 41
[2] Hutubât-ı Mahmud, 17 Ocak 1930


