Seçmenler ve seçilen görevlilere önemli nasihatler
Vadedilen Mesih’in beşinci Halifesi Hazreti Mirza Masrur Ahmed 12 Nisan 2013 tarihinde hutbe verdi. Kelimeyi şahadet, istiaze ve Fatiha suresinden sonra Nisa suresinin 59. Ayetini tilavet etti. Hutbesinde bu ayetlerle ilgili şöyle buyurdu:
Tercümesi: Allah size, emanetleri lâyık olanlara vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğinizde, adaletle hüküm vermenizi emreder. Allah’ın size öğütlediği ne güzeldir! Şüphesiz Allah, en iyi işiten ve görendir.
Bütün Cemaatlerin bildiği gibi bu sene Cemaat içinde seçim senesidir. Her üç senede bir seçim olur. Amirler sadırlar ve diğer görevliler seçilir. Bazı cemaatlerde seçimler başlamıştır. Büyük cemaatlerde bugünlerde “Meclis-i İntihab”[1] seçimleri yapılmaktadır. Bu meclis-i intihab, daha sonra cemaatlerinin görevlilerini seçer. Cemaatin yönetim sisteminin gerçek manada işlemesi için bir taraftan bu seçimler gerekirken diğer taraftan bu işlerin üstesinden en güzel şekilde gelinmesi ve görevlerin hakkıyla yerine getirilmesi için, ehil fertlerin seçilmesi de gerekir. Bu öylesine önemli bir iştir ki Allahcc Kuran-ı Kerim’de, müminlerin dikkatini buna çekmiştir. O, ayrıntıları ile ne tür görevlilerin seçilmesi gerektiğini söylemiştir. O, görev alanların dikkatini
çekerek bir görev almanın yeterli olmadığını, tersine görevlerini hakkıyla yerine getirmeleri gerektiğini, bunu yapmadıkları takdirde ise Allah’ıncc öfkesine nail olacaklarını bildirmektedir. Benim tilavet ettiğim ayet bu konuları açıklamaktadır. Bu ayet ilk olarak oy verme hakkına sahip olanlara sorumluluk yüklemektedir ki görev bir emanettir. Bundan dolayı sizce en iyi olan kim ise onun lehine oyunuzu kullanın. Oy vermeden önce onun bu göreve ehil olup olmadığını, lehine oy vermek istediğiniz kişinin ilgili görevin üstesinden hakkıyla gelme yeteneğine sahip olup olmadığını iyice gözden geçirin. Ne kadar büyük bir sorumluluğu birisine teslim etmek için, zamanın Halifesine tavsiyenizi bildirmek üzere bir araya geldiyseniz, o kadar çok derin düşünmeye ve duaya ihtiyaç vardır. Oy verirken, “filancadan hoşlanıyorum, benim yakınımdır, ailemdendir, aynı soyu ve kastı paylaşıyoruz, bundan dolayı ona oy vereceğim” diye düşünmek doğru değildir. Bu gibi düşüncelerin hiçbirisi görevliyi seçerken engel olmamalı. Allah-u Teâlâ, sen görevini hakkıyla yapmadın diye sadece görevliyi sorguya çekmez; Oy verenler de, sen oy verirken hakkını doğru kimse için kullanmadın diye sorgulanacaktır.
Bu ayetin sonunda Allahcc “Allahcc çok işiten ve çok iyi görendir” buyurmuştur. Bu oy verenler için de geçerlidir. Eğer birisi hakkında gerçek bilgiye sahip değilseniz, Allah’acc dua ediniz ki “Ey Allahcc! Senin gözünde en iyi olana oy vermeyi bana nasip eyle.” Semi ve Basir (çok iyi işiten ve çok iyi gören) Allahcc, iyi niyetle yapılmış olan bu duayı kabul eder. O, aynı zamanda basirdir, amellerinizi derinlemesine gözler. Allahcc kandırılamaz. O, kalbin derinliklerinde bulunanlara vakıftır. Kısacası müminlerin cemaati Allah’acc yalvararak görevlilerini seçtiğinde, Allahcc da müminlere yardımcı olur. Cemaat nizamında her işten önce dua etmek geleneklerimizdendir. Biz işimize dua ile başlarız. Seçimlerden önce de dua edilir. Eğer ihlasla Allah’tancc kılavuzluk istemek suretiyle seçim süreci tamamlanırsa, Allahcc lütuflarını ve bereketlerini indirir.
Bundan dolayı her oy veren oy verme hakkının önemini anlamalı. Her türlü kişisel meyiller, kişisel beğeniler ve şahsi ilişkilerden arınarak, hangi görev için seçecekseniz ona dikkat ederek ehline oy verin. Eski Ahmediler bilirler, ancak yeni gelenler ve gençlerin de bilmesi gerekir ki seçimde görüş bildirilir, son kararı zamanın Halifesi verir ve bazen birisinin oyu fazla olmasına rağmen bazı nedenlerden dolayı başkasına görev verilir. Bazı yerel görevlilerin seçimi için son kararı ülke amiri veriyorsa kurallar ona izin vermektedir. Amirler, ihtilaf etme hakkına sahip olmalarına rağmen oy çokluğuna saygılı olmalıdırlar. Özellikle İngiltere, Avrupa ülkeleri, Amerika, Kanada ve Avustralya ülkeleri not etmelidir ki yerel seçimlerde bir değişiklik yapmak istendiği takdirde, kaideler ülke amirine izin vermesine rağmen bu seferki seçimde eğer bir değişiklik yapmak istiyorlarsa benden izin almaları gerekecek. Amirler kendiliğinden hiçbir değişiklik yapamazlar. Ancak Pakistan, Hindistan ve diğer ülkeler, kaidelere uygun olarak yerel seçimlerde gereğini yapabilirler. Her ülkenin ulusal amilası ve diğer bazı görevlileri zaten Zamanın Halifesi tarafından onaylanır.
Bu ayette “emanetleri ehil olanlara verin” buyrulmuştur. Bu emir görevliler için de geçerlidir. Bazı görevler ve işler seçim olmaksızın verilir. Mesela sekreter-i riştanata görevi veya hizmeti gibi, bazı şubelerde bazı kimselere görevler verilir. Böyle durumlarda amir, sadır veya ilgili sekreter birisine bir iş verirken bunu kişisel beğeni veya ilişkiden dolayı yapmamalı, tam tersine ayrıntılı bir şekilde cemaat fertlerini incelemeli, bu incelemeden sonra aralarında en iyi görünene iş teslim edilmeli. Yoksa yaptığı iş adam kayırma sayılır ve İslam’da buna müsaade yoktur. Ancak eğer birisi dostuna ve yakınına görünürde liyakat sahibi olduğu için bir iş teslim ediyorsa yine de bazı kimseler adet gereği itiraz ederler ve yersiz olarak, o filanca görevi yakınına vermiştir derler. Böyle itiraz edilmemeli. Bir görevli veya bir amirin yakını olması günah değildir ki bundan dolayı sözkonusu kişi hizmetten mahrum bırakılsın. Bazı kimseler bu tür itirazlarda bulunduğu için bunu da söyleme gereği duydum.
Daha sonra Allah-u Teala bu ayette, görev verilenlere de hitap ederek, insaf ve adalet ile görevlerini ve teslim edilen işlerini yapmalarını emretmiştir. Eğer adalet ve insaf yoksa, adam kayırılıyorsa, akrabalara iltimas varsa veya hizmet eden bir kimseye gereğinden fazla hesap soruluyorsa ve başka birisine gereksiz göz yumuluyorsa, insaf ve adalet sağlanamaz. İnsaf ve adaletin olmadığı yerde ise işler bereketli olmaz. Güzel sonuçlar yerine kötü sonuçlar meydana gelir. Sadece iş yapanlarla değil, her cemaat ferdi ile insaf ve adalete dayalı ilişkiler olmalı ve ona göre kararlar verilmeli. Filanca filancanın dostudur, yakınıdır veya filancanın ailesinin ferdidir diye ona farklı diğerlerine farklı davranılırsa, cemaat içinde huzursuzluk meydana gelir. Aynen bunun gibi Zamanın Halifesi tarafından rapor istendiğinde, raporun da gerçek olması gerekir. Çünkü adaletle hüküm verin emri vardır. Ancak zamanın Halifesine yanlış rapor edilirse, o da yanlış karar verecektir ve böylece yanlış karar verilmesine neden olarak kendileri günah işlemiş olanlar, onun da hata yapmasına sebep olacaklardır. Kısacası Cemaat işlerinde daima bunlar göz önünde tutulmalı. Verilen her iş ve her hizmet, derinlemesine düşünülerek ve bütün incelikleri gözetilerek eda edilmeye çalışılmalı.
İşte görev bir üstünlük değildir. Tersine büyük bir sorumluluktur. Sorumluluklar dualarla yerine getirilmelidir. Allahcc semi olduğunu bildirerek dualarımızı işittiğini anlatmaktadır. Özellikle Allah’ıncc emirlerini yerine getirmek için edilen dualar neticesinde O mutlaka yardım eder. Yüce Allahcc oy verene derinlemesine baktığı gibi, görevliye de derinlemesine bakar. Eğer onlar sorumluluğunu yerine getirmezse adalet ve insaf ile karar vermezse, teslim edilen işlerin hakkını vermezse, her şeyi gören Allahcc tarafından sorgulanacağı bildiriliyor. Onlardan hesap sorulacaktır. İşte kendisine herhangi bir hizmet teslim edilen herkes için bu korkulacak durumdur. Bazı insanlar göreve gelmek için çok istekli olurlar. Ancak onlar bunun ne kadar büyük sorumluluğu olduğunu ve hakkıyla yerine getirmedikleri takdirde Allah’ıncc öfkesine nail olacaklarını, O’nun tarafından sorgulanacaklarını bilmeliler. Her görevli herkesten daha fazla gece gündüz istiğfar etmelidir.
Her görevli bilmeli ki oy alıp görevi onaylandıktan sonra o azat edilmiş değildir. Tersine o öyle bir bağ ile bağlanmıştır ki görevini yerine getirmediği, gücü ve yeteneklerine uygun davranmadığı takdirde Allah’ıncc öfkesine de nail olabilir. Her görevli, Cemaatin her ferdinin hakkını ödemek zorunda olduğu gibi, Cemaatin toplumsal hakkını da ödemek zorundadır. Her görevli, Cemaatin bir görevlisi olduğunun bilincinde olup, benim bir zaafım Cemaati etkileyebilir veya Cemaatin adının kötüye çıkmasına sebep olabilir diye düşünmeli. Bundan dolayı o bu hakka da riayet etmeli ve iyi örnekler sergileyerek hem dinî hem dünyevî hakların yerine getirilmesinde örnek olmalı. Hiç kimse bu benim kişisel sorunumdur, dilediğim gibi hareket ederim, cemaatin bununla ilgisi yoktur, ben özgürüm istediğim gibi davranabilirim diyemez. Her görevli artık her meselede kendi zatının da cemaat menfaatlerine tabi olduğunu anlamalı.
İşte her görevli bu bilince sahip olmalı ve oy verenler de ancak bu bilinçte olanları seçmeli. Başka bir deyişle takva seviyesi yüksek olanlara görev verilmeye çalışılmalı. Eğer iddiamız zamanın İmamına iman edip takva standartlarını yükseltmek ve bize teslim edilen emanetlerin hakkını başkalarından daha fazla vermek ise, o zaman cemaat sorumluluklarımızı büyük bir titizlikle yerine getirmek zorundayız. Yüce Allahcc:
وَالَّذٖينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
“Onlar, emanetlerine ve vermiş oldukları sözlerine riayet ederler,”[2] buyurmaktadır. Kısacası Allah’ıncc bu emrini herkes kendi sahası içinde göz önünde bulundurmalı. Teslim edilen emanetler üstünkörü yerine getirilmemeli; tam tersine sorumluluklar derinliğine inerek bütün inceliklerini göz önünde bulundurarak yerine getirilmeli.
Kısacası, seçme hakkına sahip olanlar da işlerini ciddiyetle yapanları seçmeli. Seçilmiş olanlar da bütün yeteneklerini ortaya koyarak sorumlulukların üstesinden gelmeye çalışmalı. Bu görevliler hangi seviyedeki görevliler olursa olsun, dini daima dünyadan üstün tutma sözüne en çok onlar bağlı kalmalıdır.
Önce de söylediğim gibi bir göreve istekli olan veya hizmete talip olan çoktur. Halbuki bunlar için istek veya talep olmamalı. Böyle bir şey İslam öğretisine aykırıdır. Eğer hizmet coşkusu ve isteği varsa o zaman teslim edilen hizmet veya görev her ne olursa olsun, hizmet eden veya görevli olan kişi bütün sözlerini yerine getirmeden bu işin üstesinden gelinmeyeceğini bilmeli. Sözlerin nasıl yerine getirileceği ve hangi seviyede tamamlanmış olacağı, bunların standardının ne olması gerektiği ile ilgili Vadedilen Mesihas şöyle buyurmaktadır:
“Yüce Allahcc (Onlar, emanetlerine ve vermiş oldukları sözlerine riayet ederler) ayet-i kerimesinde şunu buyurmaktadır: Onlar sadece, nefsi emmarenin isteklerine galip gelme ve onun duyguları üzerine büyük bir fetih elde etme marifetine sahip değildirler; bununla beraber onlar güçleri yettiğince Allahcc ve O’nun yarattıklarının bütün emanetlerini ve sözlerini her açıdan göz önünde bulundurup, takvanın ince yolları üzerine adım atmaya çalışırlar ve güçleri yettiğince bu yol üzerinde yürürler.”[3]
“Bu ayette “raun” kelimesi geçmektedir. Manası da riayet edenlerdir. Bu kelime Arapça’da, bir kişi, gücü ve takati nispetiyle herhangi bir konunun ince yolları üzerinde yürüdüğünde ve onun bütün inceliklerini yerine getirmek istediğinde ve hiçbir ayrıntısını terk etmek istemediğinde kullanılır. Kısacası bu ayetin manası şudur: O müminler ki… Güçleri yettiğince, sahip olduğu takati ve gücü nispetiyle takvanın ince yolları üzerinde adım atarlar. Onlar emanetler ve sözlerle ilgili takvanın hiçbir yönüne umursamazlık etmezler. Bunların hepsine riayet etmeyi hep gözönünde bulundururlar. Onlar, kendi kendilerine kabaca emin ve sözlerine sadık demeye razı olmazlar. Tersine içten içe kendilerinden bir hıyanetin zuhur etmesinden korkarlar. Kısacası gücü nispetinde her konuda dikkatlice düşünürler ki içlerinde herhangi bir ayıp ve kötülük bulunuyor olmasın. İşte bu riayet etmenin ikinci ismi takvadır.”[4]
“Sözün özü, o müminler ki ister Allahcc ister kulları ile muamelelerinde, hadlerini ve sınırlarını aşmazlar. Tersine Allahcc indinde herhangi bir itiraza maruz kalma korkusuyla emanetlerin ve sözlerin uzak köşelerine riayet ederler. Daima emanetlerini ve sözlerini incelerler ve takvanın dürbünüyle onun iç durumlarını müşahede ederler. Derler ki, içten içe emanetleri ve sözlerinde bir bozulma meydana gelmesin. Bütün yetenekler, uzuvlar, can, mal, izzet ve saygı gibi kendilerinde bulunan bütün İlâhî emanetleri güçleri yettiğince takva sınırları içinde kalarak ileri derecede dikkat ile yerli yerinde kullanırlar. İman ederken Allah’acc verdikleri sözü, ileri derecedeki vefa ile ellerinden geldiğince yerine getirmeye çalışırlar. Aynen bunun gibi kendilerinde bulunan mahlûkatın emanetlerine veya emanet hükmünde olan şeylere de güçleri yettiğince takva sınırları içinde kalarak riayet ederler. Bir anlaşmazlık vuku bulduğunda zarara uğrasalar dahi takvayı göz önünde bulundurarak karar verirler…”
“…İnsanın bütün manevi güzelliği takvanın bütün ince yollarına adım atmaktır. Takvanın ince yolları manevi güzellik için ince nakışlar ve hoş hatlardır. Allah’ıncc emanetlerine ve imanî sözlere gücü yettiğince riayet etmek, baştan ayağa kadar her güç ve uzuv (ki bunlar zahirde gözler, kulak, el, ayak vs, içte ise kalp, diğer güçler ve ahlaktır) bunların hepsini gücü yettiğince tam manasıyla zaruret mahallinde kullanmak, caiz olmayan vaziyetlerde onlara engel olmak, onların gizli saldırılarına karşı uyanık durmak ve bununla birlikte kul haklarına da riayet etmek, işte insanın bütün manevi güzelliği bu yola bağlıdır. Allahcc Kuran-ı Kerimde takvayı elbise olarak isimlendirmiştir. Nitekim Libasü’t Takva (Takva elbisesi) Kuran-ı Kerim’in kelimesidir. Bu manevi güzellik ve ziynetin ancak takva ile elde edileceğine işaret etmektedir. Takva ise insanın bütün İlâhî emanetlere, imanî sözlere ve aynen bunun gibi mahlukatın bütün emanetlerine ve sözlerine gücü yettiğince riayet etmesi demektir. Yani o, onların en ince yönlerine, elinden geldiğince bağlı kalmalıdır.”[5]
Kısacası takvanın seviyeleri yükselmedikçe emanetlerin ve sözlerin hakkı ödenemez. Vadedilen Mesih’inas buyurduğu gibi bu emanetler, hem Allah’acc hem kullarına aittir. Bir Cemaat görevlisinin özellikle her iki türlü emanetin emini olması beklenir.
Nitekim ben bir kere daha yöneticilerini seçecek olan Cemaat fertlerinin dikkatini çekerek “Allah’acc dua ederek her iki emanetin ve sözlerin hakkını ödeyenlerin lehine oyunuzu kullanın” diyorum. Bu ancak her açıdan Cemaatin takva seviyesi yüksek olduğu zaman mümkün olabilir. Her oy kullananın takva seviyesi yüksek olunca bu mümkündür. Bundan dolayı Cemaatin her ferdi kendi içine bakarak seviyelerini yükseltmeye çalışmalı.
Yöneticilere gelince, onları Cemaat fertleri seçerler ve kendi aralarından seçerler. Bundan dolayı bir mümin olarak aramızdan her birisinde bulunması gereken birkaç güzellikten, özellikle de yöneticilerde bulunması gereken güzelliklerden bahsedeceğim.
Sözlere uymaktan bahsettik. Bundan dolayı ilk olarak dikkatinizi şuna çekeceğim; Eğer Cemaat içinde sözlere bağlı kalmanın seviyesi yükselirse o zaman yöneticilerin de sözlere bağlı kalma seviyesi yükselecektir. Ödenmesi gereken kul haklarından zaaf gösterilen hak, sözlerin yerine getirilmemesidir. Sözler yerine getirilmediği için haklar ödenmez. Bunu yapmak için kendi kendine sert davranmak gerekirse, buna katlanmalı. Vadedilen Mesih’inas buyurduğu da budur. Hak ödemek için çaba sarf edilmeli. Birçok iş sözleşmesi vardır. İtiraz edenler diğerlerine hemen itiraz ederler. Ancak kendi muameleleri temiz olmadığından toplumda fesat meydana gelir. İslam barışsever bir dindir. İslam ne kadar bunun üzerinde durduysa Müslümanlar arasında o kadar çok verilen söze aykırı davranma, fitne ve fesadın örnekleri bulunmaktadır. Bu toplum içinde yaşadıkları için Ahmediler de bundan etkilenmektedir.

Söz sadece dışarıdaki iş sözleşmeleri değildir. Tersine içerdeki ve dışarıdaki bütün sözler kastedilmektedir. Evde karı-kocanın evlilik ilişkisi de bir sözleşmedir. Bunda da insanlar birbirini kandırırlar. Daha önce de birkaç kere söylediğim gibi bazı kimseler Cemaat işlerini çok güzel yaptıkları halde ailenin haklarını ödemezler. Bu da sözleşmelere bağlı kalmamak ve onlardan yüz çevirmek demektir. Bunlardan Allahcc indinde sorulacaktır. Allahcc :
اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُلًا
“Şüphesiz her verilen söz hakkında kesinlikle birgün sorulacaktır.”[6] Yüce Allahcc müminin alametlerinden bahsederken,
وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوا
“Onlar söz verdiklerinde onu yerine getirirler,”[7] buyurur. Bundan dolayı, eğer mümin yöneticilerin seçilmesini istiyorsak, her Ahmedi ne denli sözlerini yerine getirip getirmediği konusunda kendini her seviyede sorgulamalıdır. Kendisi ne derece emanetlerin hakkını yerine getirmektedir?
Yüce Allahcc güzel bir toplumun meydana gelmesi için birbirinin duygularına riayet edilmesini emretmektedir. Bundan dolayı O,
وَلَا تَلْمِزُوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِ
“Birbirinizi ayıplamayın ve birbirinize kötü lakaplar takmayın,”[8] buyurmuştur.
“Telmizû”nun manası sadece ayıplamak veya karalamakla sınırlı değildir, bunun manaları geniştir. Bazı yöneticilerin duygularını kontrol altında tutamadığı görülür. Bazen onlar bir iş için gelenlere veya kendileri ile beraber çalışanlara duygularını rencide eden sözler sarfederler. Bunun neticesinde bazen imanı zayıf olanlar, sadece yöneticilere muhalif olmakla kalmayıp Cemaat nizamına da kırgın olurlar. Önce de söylediğim gibi Yüce Allah’ıncc kullandığı kelimenin muhtelif manaları vardır. Mesela, itmek, mecbur etmek, dövmek, suçlamak, menfi tenkit etmek, birisinin zaaflarını ve eksiklerini aramak, birisine yanlış sözler söylemek, birisinin hoşuna gitmeyen bir şekilde konuşmak. İşte yöneticiler eğer bunlara riayet etmezse, o zaman bu tavırlara maruz kalan kişiden yöneticilere ve Cemaat nizamına karşı kırgın olmaktan başka ne beklenir?
Aynen bunun gibi “birbirinize kötü lakaplar takmayın” buyurmakla birisinin hoşuna gitmeyen bir isimle çağrılması yerine herkese izzet ve saygı ile davranılmasına dikkatimiz çekilmiştir. İşte bu, bir yöneticide bulunması gereken çok büyük bir özelliktir. Her mümin buna uyarak karakteri ile toplumda sevgi yaymalı. Bu emir umuma ait olmasına rağmen bir yönetici bunları özellikle göz önünde bulundurmalı.
Cemaat yöneticilerinde bulunması gereken başka bir vasıf, Cemaatin parasını özellikle çok dikkatlice harcamalarıdır. Hiçbir şekilde israfa kaçmamalı. Bundan dolayı bütçeleri büyük olup, masrafları da fazla olan şubeler, sadece bütçelerini göz önünde bulundurmamalı. Tersine, onlar en az para harcayarak en fazla istifade elde etmenin yollarını aramalı. Mesela ziyafet şubesi, langarhane[9] veya Jalsa Salana’nın şubeleri. Vadedilen Mesih’inas langarhanesi artık dünyanın hemen hemen her tarafında bulunmaktadır. Jalsa salana nizamı da dünyanın her tarafına yayılmıştır. Her iki şubenin başkanları çok dikkatli olmalı. Bütçe müsait olsa dahi, inceleyip araştırarak en az masrafla işler halledilmeye çalışılmalı. İşte emanetin hakkını ödemenin doğru yolu budur. Vadedilen Mesihas paranın gelmesi ve bollaşacağı konusunda endişeli değildi; endişesi onları yerli yerinde kullananların olup olmayacağı ile ilgiliydi. Bundan dolayı amirler ve ilgili yöneticiler bunu özellikle dikkate almalı.
Her müminin alameti olmasına rağmen bir yönetici özellikle boş söz ve lüzumsuz işlerden uzak durmalı. Cemaat sorumlulukları verilenler boş söz ve lüzumsuz işlerden herkesten daha ziyade kaçınmalı. Yüce Allahcc Kuran-ı Kerim’de:
وَالَّذٖينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ
“Onlar lağv[10]dan yüz çevirirler,”[11] buyurmaktadır. Yani bir mümin, boş söz ve lüzumsuz işlerden kaçınırken aralarından en iyi olanların seviyesi en yüksek olmalı. Onlar boş laf ve lüzumsuz işlerin her türlüsünden kendilerini korumalı. Boş konuşulmamalı ve dalga geçilen meclislerde oturulmamalı. Bazı yöneticiler bir araya geldiklerinde diğerleri ile ilgili konuşup dalga geçerler. Bundan kaçınılmalı. Cemaat yöneticileri dini geleneklere uymayan meclislere katılmamalı. Vadedilen Mesihas lağvı açıklarken şöyle buyurmaktadır:
“Bunun manası şudur ki lağv ilişkilerden bağlarını koparan ancak mümindir. Lağv ile ilişkiyi koparma neticesinde Allahcc ile ilişki kurulur. Başka bir deyişle lağv sözler ve hareketlerden kalbini koparmak, Allah’acc gönlünü vermek demektir.”[12]
Kısacası Allahcc ile bağ sağlamlaştıkça takva seviyesi yükselir. Yüce Allahcc cimrilik bir mümine yakışmaz buyurmaktadır. Bundan dolayı yöneticiler israftan kaçınıp masraflarında itidalli olmakla beraber cimri de davranmamalı. Zaruret ve caiz ihtiyaç olduğunda masraf yapılmalı. Ancak birisi için elin çok açık olması ve diğeri için elin kapalı olması doğru değildir.
Yöneticilerin başka bir özelliği,
وَالْكَاظِمٖينَ الْغَيْظَ
Yani, “öfkelerini yenenler,”[13] dir. Yönetici öfkesine hakim olmalı. Allahcc bunu özellikle emretmiştir. Şüphesiz bazen bazı durumlarda kızgınlık ortaya çıkar. Ancak onlar öfkelerini bastırabilmeli. Cemaat menfaati için bazen, ıslah gayesiyle kızılması gerekebilir. Ancak, ikide bir ufak tefek meselelerden dolayı öfkelenmek, birlikte çalıştıklarının onur ve saygılarına riayet etmemek, bir yönetici için hiçbir şekilde kabul edilemez. Yönetici böyle olmamalı. İyi bir yönetici Allah’ıncc
وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا
“İnsanlara güzel söz söyleyin,”[14] emrini göz önünde bulundurmalı. İnsanlara yumuşaklıkla, güleryüzlü davranmalı. Eğer yöneticiler böyle davranırsa onlarla ilgili bazı yerlerden gelen şikayetler kendiliğinden son bulur.
Bir yöneticinin özelliklerinden bir tanesi de onunla birlikte çalışanlarla güzel geçinmesidir. Cemaatin yöneticiliği dünyevi bir makam değildir ki üst ve alt ilişkileri olsun. Cemaatin hizmetinde bulunan herkes, ister o birisinin altında çalışsa bile sevgiden dolayı Cemaatin işlerini yapar. Bundan dolayı yönetimin başındakiler ve yöneticiler, yanında çalışanlara da güzel davranmalı. Bir hata yapıldığında sevgi ile nasihat edilmeli, dünyevi yöneticiler gibi sert davranılmamalı. Tabii ki eğer birisi inatlaşıp, Cemaatin menfaatine zarar veriyorsa o uygun bir şekilde uyarılmalı. Yine de vazgeçmezse ondan hizmet almayın, üst makama haber verin, gerekirse görevden uzaklaştırın. Ancak hiçbir şekilde durup dururken ofislerde veya iş yapılan yerlerde bir hizipleşme ortamı yaratılmamalı.
Ziyarete geleni saygıyla karşılamak, yöneticilerin en üstün ahlaklarından birisi olmalı. Bu davranış ta ahlakın en yüce seviyelerinden biridir. Bir yöneticinin ziyaretine veya ofisine gelen birisine saygı ve hürmet gösterilmeli, saygın bir şekilde oturtulmalı. Bu çok gereklidir. Eğer ziyaretçi ofisinize geldiyse onu ayağa kalkarak karşılayın. Hem seçilen yöneticiler bu ahlaka sahip olmalı, hem de daimi olarak Cemaat içinde hizmette bulunan diğer fertler. Böyle yapmakla saygınlığınız azalmaz, tersine artar.
Tevazu ve acz, bir yöneticinin başka bir vasfıdır. Bu vasfı her Ahmedi de fıtratının bir özelliği haline getirmeli. Ancak bir yönetici özellikle tevazu sahibi ve alçakgönüllü olmalı. Yüce Allahcc:
وَلَا تَمْشِ فِى الْاَرْضِ مَرَحًا
“Yeryüzünde kibirlenerek yürüme,”[15] buyurmuştur. Yüce Allahcc kibrin hiçbir insanda bulunmasından hoşlanmazken, kendilerini din hizmeti için sunanlarda bir saniye için dahi olsa kibrin bulunmasından nasıl hoşlanabilir? Kısacası bu özellik bütün yöneticilerimizde ne kadar mümkün ise o kadar çok olmalı. Kendilerini ziyaret eden herkese ileri derecede tevazu ile davranmalı.
Yüce Allahcc:
اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰى
“Adaletli davranın, bu takvaya daha uygundur,”[16] buyurmaktadır. İşte özellikle ellerinde karar verme yetkisi olan, insanlar arasında barış ve uzlaşma sağlamaktan sorumlu olan, ıslahî komiteler veya kazada görevli kadılar bu emri hep hatırlarında tutmalı. Kararların her biri adalet ve insafa dayanmalı. Bazen verilen bazı kararlar bana gelir. Onlarda edindiğim tecrübeye göre derinliğine inip, mesele incelenilmemiş olur. Böylece ilgili tarafta huzursuzluk meydana gelir. Verilen karar, eğer şeriatın açık bir emrine dayanıyorsa onu açıkça yazmalıdırlar. Şeriatın emrine göre böyle karar verilmiştir diye o emre atıf yapılmalıdır. Özellikle kadılar buna dikkat etmeli.
Fakirler ve ihtiyaç sahiplerinin bulunduğu bölgelerde, güçleri yettiği nispette ihtiyaçları gözetmek de ilgili amirler ve yöneticilerin görevidir. İhtiyaç sahibinin dilekçe vermesi şart değildir. Görevliler kendiliğinden onların durumlarını gözetmeli. Bu, amirler ve sadırların vazifelerindendir.
تَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ
“İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek,”[17] her amir, her sadır ve her yöneticinin çok büyük sorumluluğudur. Onlar hep bunu hatırlarında tutmalı. Her yönetici kendi durumunu inceleyip, sözünde ve amelinde uyum sağlamadıkça, içinde Allah’ıncc haşiyetini yerleştirmedikçe, Allah’ıncc emrettiği takva yollarını aramadıkça bunun yapılması mümkün değildir. Takva ile ilgili Vadedilen Mesihas bir yerde buyurduğuna göre, sadece birkaç iyiliğin yerine getirilmesi veya birkaç kötülükten uzak durulması takva değildir. Tersine her türlü iyiliği yapmak ve en ufak kötülükten bile uzak durmak takvadır.
Kısacası bu seviyeyi yakalayarak biz iyiliği telkin eden ve kötülükten menedenlerden ve emanetin hakkını ödeyenlerden olabiliriz. Allahcc bütün Cemaat fertlerini, seçilmiş olan veya seçilecek olan yöneticilerini ve beni de emanetlerin ve sözlerin hakkını ödemeye muvaffak kılsın. Amin.
[1] Büyük cemaatlerde amir ve meclis-i amila üyelerini seçmek için cemaatte oy verme ehliyetine sahip olanlar seçim ile bir kurul oluştururlar. Buna meclis-i intihab denir.
[2] Müminun suresi, ayet 9
[3] Berahin-i Ahmediye, Cilt 5, Zamime, Ruhani Hazain, Cilt 21, sayfa 207
[4] Berahin-i Ahmediye, Cilt 5, Zamime, Ruhani Hazain, Cilt 21, sayfa 207-208
[5] Berahin-i Ahmediye, Cilt 5, Zamime, Ruhani Hazain, Cilt 21, sayfa 207-210
[6] İsra suresi, ayet 35
[7] Bakara suresi, ayet 178
[8] Hucurat suresi, ayet 12
[9] Langarhane: Cemaate gelen misafirlerin barınma ve yeme içme ihtiyaçlarını karşılayan şubedir. (Çev.)
[10] Lağv: Caiz dahi olsa Allah’tancc uzaklaştıran her söz ve hareket demektir. (Çev.)
[11] Müminun suresi, ayet 4
[12] Berahin-i Ahmediye, Cilt 5, Zamime, Ruhani Hazain, Cilt 21, sayfa 199-200
[13] Ali İmran suresi, ayet 135
[14] Bakara suresi, ayet 84
[15] İsra suresi, ayet 38
[16] Maide suresi, ayet 9
[17] Ali İmran suresi, ayet 111


