Cemaat nizamı ve sorumluluklarımız
5 Aralık 2003 Cuma Hutbesi’nde Vadedilen Mesih’in 5. Halifesi Hz. Mirza Masrur Ahmedatba kelime-i şahadet ve istiazeden sonra Fatiha suresini okudu ve daha sonra Al-i İmran suresinin 160. Ayetini tilavet ettikten sonra şöyle söze başladı:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلٖيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلٖينَ۞
“Allah’ın (özel) rahmetinden dolayı sen, onlara karşı çok yumuşaksın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, bu insanlar çoktan senin etrafından dağılıp giderlerdi. Onların (kusurlarını) bağışla. (Allah’tan) onlar için mağfiret dile ve idari işlerde onlara danış. Ama (bir kez) karar verdin mi, artık Allah’a güven. Şüphesiz Allah, Kendisine güvenenleri sever.”

Ahmediye cemaatinin nizamı, öyle bir nizamdır ki çocukluktan ölünceye dek her Ahmedinin sevgi ve şefkat ipine dizilmesini sağlar. Bir erkek çocuk yedi yaşına vardığında bir nizama bağlanarak Meclis Etfalü’l Ahmediye’nin üyesi olur. Bir kız çocuk yedi yaşına vardığında Nasiratü’l Ahmediye’nin üyesi olur. Orada onlar bir ekip olarak çalışmanın eğitimini alırlar. Daha sonra onlardan birisi “saik[1]” olarak tayin edilir ve böylece başında bulunanlara itaat düşüncesi onlarda yerleşmeye başlar. Daha sonra on beş yaşına geldiklerinde erkek çocuklar Hüddamü’l Ahmediye’ye kızlar ise Lajna İmaillah’a katılırlar. Bir intizam çerçevesi içinde çocukluğundan itibaren eğitim alarak yetişen erkek ve kız çocukları, yetişkinlik çağına adım attıklarında bu hayırlı zeyli tanzimler’e katılarak cemaatin nizam ve yöntemini daha iyi öğrenirler. Zaman içerisinde bu çocuklarda şuur meydana gelir. Bundan dolayıdır ki on beş yaşından sonra onlar Hüddamü’l Ahmediye görevlilerini bizzat kendileri seçerler. Bu görevlilerin altında onlar terbiye alırlar ve nizam işlemeye devam eder. Dediğim gibi on beş yaşından sonra Lajna İmaillah veya Hüddamü’l Ahmediye’ye katılarak bu gençler başındakileri seçerler. Böylelikle merkezden gelen talimatlar ışığında çeşitli işler yapar ve terbiye ile ilgili meselelerini çözümlerler ve ona uyarlar. İşte çocukluğundan beri böyle bir eğitim aldıklarından ve programlarına iştirak ettiklerinden, onlar kendilerini eğitirler. İleriki zamanlarda bu çocuklar büyüdükten sonra cemaat nizamına tam manasıyla dahil olurlar. Böylelikle onlar cemaat işlerinde daha faydalı olup, bu nizamın bir parçası haline gelirler. Kısacası bu zeylî nizamların bir parçası olmakla beraber her çocuk, her genç, kadın ve erkek aynı zamanda cemaatî nizamın bir parçası olurlar. Cemaatî nizam, öncelikli olmasına rağmen, her çocuk ve genç başlangıçta zeylî nizamlara katıldığı gibi cemaatî nizama tam olarak katılmaz. Böyle olması mümkün de değildir. Bunun için Hz. Muslih-i Mev’ud’unra uzağı gören gözleri zeyli tanzimleri kurmuştu. Onun, zeylî tanzimleri kurması cemaate büyük bir ihsanıdır. Bundan dolayı başlangıçtan itibaren cemaatin her çocuğunun zihninde, cemaatî nizamın kutsallığı ve saygınlığı yerleşir ve o, bu hürmet ve saygı duygularıyla yetişir. Bir çocuk ilk günden itibaren bir nizamla beraber, sevgi ve kardeşlik içinde bir ekip olma ruhuyla çalışarak büyümeye devam eder. Ayrıca bu eğitimden dolayı zamanın halifesi ile kişisel sevgi ilişkisi, her an kurulmaya devam eder ve gerçekten de kurulur. Bundan dolayı cemaatin her ferdi, cemaat işlerine coşkuyla iştirak ediyorsa ve başındakilere gönül rızasıyla itaat ediyorsa bunun sebebi, çocukluğundan beri kulağına nizamla ilgili söylenenlerdir. O, zamanın halifesiyle olan kişisel ilişkisinden ve sevgisinden dolayı bunu yapmaya mecburdur. Allah’ıncc lütfuyla cemaat nizamı sağlam temeller üzerinde durmaktadır ve zamanın halifesinin direkt olarak gözlerinin önündedir. Bunun neticesinde cemaate yeni katılanlar da kısa bir zamanda bu nizamın bir parçası haline gelirler.
Ancak bu cemaat büyüdükçe, cemaat nizamını işletenlerin ve görevlilerin sorumlulukları gitgide artmakta olduğu için onların tesbih ve istiğfara yönelmeye ihtiyaçları vardır.
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ [2]
emri verilmiştir. Buna yönelmelerine ziyadesiyle ihtiyaç vardır. İşte bu durum yumuşak davranmaları konusunda onlarda bir his uyandırmaktadır veya en azından uyandırmalıdır. Sorumluluklarıyla ilgili hislerini daha ziyade harekete geçirmeye ihtiyaçları vardır. Cemaat nizamıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirirken benliklerini ve kişisel ihtiraslarını tam olarak yok edip hizmete yönelmelerine ihtiyaç vardır. Bugün her zamankinden daha fazla buna ihtiyaç vardır. Cemaat görevlileri ufak meselelerden dolayı öfkelenme adetini terk etmek zorundadır. Cemaat fertleriyle sevgi ilişkisini güçlendirmeyi, onları ilgi ve teveccüh ile dinlemeyi ve onlar için dua etme alışkanlığını daha da pekiştirmelidirler. Bunları yaptıkları takdirde cemaat görevlilerinin sorumluluklarını tam manasıyla yerine getirdikleri veya en azından bunun için bir çaba içinde oldukları anlaşılır.
Ahmediye Cemaatinin görevlileri sahnelerde oturmak yahut kibirle yürümek için tayin edilmez. Tersine “milletin efendisi milletin hizmetçisidir” düşüncesiyle tayin edilirler. Allahcc Kuran-ı Kerim’de cemaati bir el üzerinde toplamanın prensibini benim tilavet ettiğim ayette bildirmiştir. Eğer Peygamber Efendimiz’insav kalbinde insanlar için yumuşaklık ve sevgi bulunduğu için, insanlar onun etrafında toplanıyor ve huzuruna geliyor idiyseler, o zaman insanlara sevgi göstermediğimiz halde onların sözümüze uymalarını bekleyen ben veya siz kim oluyoruz. Biz insanlara, Efendimize uyarak, ileri derecedeki tevazu, alçakgönüllülük, şefkat ve sevgi ile davranmalıyız. Çünkü zamanın halifesinin her ülkeye her şehir ve mahalleye gidip, insanların durumlarını öğrenmesi zordur. Allah’ıncc lütfuyla cemaatin bu nizamı çok sağlam temeller üzerinde durmaktadır. İster zeylî tanzimle ilgili olsun ister cemaat ile ilgili olsun, Cemaatin bütün sorumluları ve görevlileri kendi alanlarında zamanın halifesinin temsilcileridir. Onlardan umulan budur ve onlar hakkında düşünülen de zamanın halifesinin temsilcisi olduklarıdır. Eğer onlar kendi bölgelerindeki Ahmedilerin haklarını yerine getirmiyorlarsa, üzüntülerine ve mutluluklarına ortak olmuyorlarsa, sevgi ve şefkatle davranmıyorlarsa, zamanın halifesi tarafından herhangi bir konu hakkında rapor istendiğinde araştırmanın tam yöntemlerini uygulamadan cevap veriyorsa, birisine olan kişisel husumetinden dolayı (Allahcc korusun cemaatin hiçbir görevlisinde böyle bir şey olmasın) yanlış rapor veriyorsa, böyle yapan bütün görevliler günahkârdır. Geçenlerde yerel cemaat tarafından birkaç ahmedi hakkında tam araştırılmadan merkeze bir rapor gönderildi. Rapora göre onlar cemaat geleneklerini terk edip, cemaat kurallarını hiçe saymışlar. Cezası da cemaat nizamından ihraç idi. Merkezdeki bir daire bana yazdığında ben onlara cemaat nizamından ihraç cezasını verdim. Bunun üzerine ceza alanlar, ilgili işle hiçbir alakaları olmadığını söyleyip bu suça hiç iştirak etmediklerini ve masum olduklarını bildirdiler. Bu nedenle merkez tarafından yeniden bir komisyon oluşturuldu ve araştırma sonucu cemaat sadrının tam manasıyla araştırmadan rapor gönderdiği anlaşıldı. Şimdi o sadır onların isimlerinin yanlışlıkla gönderildiğini söylüyor. Yani bir çocuk oyunuymuş gibi masum birine bu denli sert ceza verilmesine neden oldu ve sonra da saflığa vererek isimlerinin yanlışlıkla gönderildiğini söylüyor. Bunun üzerine böylesine sorumsuz bir sadırın biran evvel görevden alınması için merkeze talimat verdim. İlerde de her kim bu denli sorumsuz davranırsa o, hayat boyu cemaat hizmetinden mahrum bırakılacaktır. Böyle birisi, Allahcc affetsin bizi de günahkâr yaptı.
Bir hadiste Makil bin Yesarra şöyle der:
“Ben Peygamber Efendimizisav şunları söylerken duydum: “Allahcc her kimi insanların gözeticisi ve sorumlusu kılarsa, eğer o sorumluluğunu yerine getirmekte ve insanların iyiliğinde ihmalkâr davranırsa öldüğünde Allahcc ona cenneti haram kılacak ve cennet nasip etmeyecektir.”[3]
İbni Ömer’inra rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimizsav şöyle buyurdu:
“Aranızdan her biriniz gözeticidir. Ona, sorumlu oldukları hakkında sorulacaktır. Amir gözeticidir ve erkek evinin gözeticisidir. Kadın, kocasının evinin gözeticisidir ve çocuklarının gözeticisidir. Aranızdan her biri gözeticidir ve her biriniz sorumlu olduklarınıza karşı sorumluluklarınızı yerine getirip getirmediğiniz hakkında sorulacaksınız.”
Kısacası bütün cemaat görevlileri ve sorumluları kendi alanlarında gözeticidirler. Ben demin zeylî tanzimlerden bahsettim. Bazı raporlar zeyli tanzimlerin bilgisine dayanır ve onlar tarafından yollanır. Eğer gözeticilik sorumluluğu hakkıyla her seviyede yerine getirilmiyorsa o zaman Peygamber Efendimiz sav onları sorguya çekilecekleri konusunda uyarmıştır. Allah’ıncc huzuruna bir suçlu olarak çıkmak ve sorgulanmak kendi zatında çok korkutucudur. Peygamber Efendimiz sav bu hadisinde sorguya çekilerek yumuşak davranılacağını bildirmemiştir. Tersine o, böyle insanlara cennetin haram kılınacağını söylemiştir. Kısacası bu büyük bir uyarıdır, korku vericidir. Tüyleri diken diken eder. Allahcc her cemaat görevlisine sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmeyi nasip etsin.
Unutulmaması gereken başka bir önemli konu, ister zeylî tanzimler, Lajna, Ensar veya Hüddam’ın amilası olsun, ister Cemaatin amilası, herhangi bir kişi hakkında bir görüşü kesinleştirmek için amila, ona ceza verilsin diye acele davranmamalıdır. O kişinin geçmişteki tutumları bilindiği için söz konusu işin onun tarafından yapılması ihtimali güçlü olsa dahi. Tersine amilaya gelen her olay, iyice araştırılmalı. Eğer durumu şüpheliyse o zaman bu şüpheli durum suçlananın lehine işlemelidir. Böylece eğer suçlanan kişi gerçekten suç işlediyse, “ben suçlu olmama rağmen şüpheden dolayı bana göz yumuldu” diye düşünebilir ve böylece o düzelebilir. Düzelmezse, en azından meclis-i amila ve cemaat görevlileri şu hadise uyanlar olacaktır: Hz. Ayşera şöyle rivayet eder;
“Peygamber Efendimizsav Müslüman’ı elinizden geldiğince cezadan kurtarmaya çalışın. Eğer hiçbir kurtuluş yolu bulunmuyorsa meseleyi bir çözüme kavuşturmaya çalışın. İmamın affetmekle hata etmesi ceza vermekle hata yapmasından daha hayırlıdır, buyurdu.”[4]
Hz. İbni Abbas’ınra rivayetine göre Peygamber Efendimizsav şöyle buyurdu:
“Herkim Müslümanların toplumsal meselelerinden sorumlu ise, o insanların ihtiyaçlarını yerine getirmedikçe Allahcc onun hacetlerini yerine getirmeyecektir.”[5]
Bu hadis yöneticilerin büyük sorumluluklar taşıdığına ilgimizi çekmektedir. Bu çok büyük sorumluluktur. Bundan dolayı görevlilerin sadece amilada oturup anlaşmazlıklar veya alışveriş meselelerini çözmek görevimizdir diye düşünmeleri doğru değildir. Bunun için her görevli kendisine ait olan sorumluluğu hakkıyla yerine getirmelidir. Her sekreter kendisine ait olan vecibelerin yerine getirilmesinden sorumludur. Mesela Sekreter-i Umûr-i Amme’nin görevi sadece anlaşmazlıkları çözmek veya yanlış hareketlerde bulunanları gördüğünde merkeze rapor etmek değildir. Onun görevlerinden bir tanesi cemaatin işsiz üyelerine iş bulmakta yardımcı olmak ve halka hizmet etmektir. Bazı insanlar doğaları itibariyle ticarete yatkındırlar. Böyle kimselerin listesini tutmak onun vazifesidir. Böyle kimselerde yetenek gördüklerinde onlara az-çok maddi destek vererek ufak-tefek bir işin başlatılmasında yardımcı olabilirler. Eğer yardım edilenlerde yetenek varsa işleri gelişir ve zaman içerisinde iyi iş sahibi olabilirler. Ben birçok kişiye kendim şahit oldum, onlar Pakistan’da seyyar satıcı veya hamallık vs işler yapıyordu. Ama bugün onlar birkaç işyerinin sahibidirler. İşte böylelerini cesaretlendirmek, ilgilerini bu yöne çekmek, bir işe girmeleri için ısrarcı olmak da cemaat nizamının veya cemaat nizamındaki görevlilerin vazifesidir. Bu işten sorumlu olan, Sekreter-i Umûr-i Amme’dir.
Sekreter-i Talim’e gelince, genel olarak bu sekreterler bir cemaat görevlisinin olması gerektiği kadar faal değiller. Benim söylediklerim tahmine dayalı değildir. Her cemaat kendini sorgularsa bazı sekreterlerin sene boyunca hiçbir iş yapmadıkları görülecektir. Mesela ben Sekreter-i Talim’den söz ediyordum. Okula giden çocukların listesini hazırlamak Sekreter-i Talim’in vazifesidir. Ayrıca okuma yaşında olan ama okula gitmeyen çocukların bir listesini tutmalı, hangi nedenden okula gitmediklerini öğrenmelidirler. Bunun sebebi tembellik midir yoksa maddi zorluklar mı? O, her Ahmedi çocuğu zamanını iyi değerlendirmeye teşvik etmelidir. Mesela Vadedilen Mesih’in Üçüncü Halifesira Pakistan’da her Ahmedi çocuğun onuncu sınıfı bitirmesini şart koşmuştu. Şimdi standartlar yükselmiştir. Bundan dolayı ben her Ahmedi çocuğun en az on ikinci sınıfı bitirmesini gerekli kılıyorum.
İster Afrika’da ister burada, ister Hindistan, Bangladeş vs. ülkelerde en az zorunlu eğitim ne ise. Avrupa ve Amerika’daki okullarını bırakmış bazı çocuklarla karşılaşırım. Onlar en az bu standarda kadar mutlaka eğitim görmeli. Hatta bu ülkelerde eğitim için kolaylıklar vardır. Bu nedenle onlar daha fazla eğitim görmeli. Sekreter-i Talim’e düşen ise cemaat çocuklarını buna teşvik etmektir. Eğer bu çocuklar maddi zorluklarından dolayı okulu bıraktıysa cemaate bildirilmeli. Cemaat inşallah imkânlar ölçüsünde okumalarını sağlayacaktır. Okul eğitimi bazı çocukların ilgisini çekmez, böylelerinin bir meslek edinmeleri için onları ikna edin. Her ne olursa olsun hiçbir Ahmedi çocuğun vakti boşa harcanmamalı. Okumuş olan ama yüksek eğitim görmek isteyen ve maddi zorluklardan dolayı bunu yapamayan çocukların listesini hazırlamalı. Cemaat, imkânları ölçüsünde onlara yardımcı olacaktır. Kısacası Sekreter-i Talim bu konuda aktif olmak zorundadır. İşte bunlar, Sekreter-i Talim’in sorumluluklarının birkaç örneğidir. Yapacağı bir sürü başka işler de vardır. Eğer mahalledeki Sekreter-i Talim’den ulusal Sekreter-i Talim’e kadar bütün sekreterler faal olursa benim söylediklerimle sınırlı kalmayıp ona ilaveten de yapmaları gereken birçok şeyden haberdar olacaklardır. Listeler hazırlanabilir ve bu tür öğrencilere yardım edilip eğitim görmeleri sağlanabilir.
Sekreter-i Terbiyat veya Sekreter-i İslah-u İrşad’ın da çok faal olmasına gerek vardır. Sekreter-i Terbiyat’a bazı yerlerde Sekreter-i Islah-u İrşad denilir. Onlar muayyen programlar hazırlayıp en alt seviyeden merkez seviyesine kadar hakkıyla çalışmalıdırlar. Sekreter-i Terbiyat faal olunca Umur-i Amme ile ilgili sorunlar, talim meseleleri ve Riştanata sorunları da büyük ölçüde azalacaktır. Bütün bu şubeler iç içedirler ki Terbiyat şubesinin faal olmasıyla birçok şube kendiliğinden faal olur. Böylece cemaatin genel manevi seviyesi de yükselir. İşte hadiste insanların ihtiyaçlarını yerine getirmelerinden kastedilen, bulundukları görevin sorumluluğunu anlamaları ve onu yerine getirmeleridir. İşte bu şekilde her sorumlu kendisine ait şubenin sorumluluklarını yerine getirmeye başlayınca insanların gönlünde onlar için bir saygı ve hürmet yerleşecektir ve Cemaatin genel seviyesi de yükselecektir.
Hz. Muslih-i Mevudra şöyle buyurur:
“Terbiyesiyle kendisine inananların içine, emirlerine hiç sıkıntı hissetmeden kolaylıkla itaat etmeleri için bir ruh üfleyen bir ıslah edici, dünyada en iyi ıslah edici olarak kabul edilir. Bu nedenle Kuran-ı Kerim diğer semavî kitaplardan üstündür. Diğer semavî Kitaplar bir işin yapılmasını sadece emreder. Ancak Kuran-ı Kerim sadece emir vermekle kalmayıp onun hikmeti ve nedenini de açıklar. Böylece o, insanların gönüllerinin emre uymaya rağbet etmesini sağlar. İşte anlatmak ve anlatarak milletin bütün fertlerini ilerleme meydanında yanına almak, başarının önemli püf noktalarından biridir. Kuran-ı Kerim bunun üzerinde özellikle durmuştur. Nitekim Lokman suresinde, Hz. Lokman’ın oğluna verdiği nasihatler beyan edilmiştir. Bu nasihatlerden bir tanesi şudur:
وَاقْصِدْ فٖى مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ
Yani: Seninle birlikte zayıf olanlar da olacaktır. Bundan dolayı zayıfların geride kalmayacağı şekilde yürümelisin. Şüphesiz ilerlemek için çaba sarfetmelisin. Ancak zayıfları tamamıyla geride bırakacak şekilde hızlı yürümemelisin. Ayrıca birisine emir verirken sevgi, şefkat ve izah ederek emir ver. “Ben böyle diyorum” deme (işte Kuran’ın öğretisine göre emir veriyormuş gibi değil sevgi ve şefkatle söyle). Tersine insanların anlayacağı şekilde konuş. Böylece onlar “bu emri kabul edersek bu bizim lehimizedir” diye düşüneceklerdir. İşte vağzuz min savtike’nin anlamı budur.
Anlaşıldığı gibi itidalli olmak ve hikmetle kelam etmek, bunların her ikisinin birleşmesi sonucu bir kavimde ilerleme ruhu meydana gelir. İnsanlar bir emri duyduklarında işte bizim istediğimiz de buydu diyebilecekleri bir ruhu kalplerinde uyandırmanız, hikmet dolu kelamın en güzel yoludur. İşte böyle bir ruh meydana geldiğinde bir kavim hızlı adımlarla ilerlemeye başlar.”[6]
Bana gelen bir şikayete göre, birisi maddi durumundan dolayı yardım almak için merkeze dilekçe yazdığını, merkezin araştırılmak üzere dilekçeyi yerel cemaate gönderdiğini, oradaki yerel cemaatin sadırının, dilekçeyi direk merkeze gönderdiği için öfkelendiğini yazıyor. Bunun üzerine o, ilgili sadırdan özür dilemiş ve dilekçeyi ona vermiş. Fakat uzun zaman geçmesine rağmen hiçbir işlem yapılmamış ve dilekçenin ne durumda olduğu bilinmiyormuş. Dediğine göre yardım gerektiren durumu da devam etmektedir. Bu sadır onu azarladı, ona özür dilettirerek izzetiyle oynadı, dilekçeyi yeniden yazdırmasına rağmen işleme de koymadı. Eğer bir cemaat görevlisi veya sadır dilekçe verenin yardımı hak etmediğini düşünüyorsa böyle birisini sevgiyle ikna edebilir. Şimdi bu sadır ona yardım etmeyecek idiyse dilekçeyi neden yeniden yazdırdı? İşte bu ve buna benzer hareketler bir görevli hakkında kalplerde rahatsızlık uyandırır. Bu ve buna benzer hareketlerden kaçınılmalıdır. İster amir, ister sadır, cemaatlerde zamanın halifesinin temsilcileri olarak tayin edildiklerini bir saniye için dahi unutmamalıdırlar. Onlar bu açıdan her an kendilerini sorgulamalıdır. Hz. Amr Bin Murra, Hz. Muaviye’ye Peygamber Efendimiz’isav şunları söylerken işittiğini bildirdi:
“İhtiyaç sahipleri, fakirler ve düşkünlere kapısını kapatan bir imamın ihtiyaçları için Allahcc da göğün kapılarını kapatır.”[7]
Peygamber Efendimiz’in sav buyruğunu işiten Hz. Muaviye insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve zorluklarını gidermek için bir kişiyi tayin etti. İşte cemaatimizin nizamı da bunun için vardır.
Hz. Muaz bin Cebel’in rivayetine göre Peygamber Efendimiz sav şöyle buyurdu:
“Nerede olursanız olun Allah’ıncc takvasını benimseyin. Bir hata yaptıysanız ardından iyilik yapmaya çalışın. İyilikler kötülükleri yok eder. İnsanlara güzel ahlak ile davranın.”[8]
Ebu Bürde’nin rivayetine göre Peygamber Efendimizsav Ebu Musa ve Muaz bin Cebel’i Yemen’in iki ayrı bölgesine vali olarak gönderdi ve onlara şöyle buyurdu:
“Kolaylık sağlayın, zorluklar çıkarmayın. Sevgi ve mutluluk yayın, nefret uyandırmayın.”[9]
Hz. Ayşera, Peygamber Efendimizinsav şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Ey Allahcc! Benim ümmetimin başına geçip onlara sert davranana Sen de sert davran. Onlara yumuşak davranana Sen de yumuşak davran.”[10]
Amirler, sadırlar, görevliler veya cemaat çalışanlarının, hepsinin gerçek vazifesi, hem kendi gönüllerinde hem cemaat fertlerinin içinde nizamın saygınlığını yerleştirmektir. Aynen bunun gibi her ahmedinin vazifesi, hem kendi içinde hem nesillerinin içinde cemaat ve nizamın saygınlığını uyandırmaktır. Hz. Muslih-i Mevudra bir keresinde şöyle demiştir:
Cemaat görevlilerine verdiğim nasihatler sadece onlar için değildir. Tersine bütün cemaat fertleri onun muhatabıdır. İkametini değiştirdiği için, hastalandığı için, yaşlılığından dolayı veya vefat nedeniyle bir görevlinin yerine başkasının görevli olarak tayin edilmesi ihtimali her zaman vardır. Ayrıca seçim neticesinde görevlerde değişiklik meydana gelir. Bundan dolayı her ahmedi, “bana bir görev verildiğinde, bir hizmetçi gibi hizmet etmeye çalışacağım,” düşüncesini hiçbir zaman aklından çıkarmamalı. Bazen görevliler değişir, bazen ise zamanın halifesi istediği gibi bir görevliyi değiştirir. Bunun neticesinde yeni insanlar göreve gelir. İşte bu yeni gelenlerde de aynı ruh olmalıdır. Eğer onlarda temel eğitim ve terbiye mevcutsa bu ruh ile verilen görevde çalışacaklar ve işleri de kolaylaşacaktır.
Herkes cemaat nizamına saygılı olma ve diğerlerinin içinde de nizama karşı saygı uyandırma sorumluluğunun bilincinde olmalı. Böyle olursa her yerde cemaat için çalışan, nizamı anlayan, kamil itaat eden görevlilerin bulunacağı konusunda zamanın halifesinin içi rahat olacaktır. Onların gerçek işleri, nizamı doğru olarak uygulamak ve cemaat nizamına karşı saygınlığın yerleştirilmesini sağlamaktır. Cemaat görevlileri iki çeşit insanla karşılaşırlar. Bunlardan biri sadece cemaatin üyeleridir. Onlar ne derece sağlam, nizama bağlı, ne kadar itaatkâr ve fedakârlık ruhuyla dolu olursa cemaat nizamı o denli güç kazanacaktır. Onlarda bu ruh nasıl meydana gelebilir ve bu konuda cemaat görevlilerinin vazifeleri nelerdir? Ben demin onlardan bahsettim. Eğer cemaat görevlileri sevgi ve şefkatle davranırlarsa Ahmedilerde bu vasıflar oluşmaya devam edecektir. Onlar ne denli cemaate ve görevlilerine bağlı ise o kadar cemaat nizamı rahatça hiçbir engelle karşılaşmadan işlemeye devam edecektir. Nizam ne derece işlerse biz o derece dünyaya örnek olabileceğiz. Cemaatin fertleri ve görevliler arasındaki bağ ne denli güçlü ise nizam da o denli güçlü olacaktır. Cemaat bu şekilde sağlam temeller üzerinde durursa, zamanın halifesi, gerektiğinde görevlilerin ve sorumluların rahatça bulunabileceği konusunda huzurlu olacaktır. Bazı cemaatler çok yüksek seviyedeyken bazı cemaatler geride kalırsa kaygılanmamız gerekir. Kısacası görevliler kendi bölgelerinde, illerinde, ülkelerinde veya herhangi bir yerde bir eksikliğin bulunup bulunmadığını anlattığım şekilde derinlemesine incelemelidirler. Hem kendi iş yapma yol ve yöntemlerini, hem amilanın tam manasıyla bu işlere iştirak edip etmediklerini incelemek zorundadırlar. Sorumlu olduğunuz makam veya görevi, “mazerette bulunmak uygun değildir, bu nedenle idare edelim,” düşüncesiyle elinizde tutup tutmadığınızı incelemelisiniz. Bu tutum cemaat nizamına zarar verir. Eğer durum böyle ise o zaman görevinizi bu şekilde elinizde tutmanız, mazeret beyan ederek görevinizden ayrılmanızdan daha büyük ayıp ve günahtır. Bu tür görevliler cemaatin nizamına ve vakarına zarar verenlerdir.
Cemaat görevlilerinin diğer önemli bir sorumluluğu, kendileri gibi eşit mertebedeki görevlilere ve emri altındaki görevlilere veya emri altında çalışanlara saygılı davranmaktır. Elinize geçen bu makamlar, bütün güçlerin sahibi olduğunuzu düşüneceğiniz dünyevi makamlar değildir. Allah’ıncc emrinde olduğu gibi amir, amila üyelerine saygılı davranmalı. Onların görüşlerine değer vermeli ve onlar üzerinde kafa yormalı. Eğer Peygamber Efendimizesav bile müşaveret (danışma) emredildiyse o zaman bizim ve sizin değeriniz nedir ki? Hiç kimsenin görüşü hakir görülmemeli. Bir cemaat görevlisinin kişisel vakarı olması gerekir. Öfkelenip, başkasının görüşünü reddederek camide veya amila toplantısı esnasında tartışmaya girişmek ona yakışmaz. Konuşma tarzı ve şeklinden dolayı başka bir görevli veya ferdin hafife alındığının hissettirilmesi, onun hakir görülmesi vakarlı davranışlar değildir. Cemaatimizin görevlileri ve çalışanlar ileri derecede metanet ve dayanma gücü göstermelidir. Geniş kalplilikle tenkitlere açık ve dayanıklı olmalıdır. Ayrıca edep dairesi içinde kalarak karşısındakinin onurunu zedelemeden ona delil ile cevap vermelidirler. “Ben şunları söylediğim halde uygulamıyorsunuz, bundan dolayı sen şöylesin, sen böylesin” denmemeli. Bu çok yanlış bir yöntemdir. İster küçük ister büyük makamda olsun hepsi cemaatin görevlileridir. Bir görevli ne kadar uzun zamandan beri hizmette olursa olsun, eğer o, yaşça küçük veya alt mertebedeki bir cemaat görevlisiyle, onu hafife alır bir şekilde konuşuyorsa, karşısındaki metanetinden ve itaat duygusundan dolayı ses çıkartmasa dahi yine de diğer görevlilere ve çalışanlara saygılı davranmayan görevlinin durumu bana ulaşırsa, ben onun ne kadar kıdemli olduğuna bakmaksızın gereğini yapacağım ve bunu soruşturacağım. Bundan dolayı sizler birbirinize saygılı olmayı öğrenin. Danışmayı ve görüşlere önem vermeyi öğrenin. “Ben büyük veya kıdemliyim, bundan dolayı benim görüşüm daha iyidir ve diğerlerinden güzel fikir çıkmaz,” diye düşünülmemeli. Güzel fikir nereden gelirse gelsin ona ağırlık ve değer verilmeli.
Bizim cemaatimizde kaza nizamı (kadılık sistemi) vardır. Bu sistem hem yerel cemaatlerde hem merkezde bulunmaktadır. Her kadı kendisine gelen davaları tarafsız olarak ve dua ederek incelemeli. Hiçbir taraf, diğer tarafın sözü daha dikkatli dinlendi, kadı benim delillerimi dikkate almadı, o diğer tarafla daha ilgiliydi hissine kapılmamalı. Aleyhinde karar verilen taraf doğal olarak genellikle şikayetçi olur. Ama Kadı’nın, yaptığından dolayı vicdanı son derece rahat olmalı. Peygamber Efendimizsav şöyle buyurdu:
“Bir hâkim iyice inceledikten sonra karar versin. Verdiği karar doğru ise iki sevap alacaktır. Ancak çaba sarfetmesine rağmen yanlış karar verirse çabası ve iyi niyetinden dolayı bir sevap mutlaka alacaktır.”[11]
Hz. Muaz bin Cebel’in arkadaşları şöyle rivayet ederler:
Peygamber Efendimizsav Hz. Muaz’ı Kadı olarak Yemen’e gönderdiğinde ona, “sana gelen davaları nasıl karara bağlayacaksın” diye sordu. Muaz “Allah’ıncc kitabına göre karar vereceğim” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimizsav “Allah’ıncc Kitabında bir açıklama bulunmazsa ne yapacaksın?” diye sorduğunda, Muaz, “Allah’ıncc Resulülünün sünnetine göre karar vereceğim” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimizsav “sünnette de bir şey bulamazsan ne yaparsın” diye sordu. Muaz, “bu durumda ben, düşünüp taşınıp vardığım neticeye göre karar vermeye çalışacağım ve bu konuda hiç tembel ve gafil davranmayacağım” dedi. Bunu duyan Peygamber Efendimizsav Muaz’ın göğsüne dokunup “Allah’acc şükürler olsun ki O, Resulün elçisine, Allah’ıncc Resulü’nün beğendiği yöntemi bağışladı,” buyurdu.[12]
İşte karar vermenin ilkesi budur. Kuran-ı Kerim, sünnet ve eğer halifelerin buyrukları varsa onları rehber edinmeli. Buna rağmen özel bir mesele için bir şey bulunmuyorsa Allah’acc dua ederek, O’na eğilerek, O’ndan yardım dilemek suretiyle dava karara bağlanmalı. Böylece kadıların önüne gelen her dava sonuçlanmalı. Bugünlerde aşağı yukarı her mesele için usül bakımından kaideler ve kurallar derlenmiştir. Bunlar kadılara da verilir. Fıkıh meseleleri de kitaplar halinde mevcuttur. İşte bunlar ışığında karar verilmeli. Hz. Ömerra, Ebu Musa El-Eşari’ye bir mektup yazmıştır. Onun içeriği şöyledir:
“Kaza (kadılık) önemli bir dini vecibe olup, sünnet gereği vaciptir. Sana bir dava geldiğinde meseleyi iyice anlamaya çalış. Sadece hak olanı söylemek ama onun uygulanması için çaba sarfetmemek faydasızdır. Hem ilgi, hem adalet ve insaf bakımından bütün insanlara eşit davran. Bütün insanlara eşitlik sağla. Herkese eşit davran ki hiçbir ileri gelen seni kullanarak zulmedebileceğini ummasın. Ve hiçbir zayıf senin zulüm ve haksızlık edeceğinden endişe duymasın. İddiasını ispatlamak iddiacının vazifesidir. Davalı inkâr ederse yemin etmek davalıya düşer. Müslümanların arasını bulmak için çaba sarfetmek güzeldir. Ancak haramın helal kılınacağı ve helalin haram sayılacağı sulhe müsaade yoktur. Yani şeriata aykırı olan sulh caiz değildir. Kararını açıkladıktan sonra, incelediğinde Allah’ıncc hidayetiyle kararda yanlış yaptığını görürsen, o zaman önceki verdiğin kararı geri almak ve onu feshetmek için bir zerre kadar çekinme ve utanç duyma. Çünkü hak ve adalet yüce bir doğruluktur. Hak ve doğruyu hiçbir şey batıl ve yanlış kılamaz. Bundan dolayı hakka dönmek ve onu kabul etmek, batıla tutsak olmak ve yanlışlıkta ısrar etmekten çok daha hayırlıdır. Senin kalbinde şüphe uyandıran, Kuran ve Sünnette onunla ilgili bir açıklık bulunmayan şeyi, iyice anlamaya ve benzerlerini aramaya ve onunla kıyaslayarak karar vermeye çalış. Allah’ıncc hoşuna giden hak ve doğruya daha ziyade benzeyeni seç. Davacıya davasını ispatlamak için uygun tarih ve yeterli zamanı tanı ki o, iddiasını ispatlamak için deliller toplayabilsin. Verilen tarihte delillerini sunmazsa onun aleyhine karar ver. Bu yöntem körlüğü giderir ve karanlıkları aydınlığa çevirir. Yani düğümlenmiş meseleler bununla çözülür ve her türlü özür ve itiraz için yeterli cevap olur. Bütün Müslümanlar eşit derecede şahittir, adildir. Onlar birbirinin lehine veya aleyhine şahitlik edebilirler. Had cezası alanlar, yalancı şahitlik etmiş olanlar, akrabalık davasında töhmet altında kalanlar ve nesebini inkâr edenlere itibar edilemez. Bunun dışındaki Müslümanların şahitliklerine göre karar verilecektir. Diğer Müslümanlar şahitlik bakımından eşittirler. Çünkü kimin kalbinde neyin olduğu gerçek sırrın ve doğruluğun ne olduğunun bilinmesini Allahcc üstlenmiştir. Eğer şahitlerden birisi yalan söylerse Allahcc onu cezalandıracak. Allahcc sizi deliller ve şahitliklere bakarak karar vermekten sorumlu tutmuştur. Bıkkınlık, sıkılma, insanlardan sıkıntı duymak, davalı taraflardan nefret etmek ve onlara yabancı gibi davranmaktan kaçın. Hakkı ve doğruyu araştırırken bu tutumlardan uzak dur ve doğruluğa varmak için gerçekten çaba sarfet. Bunu yapana Allahcc ecir verecek ve iyilikle şöhret kazandıracak. Allahcc için niyetinde ihlâslı olanı Allahcc insanların şerrinden koruyacak. Ancak herkim riyakârlıktan dolayı kendini iyiymiş gibi gösterirse Allahcc günün birinde sırrını ifşa edip onu rezil-ü rüsva edecek.”[13]
Bunun haricinde cemaat görevlilerini ilgilendiren diğer bazı konulardan da bahsetmek istiyorum. Allah’ıncc lütfuyla cemaat içinde genellikle hiç kimse bir görev talebinde bulunmaz, ama bir göreve getirildiğinde onu hakkıyla yerine getirip getiremeyeceği konusunda içi titrer. Buna rağmen kendini bilmez bazı kimseler mektuplarında “bizim bölgemizde doğru dürüst çalışılmamaktadır. Görev talebinde bulunmanın doğru olmadığını biliyorum. Ancak amirlik veya filanca görev bana verilirse altı ay veya bir sene içerisinde işleri düzeltebileceğime inanıyorum, büyük değişiklikler meydana getirebilirim,” diye yazarlar. İşte akıldan yoksun bazı kimseler anlattığım şekilde bunları yazarlar. Diğer bir kısmı ise aynı şeyi büyük bir kurnazlıkla söylerler. Ben onlara açıklamak isterim ki Cemaat-i Ahmediye’nin nizamında seçim vaktinde eğer birisinin ismi bir görev için önerilirse o, kendine oy verme hakkına bile sahip değildir. Çünkü birisinin kendi kendine oy vermesi, kendini o göreve layık gördüğünü gösterir. Onlar şu hadisi unutmamalıdırlar. Ebu Musa El-Eşarira şöyle rivayet eder:
“Ben Resulüllah’ınsav huzuruna vardığımda iki amcaoğullarım benim yanımdaydılar. Onlardan birisi, Ey Allah’ıncc Resulü! Allah’ıncc sana bağışladığı ülkelerden birisine beni amir olarak tayin et, dedi. İkincisi de aynı şeyi söyledi. Peygamber Efendimizsav onlara “Allahcc adına yemin olsun ki biz hizmete talip olana veya onun için tamahlı olana valilik hizmetini teslim etmeyiz,” buyurdu.[14]
Resulüllahsav şöyle buyurdu:
“Ey Abdurrahman! Görev ve iktidar talebinde bulunma. Talebin neticesinde bunlar sana verilirse sana yük olacaktır. Ancak talepte bulunmadan sana verilirse Allah’ıncc yardımı sana destek olacaktır.”[15]
Hz. Muslih Mevudra şöyle buyurur:
“Bazı insanlar adetleri gereği görevlere sahip olmak için toplantılara iştirak ederler. Böyle insanlar milletleri ve kendileri için bir lanettir. İşte onlar hakkında Allahcc Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّٖينَ۞ اَلَّذٖينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ۞ اَلَّذٖينَ هُمْ يُرَاؤُنَ۞[16]
“Onlar tepeden tırnağa riya ile doludurlar. Onlarda iş yapma şevki bulunmaz.”[17]
O, Cemaat görevlilerine talimat verirken şöyle buyurdu: “Cemaat çalışanları gayretle çalışmalıdırlar. Bizim ismimiz bilinsin ve görülsün gibi düşünce ve istek, insanı tahrip eder. Bu düşünce birçoklarını mahvetti, mahvetmektedir ve ilerde de mahvetmeye devam edecektir. Siz takva sahibi olun ve sadece Allah’tancc korkun. O’nun işini yapın. Mükafatı sadece O’ndan bekleyin… İnsanlardan meth ve övgü arzusunda olmayın. Allahcc işlerimizi sadece O’nun rızası için yapmayı nasip eylesin. Allahcc hem size hem bana merhamet eylesin. Amin.”[18]
O, başka bir yerde şöyle buyurdu: “Ben nizamın başında bulunan görevlilere özellikle ahlaklarını düzeltmelerini nasihat ediyorum. Karşınıza inatçı birisi çıksa bile onu da sevgi ve şefkatle ikna etmeye çalışın. Samimi çaba ve ihlas ile çalışmayı adet edinin. Allahcc buna işaret ederek;
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا۞ وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا۞[19]
buyurmaktadır. Bu ayetlerde işaret edilen ve anlatılan şudur: Mümin bir işle meşgul olduğunda tamamıyla kendini o işe verir ve zorlukları aşar. Bu durumlarda muhalifler tarafından itiraz edilse bile itirazlardan korkmamalı ve dualarla onun üstesinden gelmelisiniz.[20]
O, cemaat görevlilerine şöyle buyurmaktadır:
“Amirler ve sadırlar cemaatlerinde Kuran-ı Kerim ve Vadedilen Mesih’inas kitaplarından ders vermeli. Bu sadece vaaz olmayacak, çünkü Kuran’ın içi müşahedeye dayalıdır. Kuran sadece bir vaazdan ibaret olmayıp, müşahedelere ağırlık vermiştir. Aynen bunun gibi Vadedilen Mesih’inas kitapları da müşahedelere dayanmakta ve onlara ağırlık vermektedir. Sıradan bir vaiz, vaaz verirken Kuran ve Hadis’te şunlar yazılıdır der. Ancak Allah’ıncc peygamberleri filanca yerde şöyle yazılıdır demezler. Tersine onlar, kalbimizin içinde, dilimizin üstünde şunlar yazılıdır derler. Onların hayatları bir vaazdır. Bundan dolayı onların kitapları okunduğunda insan bir vaizin etkisi altında kalmaz, tersine müşahededen etkilenir. Namazın özü dua olduğu gibi, peygamberlerin kitapları da nasihatin özüdür. Bu öz, Allahcc ve peygamberlerinin kelamında bulunur.”[21]
İşte derse de önem verilmelidir. Bu hem cemaat görevlilerinin, hem cemaat üyelerinin terbiyatının bir parçasıdır. Hutbemin sonuna doğru ben, özet olarak görevlilere söylediklerimin aynısını cemaatin diğer halifelerinin de söylediklerini hatırlatmak isterim. Ama belli bir zaman geçtikten sonra bu nasihatlerin bazısı unutulur. Göreve yeni gelen insanlar da olur ve onlar bu nasihatleri doğru dürüst anlamamış olabilirler. Bundan dolayı aralıklarla bu nasihatler tekrar edilir. Bu nasihatlerin özeti şudur:
- Her görevliye düşen itaatin en iyi örneğini sergilemesidir. O, üst makamdaki görevliye tam manasıyla itaat etmeli ve ona saygı göstermeli. Bunu yaparlarsa kendilerinin altındaki görevliler, cemaat fertleri veya çalışanlar onlara itaat edecekler ve saygı gösterecekler.
- İnsanlara yumuşak davranmayı ve kalplerini kazanmayı, mutluluklarına ve üzüntülerine ortak olmayı unutmamalıdırlar. Eğer bir görevli bu fıtrî istekleri yerine getirmiyorsa, onun içinde kibir olduğu anlamına gelir.
- Amirler, görevliler veya diğer çalışanlar, sorumlu oldukları ve altlarında çalışan kimseler için, iyi huylu olsunlar, içlerinde cemaat nizamına itaat eden ruh bulunsun ve nizama saygı gösteren insanlardan olsunlar, diye dua etmelidirler.
- Hiçbir cemaat ferdine herhangi bir konuda ayrıcalık göstermemelidirler. Bazı insanların çok eğri olduklarını unutmamalıdırlar. Kimilerinin, Amirleri, görevlileri ve cemaat nizamını bıktırdığını biliyorum. Buna rağmen onların ahlaksızlıklarına ve edepsizliklerine elinizden geldiğince dayanmaya çalışın ve onların verdikleri sıkıntılardan dolayı hiçbir şekilde şikâyetçi olmayın. Onlardan intikam almayı aklınızın ucundan dahi geçirmeyin. Onlar için dua edin ve Allah’tancc yardım isteyin.
- Cemaat nizamının güçlenmesi ve korunması önceliğiniz olmalı. Daima bunun için çaba sarfetmelisiniz. Hiçbir zaman, “evet efendim, buyurun efendim” diyen yağcıların etrafınıza toplanmasına izin vermeyin. Bu tür yağcıların eline geçen görevlilerden adalet ve insaf beklenemez. Böyle görevliler, yağcıların elinde kukla gibi olurlar. Bundan dolayı Peygamber Efendimizsav şu duayı öğretmiştir: “Ey Allahcc! Hiçbir zaman kötü danışmanlar etrafıma toplanmasın.”
- Daha önce de anlattığım gibi cemaat nizamı zedelenmediği takdirde af ve ihsan gösterin. Onların ıslahına vesile olacak mağfireti dileyin.
İşte görevlilerle ilgili söylediklerim bunlardır. Ancak en son olarak cemaat dostlarına bir cümle söylemek istiyorum. Görevli olmayan sizler de büyük bir sorumluluk taşımaktasınız. Bu sorumluluğunuz itaat, itaat, sadece itaat ve dua etmektir.
Allahcc hepimize sorumluluklarımızın idrakinde olmayı nasip etsin.
En son olarak bir dua için de ricada bulunuyorum. Bangladeş’teki Ahmedilerin durumları uzun zamandan beri çok sıkıntılıdır. Bugün de muhalifler, camilere saldırma tehdidinde bulundular. Kuran dersi esnasında bir duanın edilmesini istemiştim, tekrar aynı istekte bulunarak diğer dualarla birlikte bu duanın özellikle edilmesini rica ediyorum. Daha önce de söylediğim gibi her yeni hilafet dönemi başladığında bu duanın önemi daha da artar. Hz. Nüvvab Mübareke Begüm’e Allahcc bu duayı rüyasında öğretti. Vadedilen Mesihas onun rüyasına gelip, bütün cemaatin bu şekilde dua etmesini istemişti.
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ۞
Ey Rabbimiz, bize doğru yol gösterdikten sonra kalplerimizi hidayetten saptırma ve bize Katından rahmet bağışla. Şüphesiz Sen, çok bahşedensin.[22] Bu duayı bolca edin. Allahcc bizi her şerden korusun. Amin
[1] Saik, Etfalü’l Ahmediye’de sorumlu olarak tayin edilen çocuktur.
[2] Nasr suresi, ayet 4: “Rabbinin hamdı ile tespih et ve O’ndan bağışlanmayı dile.”
[3] Müslim, Kitabü’l İman
[4] Tirmizi, Ebvabü’l Hudud
[5] Et-tergib vet-terhib, Tabarani ve Tirmizi
[6] Meşali Rah, Cilt 1, sayfa 15
[7] Tirmizi, Ebvabü’l Ahkam
[8] Tirmizi, Ebvabü’l Birr ves Sıla
[9] Buhari, Kitabü’l Megazî
[10] Sahih-i Müslim, Kitabü’l Emare
[11] Buhari, Kitabü’l İğtisam
[12] Ebu Davud, Kitabü’l Agdiya
[13] Sünen Dar Kutnî, Kitabü’l Agdiye vel ahkam
[14] Müslim, Kitabü’l Emare
[15] Müslim, Kitabü’l Emare
[16] Maun suresi, 5-7, Tercümesi: “Onun için namazlarından gafil halde namaz kılanlara, yazıklar olsun. Onlar, (ancak) gösteriş yapar ve (insanların genellikle) ihtiyaç duyduklarını vermekten kaçınırlar.”
[17] Meşali Rah, cilt 1, sayfa 20-21
[18] Hutubat-ı Mahmud, cilt 7, sayfa 433, 22 Aralık 1922 tarihli Cuma Hutbesi
[19] Naziat suresi, 2-3, tercümesi: Dalıp çekenleri, sonra sağlam düğüm atanları şahit olarak gösteriyoruz.
[20] Hutubat-ı Mahmud, cilt 15, sayfa 265
[21] Hutubat-ı Mahmud, cilt 11, sayfa 283-284
[22] Al-i İmran suresi 9


