Tefsir-i Sağir – Fatiha Sûresi
Fatiha Sûresi[1]
Bu sure Mekke’de inmiştir. Besmele[2] ile birlikte yedi ayettir.
| 1. Sonsuz kerem eden ve sık sık rahmet eden Allah’ın adı ile[3] (okumaya başlıyorum.) | بِسۡمِ اللّٰہِ الرَّحۡمٰنِ الرَّحِیۡمِ |
| 2. Her (türlü) övgü (sadece) âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.[4] | اَلۡحَمۡدُ لِلّٰہِ رَبِّ الۡعٰلَمِیۡنَ ۙ |
| 3. Sonsuz kerem eden, sık sık rahmet eden | الرَّحۡمٰنِ الرَّحِیۡمِ ۙ |
[1] Dünyada bütün işlerin bereketli olması için ayrı bir dua edilir. Ancak Kur’an-ı Kerim öylesine mükemmel bir kitaptır ki duasını da kendi içinde barındırmaktadır. İnsan Kur’an-ı Kerim’in her suresinin başında besmeleyi okur. Ayrıca Kur’an okumaya başlamadan önce besmele ve Fatiha Suresini okur. Başka bir deyişle Kur’an-ı Kerim’in tilavetinin tam olması için dışardan bir desteğe ihtiyaç yoktur, çünkü onun duası da onun içindedir. Kur’an tilavetinden önce “euzü billahi mineş-şeytan-ir racim” okuma emri de vardır. Ancak ilk olarak bu da Kur’an-ı Kerim’in bir parçasıdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim şöyle der: فَاِذَا قَرَاۡتَ الۡقُرۡاٰنَ فَاسۡتَعِذۡ بِاللّٰہِ مِنَ الشَّیۡطٰنِ الرَّجِیۡمِ (Nahl,99) Yani, Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığın. Bundan dolayı bunun okunması da dışardan bir şey değildir. İkincisi “euzübillah” da irade ile ilgilidir ve irade ise her zaman işten ayrı olur. İster tümü ister bir kısmı olsun her ne zaman Kur’an okunursa tilavetinden önce “euzübillah” de okunmalı. Bir sureye başlarken insan önce “euzübillah” ardından da surenin parçası olan “bismillah”ı okuyup sonraki ayetlere devam etmeli. Kur’an-ı Kerim okurken yeni bir sureye gelindiğinde euzü okumadan sadece bismillah okunmalı. Ancak insan bir surenin ortadaki bir parçasını okuduğunda sadece euzübillah okuması yeterlidir, bismillah okumasına gerek yoktur. Çünkü, bismillah surenin başına gelir. Nitekim surenin ortasında okunmasının bir gereği yoktur.
[2] Biz besmeleyi her surenin bir ayeti olarak kabul ediyoruz, çünkü Peygamber Efendimiz’den (sav) ispatlanan da budur. Bunun ayrıntıları için Bkz. Tefsir-i Kebir, Cilt 1, Sayfa 12-13; (Türkçesi için Bkz. Tefsir-i Kebir-Fatiha Suresi, sayfa 39, Ahmad Yayınları, 2021)
[3] Arapçadaki “be” harfinin manası beraberlik ve destek istemektir. Biz bu manayı “ile” kelimesi ile verdik.
[4] Fatiha Suresinde Allah-u Teala “Elhamdülillah” buyurmaktadır. Elif-Lam takısı istiğrak için de kullanılır. Yani hangi şeyden bahsediliyorsa onun her türlüsünü kapsar. Bunun dışında o şeyin haddi zatında kamil olduğunu gösterir. Buradaki elif-lam takısı da istiğrak içindir, çünkü bir manası adet bakımından istiğraka dalalet ederken diğer manası kemal açısından istiğraka dalalet eder, yani bütün dereceleri kapsar. Bunun dışında elif-lam takısı zihinde olan veya zikredilmiş olan bir şeye de işaret eder. Yani başında elif-lam takısı bulunan kelime ya daha önce zikredilmiş şeye veya zihinde mevcut olan şeye dalalet eder. Böylelikle “elhamdülillah”ın manası şudur: Övgünün her türlüsü Allah’a aittir ve hamd bütün kemaliyle Allah içindir, yani her güzel sıfat, bütün kemalleriyle sadece Allah’ta bulunur, başkasında değil. Bu şu demektir: Bütün güzel sıfatların hepsi birden, Allah dışında hiç kimsede bulunmamaktadır. Ayrıca herhangi bir güzel vasıf da bütün kemalleriyle Allah dışında hiç kimsede bulunmamaktadır. Şüphesiz bazen biz insanlar için bu kelimeyi kullanarak, filancada cesaret, cömertlik veya güzellik kamil manada bulunuyor deriz, ancak bunun manası şudur: Bir insanda o vasfın ne kadar bulunması mümkünse o kadar mevcuttur. Bunun manası katiyen, o vasfın gerçek kemaliyle söz konusu insanda bulunduğu değildir. Ancak aynı vasıf Allah’a isnat edildiğinde kemalin manası izafi (göreceli) değildir. Yani, kemal kelimesini başka bir şeyle mukayese ederek kullanmıyoruz. Tersine bu vasfın kemal için mümkün olan bütün manaları için kullanırız ki bundan ziyade kemal, herhangi bir şekilde veya izafette mümkün değildir.
Hamd, mastardır ve mastar, meçhul manasında da kullanılır. Bundan dolayı bunun bir manası şöyledir: Gerçek övgü kime ait olursa olsun, onu sadece Allah söyleyebilir. Bir insan, başka bir insanın zihninde veya kalbindeki durumu bilmediği için onu överken hataya düşebilir. Ayrıca o, eşyanın hakikatini tam manasıyla bilmediği için onları överken de hataya düşebilir. Mesela bir tabip, bir ilacın etkisinden bahseder; ancak o tesir sadece prensiplerle sınırlıdır. Her şey diğer şeylerle karıştığında tesiri değişir. Ancak gaybı bilen Allah, söz konusu şeyin kaç şey ile karışabildiğini ve ne kadar şekil değiştirebildiğini söyleyebilir. Zikredilen mana açısından bunun anlamı şudur: insanoğlu kendisine verilen semavi kitaplar vasıtasıyla ne türlü kamil övgüden bahsediyorsa ve kamil zatı tahmin ediyorsa o mükemmellik sadece Allah’a aittir. Zihinde mevcut olan şeye dalalet etme konusuna gelince, insan zihninde kamil bir zatı tasavvur eder. Onun tasavvur ettiği mükemmellik, Allah’ın zatı dışında kimsede bulunmaz. Ancak bunun şartı, zihinde çizilen bu tablonun doğru olmasıdır. Çünkü hamd kelimesi gerçek övgü için kullanılır, hayali övgü için değil.
“Rabbü’l Alemin” ifadesinde farklı alemlere işaret edilmiştir. Varolan alemler içinde farklı farklı alemler görünmektedir. Bunlardan bazısı, bazılarıyla tezat halindedir. Ancak bu tezat olmasına rağmen onların arkasında işlemekte olan kaide ve prensip aynıdır. Böylelikle doğanın bir tek kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. İşte onlar, bu kaynaktan destek almaktadırlar ve bunların arkasında bir tek Zat vardır. Netice olarak doğa kanunlarının tümünün arkasında bir tek Zat olduğuna göre doğanın güzelliğini övmek, doğanın değil O Kadir olan Zatın mülkü ve hakkıdır.


