Vadedilen Mesih ve Mehdi’nin (as) oruç ve Ramazan hakkındaki fetvalar

Çeviren: Raşit Paktürk

ORUÇ VE RAMAZAN

“Oruçlarınızı Allah için doğrulukla tamamlayın, zekat vermesi gereken herkes zekat versin, hac yapması farz olan ve bir engeli olmayan hac yapsın.” [1]

Rüyet-i Hilal (Ay’ın gözle görülmesi)

Allah-u Teala dinin emirlerini kolay kılmak için halka basit ve düz bir yol gösterdi ve boş yere gereksiz zorluklara sokmadı. Mesela “ramazan orucunun  tutulması için, astrologların tahmini hesaplama kurallarına göre ayın yimi dokuz mu otuz mu çekeceğini öğrenmeden rüyete kesinlikle itibar etmeyin ve gözlerinizi kapalı tutun,”  diye emretmedi. Bunun sebebine gelince, astrolojinin ince meselelerinin halkın omuzuna yüklenmesi gereksiz yere insanların gücünü aşan bir sorumluluktur. Ayrıca bu tür hesaplamalar yapılırken bir sürü hatanın vuku bulduğu da bir gerçektir. Bundan dolayı halkın müneccim ve astrologlara muhtaç kalmadan, ayın hangi tarihte doğduğunu kendi rüyetleriyle öğrenmeleri ve ilmi açıdan otuz günün aşılmaması gerektiğine dikkat etmeleri, basit ve düz bir yoldur. Bilinmelidir ki aslında akla göre de rüyet, tahmine dayalı hesaplamalardan daha üstündür. Bundan dolayıdır ki Avrupa’da bilim insanları rüyetin daha itibarlı olduğunu anladıklarında, görme gücünü desteklemek için dürbünler ve mikroskoplar gibi türlü türlü aletler icat ettiler. Ve rüyet vasıtasıyla birkaç gün içinde gök bilimleriyle ilgili öylesine gerçekler ortaya koydular ki zavallı Hindular uyduruk tahminlerle, binlerce sene içinde bile bu gerçeklere ulaşamamışlardı. Rüyette ne tür bereketler olduğunu şimdi anlamışsınızdır. Bu bereketlerin temelini atmak için Allah-u Teala, rüyeti teşvik etmiştir. Bir düşünün! Eğer Avrupalılar da Hindular gibi rüyeti bir hiç ve faydasız şey kabul ederek sadece karanlık bir odada oturup yazılan tahmini hesaplara itibar etseydiler, ay, güneş ve keşfedilen yıldızlarla ilgili bu yeni ve taptaze  bilgilere ulaşamazlardı. Bundan dolayı biz bir kere daha, gözünüzü açıp rüyetin ne tür bereketler taşıdığına ve sonuç itibariyle ne çeşit hayırlı neticeleri ortaya çıkardığına bakmanızı tavsiye ediyoruz.[2]

Hilali görmek konusunda hata yapılırsa?

Siyalkot’tan bir arkadaş şöyle sordu: “Burada Salı akşamı hilal görülmedi, tersine Çarşamba akşamı görüldü (halbuki ramazan Çarşamba günü başlamıştı, çev.). sonuç olarak ilk oruç Perşembe günü tutuldu. Bizim ne yapmamız lazım?”

Vadedilen Mesih (as) şöyle buyurdu: “Bunun karşılığında ramazandan sonra bir gün oruç tutulmalı.”[3]

Rüyette söylentilere değil güvenilir kaynağa itibar edilmesi

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle yazar:

Miya Hayruddin Sihvanî, bana şöyle yazdı: Bir keresinde kendi rüyetimle değil, Ahmedi olmayan bazı Müslümanların şahitliği üzerine Ramazan orucuna başlattım. Aynı gün biz Kadiyan’a öğle vaktinde vardık ve oruçlu olduğumuzu söyledik. Vadedilen Mesih (as) camiye teşrif buyurdu. O gün Kadiyan’da oruç başlamamıştı. Bundan dolayı hemen hadis kitapları camiye getirildi ve bu konu büyük bir ilgi ile incelenmeye başlandı. Bu esnada, acaba siz gözünüzle mi hilali gördünüz, diye bize sorulduğunda biz, “Hayır! Bazı Ahmedi olmayan Müslümanlar görmüştü,” dedik. Bizim bu cevabımız üzerine Vadedilen Mesih (as) kitabı kapattı ve şöyle buyurdu: “Biz, sen kendi gözünle hilali görüp ramazan orucuna başladın diye konuyu araştırmaya başlamıştık.”[4]

Sahuru Geciktirmek

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra), Hz. Münşi Zafer Ahmed Kupurtalevî’nin kendisine şunları yazılı olarak rivayet ettiğini yazmaktadır: Ben Kadiyan’da Mübarek Camisine bitişik odada ikamet ederdim. Bir keresinde sahur yemeği yerken Vadedilen Mesih (as) teşrif buyurdu. Beni görünce, sen mercimek çorbasıyla ekmek mi yiyorsun, diye sordu ve hemen ilgili kişiyi çağırıp şöyle buyurdu: “Siz sahur vaktinde arkadaşlara yemek olarak bunu mu veriyorsunuz? Burada kalan arkadaşlar yolcu değildir, bundan dolayı herkesin yemek alışkanlığını sorun ve sahurda neyin hoşuna gidip gitmediğini öğrenin ve ona göre onlara yemek hazırlayın.” Bunun üzerine ilgili kişi benim için başka bir yemek getirdi. Ancak ben yemek yemiştim ve ezan okunmuştu. Bunun üzerine Vadedilen Mesih (as) şöyle buyurdu: “Ezan erken okunmuştur, onu dikkate alma.”[5]

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) Dr.Mir Muhammed İsmail beyin (ra) kendisine şunları anlattığını yazıyor: 1895 senesinde ramazanın tamamını Kadiyan’da geçirdim ve ramazan boyunca Vadedilen Mesih’in arkasında teheccüd namazı yani teravih namazı eda ettim. O, vitr namazını gecenin ilk kısmında (yatsı namazı ile birlikte) kılardı ve teheccüd namazını ikişer rekat olarak gecenin son kısmında eda ederdi. İlk rekatinde Ayet-el Kürsi’yi tilavet eder, ikinci rekatinde ihlas suresini okurdu. Rüku ve secdelerinde ise çoğunlukla “Ya hayyu ya kayyum, birahmetike estağis” kelimelerini benim duyabileceğim şekilde okurdu. O, sahur yemeğini hep teheccüd kıldıktan sonra yerdi. Yemeği o kadar geciktirirdi ki bazen yemek yerken ezan okunurdu ve o, bazen ezanın bitimine kadar yemeğe devam ederdi.

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) diyor ki, aslında fecri sadık ufukta görünene kadar sahurun yenmesi caizdir. Bunun ezanın okunup okunmaması ile alakası yoktur. Diğer taraftan ezan vakti de fecri sadıkın görülmesi ile başlar. Bundan dolayı genelde halk, sahurun sınırının ezanın başlaması olduğunu zanneder. Kadiyan’da sabah ezanı fecri sadık başlar başlamaz okunurdu. Hatta bazen hata veya dikkatsizlikle fecri sadıktan önce okunması da mümkündü. Bundan dolayı böyle durumlarda Vadedilen Mesih (as) ezanın okunuşunu dikkate almazdı ve fecri sadık iyice görünene kadar sahur yemeğine devam ederdi. Bu konuda Şeriatın gayesi de ilim ve hesaba dayalı olarak fecri sadık başlar başlamaz sahurun terk edilmesi değildir. Tersine şeriatın istediği, halk fecri sadığı gördüğünde yemeğin terk edilmesidir. Nitekim Kuran-ı Kerim’deki “tebyin” kelimesi buna işaret etmektedir. Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurdu: Bilal’in (ra) ezanı ile sahur yemeğini bırakmayın ve isterseniz  İbni  Maktum’un ezanına kadar yemeğe devam edin. İbni Maktum (ra) kör bir sahabe idi ve halk arasında sabah oldu, sabah oldu konuşmaları başlayıncaya kadar ezan okumazdı.[6]

Sahur vakti ile ilgili dikkatli davranmak

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra), Feyzullah Köyünde yaşayan Hafız Nur Muhammed’in kendisine şöyle rivayet ettiğini yazar: Bir keresinde ramazan ayında sahur vaktinde adamın biri vaktinden önce ezan okudu. Vadedilen Mesih (as) camiye teşrif etti ve şöyle buyurdu: “Ben süt bardağını ağzıma yaklaştırır yaklaştırmaz ezan sesini duydum ve bundan dolayı bardağı olduğu gibi geri bıraktım.” Bunun üzerine adamın biri, “efendim henüz sahur vakti devam etmektedir,” dedi. Vadedilen Mesih (as), “ezandan sonra bir şey yemeyi canımız istemez,” diye cevap verdi.

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle der: Eğer bu rivayet doğru ise Vadedilen Mesih (as) kendisiyle ilgili böyle dikkatli davranmış olabilir. Yoksa onun genel tutumuna göre, sahurun bitiminin vakti ezan değil, fecri sadığın ortaya çıkışı idi. Ayrıca o, Kuran ayetinin istediği gibi, fecri sadığın iyice ortaya çıkmasına önem verirdi. Ancak büyüklerin bir sözüne göre, fetva başkadır ve takva başkadır.[7]

Yolculuk esnasında oruç

Vadedilen Mesih’e (as) yolculuk sırasında oruç tutulup tutulmaması konusu soruldu. Kendisi şöyle buyurdu: “Kuran-ı Kerim’den anlaşıldığına göre,

فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرٖيضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ

Yani, “hasta ve yolcu oruç tutmasın,” ayeti  bir emirdir. Allah-u Teala isteyen oruç tutsun, isteyen tutmasın demedi. Bence yolcu oruç tutmamalı. Ancak genelde halk bu durumda oruç tutmaktadır. Bundan dolayı birisi bunu bir teamül (öteden beri süregelen bir davranış) zannederek oruç tutarsa sorun yoktur, ancak “iddetün min eyyamin uhar” yani sayı başka günlerde tamamlansın emri de dikkate alınmalı.

Bunun üzerine Hz. Mevlevi Nurettin (ra) şöyle buyurdu: İnsan öylesine de her ay birkaç gün oruç tutmalı.

Hz.Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle der: Biz, bir keresinde Vadedilen Mesih’in (as) şöyle buyurduğunu aktarmak istiyoruz: “Yolculuk esnasında zorluklara katlanarak oruç tutan insan, başka bir deyişle, emre itaat ederek değil tersine bilek gücüyle Allah’ı razı etmek istiyor. Bu bir hatadır. Gerçek iman, emirler ve yasaklarda Allah’a itaat etmektir.[8]

Yolcu ve hasta oruç tutmasın

Vadedilen Mesih (as) Şeyh Muhammed Çattu’nun Lahor’dan geldiğini ve başka bazı misafirlerin de olduğunu öğrendi. Kendisi sadece güzel ahlakından dolayı dışarı çıktı. Çıkmasının gayesi yürüyüşe çıktığında dost ahbap ile görüşebilmekti. İnsanlar Hz. Akdes’in (as) dışarıya çıkacağını öğrendiği için  birçokları küçük camide toplanmışlardı. Hz. Akdes, kapıdan çıktığında onlar her zamanki gibi pervaneler gibi kendisine doğru koştular. O, Şeyh beyi gördükten sonra  selam verdi ve oradakilerle aralarında şu konuşma geçti:

Hz. Akdes – İyi misiniz? Siz eskiden beri görüştüğümüz kimselerdensiniz.

Şeyh bey – Allah’a şükürler olsun.

Hz. Akdes – (Hekim Muhammed Hüseyin Kureyşi’ye yönelip şöyle dedi:) Bunların rahatını sağlamak sizin vazifenizdir. Barınma ve yemeklerini güzel bir şekilde sağlayın. Eğer bir şeye ihtiyaç varsa bana haber verin. Miya Necmüddin Beye bunlar için uygun ve hoşlandıkları yemekleri hazırlamasını telkin edin.

Hekim Muhammed Hüseyin – Hay hay efendim. İnşallah hiçbir sıkıntı olmayacak.

Hz. Akdes – (Şeyh Çattu beye hitaben) Siz yolcu olduğunuz için oruç tutmamışsınızdır.

Şeyh Çattu – Efendim! Ben oruçluyum.

Hz. Akdes – Aslında Kuran’ın verdiği kolaylıklara göre amel etmek de takvadır. Allah yolcuya ve hastaya başka günlerde oruç tutma izni ve kolaylığı sunmuştur. Bundan dolayı bu emre de uyulmalı. Büyüklerin çoğunun, yolculuk ve hastalık esnasında oruç tutan günah işlemektedir, dediğini okudum.  Çünkü asıl olan insanın kendi canının istediği değil  Allah’ın rızasıdır ve O’nun rızası ise itaattedir. Allah’ın verdiği hükme itaat edilmeli ve kendi tarafından ona bir şeyler ilave edilmemelidir. O’nun emri sadece

فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرٖيضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ

Aranızdan hasta ve yolcu olan sayıyı başka günlerde tamamlasın,[9] şeklindedir. Burada yolculuk ve hastalığın çeşidiyle ilgili hiçbir sınırlama yoktur. Ben yolculuk ve hastalık esnasında oruç tutmam. Nitekim bugün de hasta olduğum için oruç tutmadım. Yürüyüş yaptığımda hastalık biraz hafiflediği için şimdi yürüyüşe gideceğim, siz de benimle gelir misiniz?

Şeyh Çattu – Siz gidin, ben gelemem. Bu (oruç tutmama) emri şüphesiz vardır. Ancak yolculuk sıkıntılı değildir, neden oruç tutulmasın?

Hz. Akdes – Bu sizin şahsi görüşünüzdür. Kuran-ı Kerim yolculuğun sıkıntılı olup olmamasından bahsetmiyor. Siz şimdi çok yaşlandınız, hayatın hiçbir itibarı yoktur. Bundan dolayı insan Allah’ın  rızasını kazandıran ve sırat-ı müstakime ulaştıran yolu tercih etmeli.

Şeyh Çattu – Benim buraya gelmemdeki gaye de budur, ben sizden istifade etmek için geldim. Eğer gerçek yol bu ise biz gaflet içinde ölenlerden olmayalım.

Hz. Akdes – Evet! Ne güzel söyledin. Ben gidip geleceğim, siz dinlenin. (Bundan sonra kendisi yürüyüşe gitti.) [10]

Hasta ve yolcunun oruç tutup tutmayacağı tartışılıyordu. Hz. Mevlevi Nurettin (ra) şöyle dedi: Muhyuddin İbni Arabi’ye göre eğer hasta veya yolcu ramazanda oruç tutsa bile ramazan geçtikten sonra sağlığa kavuştuğunda oruç tutması farzdır. Çünkü Allah’ın emri “Aranızdan hasta ve yolcu olan sayıyı başka günlerde tamamlasın,” şeklindedir. Bu ayette Allah, hasta veya yolcu inatlaşarak veya canı istediği için ramazanda oruç tutarsa daha sonra oruç tutmasına gerek yoktur, buyurmamaktadır. Allah’ın apaçık emri, o daha sonra oruç tutsun, şeklindedir. Ramazandan sonra o orucu tutması her halükarda farzdır. Hasta ve yolcu iken ramazan orucunu tutması onun kendi isteğidir ve gerçek emrin dışındadır. Bundan dolayı ramazandan sonra orucun tutulması ile ilgili emir yok sayılamaz.

Bunun üzerine Vadedilen Mesih (as) şöyle buyurdu:  Hasta ve yolcu olduğu halde ramazanda oruç tutan kimse Allah’ın apaçık emrine itaatsizlik etmektedir.  O, net bir şekilde, hasta ve yolcu oruç tutmasın ve sağlığa kavuştuktan veya yolculuk bittikten sonra orucunu tutsun buyurmaktadır. Bundan dolayı Allah’ın bu emrine itaat edilmeli. Hiç kimse amel gücü ile kurtuluş elde edemez. Necatın ihsan edilmesi Allah’ın lütfuna bağlıdır. Allah hastalığın azlığı veya çokluğundan, yolculuğun kısa veya uzun oluşundan bahsetmemektedir. Tersine bu, özel veya genel her iki durumu kapsamaktadır. Bu emre uyulmalı. Hasta veya yolcu oruç tutarsa onlar için geçerli olacak fetva itaatsizliktir.[11]

Öğle vakti oruçlarını açtırdı

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) Miya Abdullah Senuri’nin (ra) oğlu Miya Rahmetullah beyin şöyle rivayet ettiğini yazmaktadır: Bir keresinde Vadedilen Mesih (as) Ramazan ayında Ludhiyana şehrine teşrif etti… Biz hepimiz Gavsgarh şehrinden oruçlu olarak Ludhiyana’ya vardık. Huzur (as) rahmetli babamdan veya başka bir şekilde gelenlerin hepsinin oruçlu olduğunu öğrendi ve şöyle buyurdu: “Miya Abdullah! Allah’ın  oruç tutma konusundaki emrinin değeri ne ise yolculukta tutmama konusunda da aynıdır. Hepiniz orucunuzu açın.” Bu olay öğle vaktinden sonra vuku bulmuştu.[12]

İkindiden sonra oruçlarını açtırdı

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra), Miya Abdullah Senuri beyin kendisine şöyle anlattığını yazmaktadır: Bir keresinde ramazanda bir misafir buraya (Kadiyan’a) Vadedilen Mesih’i ziyarete geldi. O, oruçluydu, günün çoğu geçmişti, muhtemelen ikindiden sonraydı, Vadedilen Mesih (as) onun orucunu açmasını söyledi. Bunun üzerine o, akşama az bir zaman kaldı, şimdi açıp ne yapacağım, dedi. Bunu duyunca Huzur (as) şöyle buyurdu: Sen bilek gücüyle mi Allah’ı razı etmek istiyorsun? Allah rızası  bilek gücüyle elde edilemez, tersine itaat ile kazanılır. Allah yolcu oruç tutmasın dedikten sonra oruç tutulmamalı. Bunu duyunca o adam orucunu açtı. Bu olay eski günlere aittir.[13]

Yolculuk esnasında orucunu açtırdı

Kupurtala’dan Hz. Münşi Zafer Ahmed (ra) şöyle yazmaktadır: Bir keresinde ben, hz. Münşi Arure Han ve Muhammed Han hazretleri, ramazan ayında Vadedilen Mesih’in huzuruna Ludhiyana şehrine geldik. Ben oruçlu idim, ancak diğerleri oruçlu değildiler. Biz Vadedilen Mesih’in huzuruna vardığımızda güneşin batışına az bir zaman kalmıştı. Arkadaşlarım Vadedilen Mesih’e benim oruçlu olduğumu söylediler. Huzur (as) hemen içeriye gitti ve meşrubat dolu bir bardakla gelip şöyle buyurdu: “Orucunu aç, yolculukta oruç tutulmamalı.” Ben emre itaat ettim. Ancak bundan sonraki günlerde orada kaldığımız için oruçlarımızı tuttuk. İftar vaktinde hz. Akdes, büyük bir tepsinin içinde üç bardak bizzat kendisi getirdi. Biz oruç açmak üzereyken ben şöyle dedim: Efendim! Münşi Arure Han bir tek bardak ile ne yapsın. Huzur gülümsedi, hemen içeri gitti ve meşrubat dolu büyük bir sürahi ile geri döndü ve Münşi beye içirdi. Münşi bey, hz. Akdes’in eliyle meşrubat içtiğini düşünerek meşrubat bitene kadar içmeye devam etti.[14]

Yolculuk esnasında oruç tutmak caiz değildir

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra), Dar-ül Fazl Mahallesinde yaşayan Dukandar Miya Fazıl Muhammed beyin kendisine yazılı olarak şunları ilettiğini yazmaktadır: Bir keresinde  Hoca Muhammed Hüseyin Batalavî ile mahkemelik bir durum vardı. Bundan dolayı, yaz mevsiminde ramazan ayında  Tarival şehrine gitmek zorunda kaldık. Etraftaki bir çok kişi de oraya geldi ve onlardan bir çoğu oruçlu idi. Bu esnada, Kande isimli şehirde ileri gelenlerden meşhur bir Sih bayan, Vadedilen Mesih’i yemeğe davet etti. Huzur (as) davete icabet etti. Davette zerde tatlısı vesaire vardı. Arkadaşların bazısı Huzur’a oruçlu olduklarını söylediler. Bunun üzerine Vadedilen Mesih (as), yolculukta oruç tutmak caiz değildir, buyurdu. Nitekim herkes orucunu bozdu.[15]

Kınanmayı umursamamak

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra), emekli Melik Mevla Bahş’ın Mevlevi Abdurrahman Mübeşşir beyin vasıtasıyla şöyle bir yazı gönderdiğini yazmaktadır. Bir keresinde ramazan ayında Vadedilen Mesih (as) Amritsar şehrine teşrif etti. Şimdi ismi Bande Matermpal olan yerde kendisinin bir konuşması vardı. Huzur (as) yolculuktan dolayı oruç tutmamıştı. Bundan dolayı konuşması esnasında Müftü Fazlurrahman bey kendisine çay takdim etti. Huzur (as) buna ilgi göstermedi. Bunun üzerine Müftü bey, biraz daha yakına giderek  çayı takdim etti. Ancak Huzur (as) yine ilgilenmeyip konuşmasına devam etti. Bunu gören Müftü bey, çay bardağını Huzur’un daha da yakınına koydu. Bunun üzerine Huzur (as) çayı içince, oradakiler, ramazana saygı gerekir, oruç tutmuyor, gibi birçok laf edip gürültü kopardılar. Huzur’un (as) konuşması kesildi, arabası öbür kapıya getirildi ve Huzur (as) ona bindiğinde halk taş ve tuğla atmaya başladılar ve büyük bir hengame oldu. Arabanın camı kırıldı ancak Huzur (as) sağ salim ikametgahına ulaştı. Ben kendim duymadım ama bazı kimseler, Ahmedi olmayan bir hocanın şöyle dediğini anlatıyordu: “Bugün halk Mirzayı peygamber yaptı.” Biz Mevlana Nurettin hazretleriyle dışarı çıkacaktık, ama ona insanların taş tuğla attığını ve biraz beklemesini söyledik. Bunun üzerine o şöyle dedi: Taş ve tuğla atılan zat gitmiştir, bana kim taş atar ki? Bu olay Müftü beyin çay takdim etmesinden meydana gelmişti, bundan dolayı ben dahil herkes onu suçluyordu. O zavallı bu durumdan çok rahatsız oldu. Daha sonra rahmetli Miya Abdulhalik beyin bana anlattığına göre bu mesele Vadedilen Mesih’e takdim edilip Müftü beyin boş yere Huzur’un konuşmasının kesilmesine sebep olduğu söylendiğinde Huzur (as) şöyle buyurdu: Müftü bey yanlış bir iş yapmadı, yolculuk esnasında oruç tutmamak Allah’ın emridir, bu olay Allah’ın bu emrinin yayılmasına vesile oldu. Bunu duyan Müftü bey aslan kesildi.[16]

Yolcunun bir yerde konaklarken oruç tutması

Vadedilen Mesih’in (as) İkinci Halifesi şöyle buyurur: Vadedilen Mesih (as) oruç konusunda, hasta veya yolcu oruç tutarsa onlar için geçerli olacak fetva itaatsizliktir, buyurmuştu. Diğer taraftan Alfazl Gazetesinde benim tarafımdan bir ilan yayınlandı. Buna göre Calsa Salanaya gelen Ahmediler, buraya geldiklerinde isterse oruç tutabilirler, oruç tutmak istemeyenler ise daha sonra oruç tutarsa her ikisi de caizdir. İşte bununla ilgili soru soruldu. Bu konuyla ilgili söylemek istiyorum ki Elfazl’da yayınlanan benim fetvam değildir. Aksine benim rivayet ettiğim, Vadedilen Mesih’in bir fetvasıdır.

Aslında ben hilafetimin ilk günlerinde yolculuk esnasında oruç tutmaktan men ederdim, çünkü ben Vadedilen Mesih’i böyle davrandığını görmüştüm. Bir keresinde Mirza Yakup Bey, ramazan ayında oruçlu olarak Kadiyan’a geldi. Geldiğinde ikindi vakti idi. Vadedilen Mesih (as), yolculuk sırasında oruç tutmak caiz değildir deyip ona orucunu açtırdı. Bu konu o kadar uzun uzadıya tartışıldı ki Mevlana Nurettin hazretleri, birileri tökezleyebilir düşüncesiyle ertesi gün Muhyuddin İbni Arabi’nin bu konudaki görüşünü içeren bir referans getirdi. Onun görüşü de Vadedilen Mesih’inkiyle aynıydı.

Bu olay beni öylesine etkilemişti ki ben, yolculuk esnasında oruç tutmaktan men ederdim. Tesadüfen bir keresinde ramazan ayında Mevlevi Abdullah Senuri bey ramazanı geçirmek için Kadiyan’a geldi ve bana şöyle dedi: Duyduğum kadarıyla siz Kadiyan’a dışardan gelenleri oruç tutmaktan men ediyorsunuz. Ancak ben şahidim ki bir keresinde adamın biri Kadiyan’a geldi ve Vadedilen Mesih’e, ben burada kalacağım, kaldığım süre içinde oruç tutayım mı, tutmayayım mı, diye sordu. Bunun üzerine Vadedilen Mesih (as) şöyle buyurdu: “Sen oruç tutabilirsin, çünkü Kadiyan Ahmediler için ikinci vatan hükmündedir.”

Şüphesiz Mevlevi Abdullah bey Vadedilen Mesih’e çok yakın birisiydi. Ancak buna rağmen ben onun rivayetini kabul etmedim ve diğer insanların şahitliğine başvurduğumda, misafirlerin Kadiyan’da ikamet ederken oruç tutmalarına Vadedilen Mesih’in (as) izin verdiğini öğrendim. Elbette geldikleri gün ve geri döndükleri gün oruç tutmalarına izin vermezdi. Bundan dolayı ben ilk görüşümden vazgeçmek zorunda kaldım. Daha sonra bu sene Calsa Salana ramazana denk geliyordu. Bundan dolayı calsaya gelenler oruç tutacak mı tutmayacak mı sorusu gündeme geldi. Bunun üzerine adamın biri, Vadedilen Mesih (as) hayattayken calsanın ramazana denk geldiğini ve bizzat kendisinin misafirlere sahur yemeği yedirdiğini anlattı. Durum böyleyken ben, calsaya gelenlerin oruç tutmalarına izin verdiysem, bu Vadedilen Mesih’in (as) fetvası gereğidir. Eski alimler, yolculuk esnasında oruç tutmanın caiz olduğunu söylediler. Ahmedi olmayan hocalar ise çağımızdaki yolculukları yolculuktan bile saymıyorlar. Ancak Vadedilen Mesih (as) bir taraftan yolculuk esnasında oruç tutmaktan men ederken, diğer taraftan Kadiyan’a gelindiğinde orucun tutulmasına cevaz vermiştir. Bundan dolayı onun bir fetvasını alıp, diğerini göz ardı etmemiz mümkün değildir.[17]

Bu konuyla ilgili Siret-ül Mehdi’de şöyle bir rivayet vardır:

Hz.Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle yazar: Rahmetli Doktor Halife Reşidüddin beyin hanımı, Lacna İmaillah Kadiyan’ın vasıtasıyla yazılı olarak şunu iletti: 1903 senesinde ben ve rahmetli doktor bey Rurki’den (Kadiyan’a) 4 günlüğüne geldik. Vadedilen Mesih (as), Yolculuk esnasında oruç tuttunuz mu? Diye sordu. Biz hayır  diye cevap verdik. Huzur bize kalmak için bir yer tahsis etti. Doktor bey, biz oruç tutacağız dediğinde Huzur şöyle dedi: “İyi ama, siz yolcusunuz.” Doktor bey, Efendim! Biz birkaç gün burada kalacağız, gönlümüz oruç tutmak istiyor, dedi. Bunun üzerine Huzur, “Peki o zaman biz size Keşmir katmeri ikram ederiz,” buyurdu. Biz Keşmir katmerinin ne olduğunu bilmiyorduk. Biz teheccüd kılıp sahur vakti başladığında Vadedilen Mesih (as) odamıza bizzat teşrif buyurdu. Bu oda birinci kattaydı. Hz. Mevlevi Abdulkerim bey ise üçüncü katta yaşıyordu. Onun birinci eşi Kerim Bibi -ki ona Mevleviyani denilirdi- Keşmir’den idi ve Keşmir katmerini çok güzel yapardı. Huzur bizim için katmerleri onun yapmasını rica etmişti. Yukardan sımsıcak taze katmer hazırlanır ve Huzur bize bizzat ikram eder ve “İyice karnınızı doyurun,” derdi. Ben de doktor bey de çekinirdik ancak Vadedilen Mesih’in bu şefkati ve sevgisi kalplerimizi öylesinde etkiliyordu ki vücudumuzun her zerresi mutlulukla doluyordu. Bu esnada ezan okununca Huzur şöyle buyurdu: Karnınızı iyice doyurun daha çok vakit var.” Ayrıca Huzur şöyle buyurdu: “Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurur: Tan yerinde ak çizgi ile kara çizgi sizce birbirinden ayırt edilinceye kadar yiyin için.[18] İnsanlar Kuran’ın bu emrine uymazlar. Daha çok vakit var yemeğe devam edin. Müezzin, vaktinden önce ezan okumuştur.” Biz yemek yiyene kadar Huzur orada durup dolaştı. Doktor bey ısrarla şöyle diyordu: Huzur! Teşrif buyurun, hizmetçiden katmeri biz kendimiz alırız. Ancak Huzur buna razı olmadı ve bize ikramda bulunmaya devam etti. Gelen yiyecekler arasında yemek ve sütlaç vesaire de vardı.[19]

Hz. Seyyid Muhammed Server Şah bey şöyle yazar: Vadedilen Mesih (as) ramazan orucuyla ilgili şöyle buyurmuştur: Eğer bir kimse gittiği yerde üç günden fazla kalacaksa oruç tutar, üç günden az kalacaksa oruç tutmamalı. Ancak eğer Kadiyan’da daha az ikamet ettiği halde oruç tutarsa, ramazandan sonra tekrar onu kaza etmesine gerek yoktur.[20]

Hastanın hastalandığında orucu bozması

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle yazar: Doktor Mir Muhammed İsmail beyin (ra) bana bildirdiğine göre Vadedilen Mesih (as) bir keresinde  Ramazan ayında Ludhiyana’da idi ve oruçluydu. Kalple ilgili bir rahatsızlığından dolayı elleri ve ayakları soğudu. Güneşin batışına çok az bir zaman kalmıştı. Buna rağmen o orucunu bozdu. Vadedilen Mesih (as) her zaman şeriatın sunduğu kolay yolu tercih ederdi.

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle yazar: Hz. Aişe’nin bir rivayetine göre Peygamber Efendimizin (sas) sünneti de budur. O da her zaman caiz olan iki yoldan kolay olanı benimserdi.[21]

Orucun etkilemediği hastalık esnasında oruç tutmak caizdir

Hz.Münşi Habibürrahman (ra) şöyle yazmaktadır: Bir keresinde ben ramazanın son on gününü Kadiyan’da geçirdim. O günlerde Vadedilen Mesih’in (as) her gün öğleden sonra, titreme ile birlikte ateşi çıkardı. Bundan dolayı kendisi öğlen namazına iştirak eder ama diğer namazlara katılamazdı. Öğleden önce bazen cemaati beklediği olurdu. Ben adetim gereği mutlaka Huzur’un oturduğu yere yakın otururdum. Hiçbir zaman uzak bir yere oturduğum olmadı. Tesadüfen yakın oturamadığım olursa da Allah bir şekilde onun yakınına oturmaya beni muvaffak kılardı. Bir keresinde böyle de oldu. Kısacası Huzur öğle namazına geldiğinde ben onun halini sorardım. O cevaben, üşüyorum, derdi. Bazen hadi namazı kılalım, çok üşüyorum dediği olurdu. Ancak hasta olmasına rağmen ramazan orucunu tutuyordu. Bir gün ben şöyle arzettim: Kaç günden beri ateşiniz var, eğer ateşiniz çıktığında orucu bozarsanız daha iyi olmaz mı? Vadedilen Mesih (as) şöyle cevap verdi: “Oruçtan dolayı bir sıkıntı hissetmiyorum, tersine biraz daha kendimi iyi hissediyorum. Açlık veya susuzluk hissetmiyorum. Elbette gece vakti rahatsızlığım biraz artıyor, bundan dolayı orucumu tutuyorum.” Sabahleyin ateşi düştüğünde Huzur yürüyüşe giderdi.[22]

Hastalık esnasında Vadedilen Mesih’in (as) genel tutumu

Hz.Muslih Mevud’a (ra),  Vadedilen Mesih (as) hasta iken oruç tuttuğu oluyor muydu?  diye sorulduğunda kendisi şöyle cevap verdi: Vadedilen Mesih (as) çok oruç tutan birisiydi. Ancak son günlerde bünyesi zayıf düşmüştü ve rahatsızlığı da artmıştı. Bundan dolayı üç sene (1905-1907) oruç tutmadı.[23]

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle yazar: Annemin bana bildirdiğine göre Vadedilen Mesih’e hastalık nöbeti geldiğinde o, o sene ramazan orucunu tutmadı ve fidye verdi. İkinci ramazan geldiğinde oruç tutmaya başladı, ancak sekiz-dokuz gün tuttuktan sonra tekrar hastalandı. Bundan dolayı kalan günlerde oruç tutmayıp fidye ödedi. Bundan sonraki sene ramazan geldiğinde on veya on bir gün oruç tuttuktan sonra tekrar hastalandığı için orucu bırakmak zorunda kaldı ve kalan günler için fidye ödedi. Ondan sonraki sene ramazan geldiğinde on üçüncü orucunu tutmuştu ki güneş batmasına az bir zaman kala hastalandığında orucunu bozdu ve tutamadığı günler için fidye ödedi. Bundan sonra ne kadar ramazan geldiyse, hepsinde eksiksiz olarak orucunu tuttu. Daha sonra hayatının son iki-üç senesinde bünyesi zayıfladığı için oruç tutamazdı. Bundan dolayı fidye ödedi. Bunun üzerine ben anneme, “o ilk bahsettiğiniz hastalık nöbetlerinde tutamadığı oruçları daha sonra kaza etti mi?” diye sorduğumda annem şöyle cevap verdi: “Hayır! Sadece fidye ödemekle yetindi.”

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle diyor: Vadedilen Mesih (as) o günlerde üst üste gelen baş ağrısı ve el-ayak soğuma nöbetlerinden dolayı çok zayıf düşmüştü ve sağlığı iyi değildi. Bundan dolayı anlaşıldığına göre oruç tutmayı bıraktığında bir sonraki ramazana kadar oruç tutma gücüne sahip değildi. Ancak tekrar ramazan geldiğinde ibadet sevgisinden dolayı oruç tutmaya başlardı. Neticede tekrar hastalanır ve orucu tutamayıp fidyesini öderdi. Vallah-u ağlem.[24]

Yolcu ve hasta fidye ödesin

Vadedilen Mesih (as) şöyle buyurdu: “Allah şeriatın temelini kolaylık üzerine kurmuştur. Yolcu ve hastalar arasında gücü yetenler oruç yerine fidye versin. Fidye ise bir yoksulu doyurmaktır.”[25]

Fidyenin gayesi nedir?

Vadedilen Mesih (as) şöyle buyurdu: Bir keresinde fidye neden vardır, diye aklıma bir düşünce geldi. Ve fidyenin, oruç tutmaya muvaffak kılınsın diye verildiğini anladım. Güç veren ve muvaffak kılan sadece Allah’tır. Her şey Allah’tan istenmelidir. Allah mutlak manada kadirdir. Dilerse müzmin bir hastaya bile oruç tutma gücünü verir. İşte fidyenin gayesi de oruç tutma gücünü elde etmektir ve bu ancak Allah’ın lütfu ile mümkün olur. Bundan dolayı fidye veren kişi, “Ey Rabbim! Bu mübarek bir aydır ve ben bereketinden mahrum kaldım. Seneye hayatta kalıp kalmayacağımı bilmediğim gibi tutamadığım oruçların kazasını yapıp yapamayacağımı da bilmiyorum. Bundan dolayı bana güç ver,” diye çok dua etmeli. Böyle yapan birine Allah’ın güç bağışlayacağından eminim.[26]

Fidye vermekle oruç muaf olmaz

Hz. Muslih Mevud (ra) şöyle yazar: Fidye vermekle oruç kendiliğinden muaf olmaz. Tersine fidye vermekteki gaye şudur: Herhangi bir caiz şer’î mazeretten dolayı birisi Ramazanın mübarek günlerinde diğer Müslümanlarla beraber ibadet yapamıyorsa, fidye öder. Bu şer’î mazeret, geçici ve daimi olmak üzere iki çeşittir. Gücü varsa bu her iki durumda da fidye ödenmeli. Kısacası birisi fidye verse dahi bir sene, iki sene veya üç sene sonra, sağlığı izin verdiğinde, tutamadığı oruçları kaza edecektir. Bunda bir istisna vardır: Bir kimsenin geçici olan hastalığı, o sağlığına kavuştuktan sonra bugün, yarın oruç tutarım diye niyetlenirken sağlığı daimi olarak bozulursa bu bir istisnadır. Herkim yemek yedirme gücüne sahip ise o hasta veya yolcu olduğu takdirde, ramazan ayında fidye olarak bir yoksulu doyurmalı ve daha sonra orucunu tutmalı. Vadedilen Mesih’in (as) tutumu buydu, o hem fidye verirdi hem de ramazandan sonra tutamadığı oruçların kazasını tutardı. Ayrıca o, diğer insanlara da aynısını telkin ederdi.[27]

Fidye kime verilmeli

“Birisi oruç tutamadığı için bir yoksulu doyurmak zorundadır. Yemek parasını Kadiyan’daki yetimler fonuna aktarmak caiz midir,” diye bir soru soruldu. Vadedilen Mesih (as) şöyle cevap verdi: “İster kaldığı şehirde yoksulu doyursun, ister parayı yetimler fonuna göndersin, her ikisi de caizdir.”[28]

İşçiler de hasta hükmündedir

Vadedilen Mesih’e (as) şöyle soruldu: Ramazan bazen öyle bir dönemde (sıcak mevsimde) gelir ki çiftçiler, tohum ekmek veya hasat biçmek vesair gibi işlerde çok ağır çalışmak zorunda kalırlar. Aynen bunun gibi gündelik çalışan işçiler de oruç tutamazlar. Onlar için hüküm nedir? Vadedilen Mesih (as) şöyle buyurdu: “Ameller niyete göre değerlendirilecektir. Bu insanlar kendi durumunu gizli tutarlar. Herkes takva ile kendi durumunu incelesin. Eğer birisi  kendi yerine başkasını çalıştırabiliyorsa öyle yapsın, yoksa o hasta hükmündedir. Orucunu daha sonra müsait olduğunda kaza etsin.”

 “Ve alellezine yutîkunehû (Bakara 185) hakkında şöyle buyurdu: Bunun manası gücü yetmeyen, demektir.[29]

Hangi yaştan itibaren oruç tutulmalıdır

Vadedilen Mesih’in (as) ikinci Halifesi şöyle buyurmaktadır: 12 yaşından küçük olan çocuğa oruç tutturmak bence bir suçtur. 12 ile 15 yaş arasındaki çocuğa oruç tutturmak isteyen ise hatalıdır. Çocuklar 15 yaşından itibaren oruca alıştırılmalı. 18 yaşına gelince orucun farz olduğu kabul edilmeli.

Çok iyi hatırlıyorum, biz küçükken oruç tutmaya çok hevesliydik. Ancak Vadedilen Mesih (as) buna izin vermezdi. Bizi oruca teşvik edeceği yerde uyarırdı.[30]

Hz. Muslih Mevud (ra) şöyle yazar: Şeriat küçük yaştaki çocukları oruç tutmaktan men etmiştir. Ancak onlar ergenlik çağına yaklaştıkça oruca alışsınlar diye birkaç gün oruç tutmalı. Vadedilen Mesih (as) ilk kez oruç tutma iznini bana verdiğinde ben 12 veya 13 yaşındaydım. Bazı akılsız kimseler çocuk 6-7 yaşındayken ona oruç tuttururlar ve böylelikle sevap kazanacaklarını zannederler. Bu sevap değil tersine zulümdür. Çünkü bu yaşlar onların gelişme dönemidir. Şüphesiz, ergenliğe yaklaşma yaşı geldiğinde oruç farz olmak üzere olduğundan dolayı onlar oruca mutlaka alıştırılmalı. Vadedilen Mesih’in izni ve tutumuna bakıldığında, 12-13 yaşındayken çocuk oruca alıştırılmalı ve 18 yaşına varıncaya kadar her sene birkaç gün oruç tutmalı. Vadedilen Mesih (as) birinci sene benim sadece bir gün oruç tutmama izin vermişti. O yaşlarda çocuklar oruç tutmaya çok hevesli olur ve daha fazla oruç tutmak ister. Ancak anne-babanın vazifesi onları bundan men etmektir. Daha sonra ileriki yaşlarda çocuk oruca teşvik edilmeli ve oruç tutmak konusunda cesaretlendirilmeli. Anne-baba onların fazla oruç tutmamasına dikkat etmeli. Çocuk, bütün ramazan neden oruç tutmadı diye başkaları itiraz etmemeli. Çocuk küçük yaşta ramazan boyunca oruç tutarsa ileriki yaşlarında oruç tutamayacaktır. Çocukların bazısı doğuştan zayıf olarak dünyaya gelirler. Bazı kimseler benimle görüşmeye çocuklarıyla birlikte gelirler. Çocuğun 15 yaşında olduğunu söylerler, halbuki o çocuk 7-8 yaşında gibi görünür. Bence bu gibi çocuklar belki de 21 yaşına gelince buluğa ereceklerdir. Bunun tersine sağlıklı bir çocuk bazen 15 yaşındayken 18 yaşındaymış gibi görünür. Böyle bir çocuk, benim ifadelerimi suiistimal edip oruç tutma yaşı 18’dir derse, o beni veya Allah’ı değil, kendi kendini kandırmış olacaktır. Aynen bunun gibi küçük bir çocuk her gün oruç tutmuyorsa ve birileri onu ayıplıyorsa o ayıplayan kimse de kendi canına zulmetmiş olur.[31]

Küçük yaşta oruç tutmak yasaktır

Vadedilen Mesih’in (as) kızı Hz. Nüvvab Mübareke Begüm şöyle der: Vadedilen Mesih (as), çocuk buluğa ermeden ve yaşı küçük iken oruç tutturulmasından hoşlanmaz, bir iki gün oruç tutmasını yeterli görürdü. Annem Hz. Ammacan, ilk orucumu tuttuğumda büyük bir iftar daveti vermişti ve cemaatin bütün hanımlarını iftara çağırmıştı. Bu ramazandan sonraki ramazanda veya ondan sonraki ramazanda bir kere daha oruç tutup, oruçlu olduğumu Vadedilen Mesih’e haber verdim. Onun yanında sehpa üzerinde pan[32] duruyordu. Büyük ihtimalle annem onları oraya koymuştu. Vadedilen Mesih (as) onlardan birisini alıp çiğnemem için bana verdi ve şöyle dedi: Sen çok zayıfsın, oruç tutma ve orucunu boz. Ben orucumu bozdum ancak bozarken Vadedilen Mesih’e (as) dedim ki Saliha da oruçludur, o da orucunu bozmalı. Bunun üzerine Vadedilen Mesih (as), hemen onu da çağır, dedi. Ben onu çağırdım. O geldiğinde Vadedilen Mesih (as) ikinci panı ona verip çiğnemesini istedi ve sana oruç yok, dedi. Ben o zaman aşağı yukarı 10 yaşındaydım.[33]

Şevval’de 6 gün oruç tutmak

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) annesinin kendisine şöyle anlattığını yazar:  Vadedilen Mesih (as) gençlik günlerinden bahsederken şöyle derdi: o günlerde bana, bu yolda ilerlemek için orucun gerekli olduğu anlatıldı. Bunun üzerine ben aralıksız altı ay oruç tuttum. Ailem dahil hiç kimse oruç tuttuğumu bilmiyordu. Sabah yemeği geldiğinde ben onu bir yoksula verir, akşam yemeğini kendim yerdim. Ben anneme “Vadedilen Mesih (as) yaşlılığında da nafile oruç tutar mıydı,” diye sorduğumda annem şöyle cevap verdi: “Evet! Yaşlılığında da oruç tutardı ve şevval ayının altı günlük orucuna çok önem verirdi. O özel bir iş için duaya yöneldiğinde de oruç tutardı. Ancak hayatının son iki üç senesinde bünyesi zayıfladığından dolayı, ramazan orucunu tutamadı.” Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle yazar: Vadedilen Mesih (as) “Kitab-ül Beriyye” isimli eserinde 8 veya 9 ay aralıksız nafile oruç tuttuğunu yazmıştır.[34]

Vadedilen Mesih’in (as) İkinci Halifesi şöyle yazar: Peygamber Efendimiz (sas) sünneti gereği, bayram günü geçtikten sonra şevval ayında 6 gün oruç tutardı. Bu sünneti ihya etmek, cemaatimiz üzerine farzdır.

Bir keresinde Vadedilen Mesih (as) bunu teşvik etti ve Kadiyan’ın her tarafında bayramdan sonra 6 gün ramazan gibi bir hava esmişti. Hayatının son günlerinde, yaşlandığı ve hastalığı devam ettiği için Vadedilen Mesih (as) iki-üç sene oruç tutamadı. Bilmeyenler kulaklarını açsın ve gaflet içinde olanlar uyansın. Aralarında hasta ve zayıf olanlar hariç herkes altı gün şevval orucunu tutsun. Eğer üst üste tutamazlarsa aralıklı olarak tutabilirler.[35]

Oruçlu iken aynaya bakmak

Oruçlunun aynaya bakması caiz midir, diye sorulduğunda Vadedilen Mesih (as) “caizdir,” diye cevap verdi.[36]

Oruçlu iken saç veya sakala yağ sürmek

Oruçlu iken saç veya sakala yağ sürmenin caiz olup olmadığı Vadedilen Mesih’e (as) sorulduğunda, “caizdir” diye cevap verdi. [37]

Oruçlu iken gözü rahatsız olanın gözüne ilaç damlatması caiz midir

Oruçlu iken gözü rahatsız olanın gözüne ilaç damlatması caiz midir, diye sorulduğunda Vadedilen Mesih (as) şöyle dedi: “Bu soru kendi zatında yanlıştır. Hasta zaten oruçtan muaftır.”[38]

Oruçlunun koku sürmesi

Oruçlunun koku sürmesi caiz midir, diye sorulduğunda Vadedilen Mesih (as) “caizdir” diye cevap verdi.[39]

Oruçlunun göze sürme çekmesi

Oruçlunun göze sürme çekmesinin caiz olup olmadığı sorulduğunda Vadedilen Mesihas   şöyle dedi: “Mekruhtur. Gündüz vakti sürme çekmesine ne gerek var, bu gece de yapılabilir.”[40]

Teravih namazı

Gölek şehrinden Akmel bey, Vadedilen Mesihas  şöyle yazdı: Ramazan ayında insanın gece kalkması ve ibadet etmesi için telkinde bulunulmuştur. Ancak genelde emekçiler, işçiler ve çiftçiler bunu yapmakta tembel davranırlar. Bundan dolayı eğer gecenin son kısmında değil de, ilk vaktinde onlara on bir rekat teravih kıldırılırsa caiz midir? Vadedilen Mesihas   “caizdir” diye cevap verdi.[41]

Teravih kaç rekattır?

Birisi, “eğer teravih, teheccüd namazı ise, o zaman yirmi rekat kılmanın hükmü nedir? Çünkü teheccüd namazı vitr ile birlikte toplam 11 rekattır,” diye sorduğunda Vadedilen Mesihas şöyle  cevap verdi: “Peygamber Efendimizin devamlı sünneti 8 rekattır. O, bunu teheccüd vaktinde kılardı. En faziletlisi de budur. Ancak gecenin ilk vaktinde kılınması da caizdir. Bir rivayete göre Peygamber Efendimizsav gecenin ilk vaktinde de bunu kıldırmıştır. Yirmi rekat kılınmaya daha sonra başlanmıştır. Ancak Peygamber Efendimizin sünneti yukarda beyan edildiği gibidir.”[42]

Teravih aslında teheccüd namazıdır

Adamın birinin Vadedilen Mesih’eas  yazdığı mektubun özeti şudur: Yolculukta namaz nasıl kılınmalı? Ayrıca teravih namazının hükmü nedir? Kendisi buna şöyle cevap verdi: “Yolculukta namaz kasr edilir (kısaltılarak kılınır). Teravih namazı da sünnettir, bunu da yerine getirmek gerekir. Bazen bunu tek başınıza iken evde kılın. Teravih aslında yeni bir namaz olmayıp teheccüdün ta kendisidir. Vitr namazı kıldığın gibi kılabilirsin.”[43]

Teravih kılınırken, cemaatten birinin Kuran’a bakarak imama hatırlatması

Ramazan ayında hatim ile teravih kıldıran imamın arkasındaki cemaatten hafız olmayan birisi, imamın hatasını Kuran’a bakarak düzeltebilir mi? İkinci Halife hazretlerine bu soru sorulunca kendisi, “Ben bu konuda Vadedilen Mesih’inas fetvasını görmedim,” diye cevap verdi. Bunun üzerine Mevlevi Muhammed İsmail Bey, Vadedilen Mesih’inas bunun caiz olduğunu söylediğini anlatınca ikinci Halife hazretleri şöyle dedi: Eğer bu caiz ise bundan çok istifade edilebilir. Hatta bir kişi yerine dört kişi bu iş için görevlendirilebilir. Böylelikle düzeltmek için bir tek kişi teravih boyunca oturup imamı dinleyeceği yerde, dört kişi ikişer rekat dinleyebilir, bu sayede her biri imamın arkasında altışar rekat kılmış olur.

Fıkıhta buna cevaz verilip verilmediği sorulduğunda ikinci Halife hazretleri şöyle dedi: Asıl hedef insanları Kuran dinlemeye alıştırmaktır. Vadedilen Mesih’inas  bu fetvası ihtiyaç ve mecburiyetten dolayıdır. Tıpkı birisinin, ayakta namaz kılamıyorsa oturarak, oturarak kılamıyorsa yatarak kılmasının caiz olduğu gibi. Veya bir insanın elbiseleri temiz değilse ve yıkama imkanı da yoksa aynı elbise ile namaz kılmasının caiz olduğu gibi. Bu bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.[44]

Yanlışlıkla yiyip içmekle oruç bozulmaz

Vadedilen Mesih’eas  gelen bir mektupta şöyle yazıyordu: Ben ramazan ayında sahur vaktinde içerde oturup habersizce yiyip içmeye devam ettim. Dışarı çıktığımda sahur vaktinin geçmiş olduğunu öğrendim. Acaba o günün orucunu kaza etmek gerekir mi? Vadedilen Mesihas  şöyle buyurdu: “Bilmeden hata ile yiyip içme neticesinde orucu kaza etmek gerekmez.”[45]

Peygamber Efendimizinsas vefat gününde oruç tutmak

Peygamber Efendimizin vefat gününde oruç tutmanın gerekli olup olmadığı sorulduğunda Vadedilen Mesihas  şöyle dedi: “Gerekli değildir.”[46]

Muharrem ayında oruç

Muharrem ayının ilk on gününde oruç tutmanın gerekli olup olmadığı sorulduğunda Vadedilen Mesihas  şöyle buyurdu: “Gerekli değildir.”[47]

İtikaf

Hz. Mirza Beşir Ahmedra şöyle yazar: Ben hiçbir zaman Vadedilen Mesih’ias itikafa çekilirken görmedim. Miya Abdullah Senurira bey de bana aynı şeyi anlattı.[48]

İtikaf esnasında konuşmak

İtikafa çekilmiş olan kimse, dünyevi işi ile ilgili şeyleri konuşabilir mi? diye Vadedilen Mesih’eas  sorulduğunda o şöyle dedi: “Çok mecbur kalınca konuşabilir. Ayrıca insan hasta ziyaretine gidebilir ve tuvalet ihtiyacını gidermek için dışarı çıkabilir.”[49]

İtikaf ile ilgili bazı önemli hususlar

Amritsar şehrinden Doktor İbadullah Bey ve Hoca Kemalüddin Bey itikafa çekilmişlerdi. Onlara hitaben Vadedilen Mesihas  şöyle dedi: “İtikaf esnasında devamlı içerde oturmak ve dışarı hiç çıkmamak şart değildir. Çatıda güneş vardır, gidip oraya da oturabilirsiniz, çünkü burası soğuktur. İnsan zaruri olan şeyleri de konuşabilir. Zaruri olan şeylere de insan dikkat etmeli, aslında müminin her işi ibadettir.”[50]

İtikafı bırakıp mahkemeye davayı takip etmeye gitmek

Hz. Mirza Beşir Ahmedra şöyle yazar: Hz.Mevlevi Şeer Ali’ninra anlattığına göre Vadedilen Mesihas  hayatta iken Hekim Fazıl Din Behravî bir keresinde itikafa çekildi. Ancak itikaf esnasında bir davayı takip etmek için gitmek zorunda kaldı. Nitekim o itikafı bırakıp ikindi vakti gitmek üzereyken Vadedilen Mesihas  şöyle dedi: “Eğer mahkemeye gidecek idiysen itikafa çekilmene ne gerek vardı?”[51]


[1] Keşti-yi Nuh, Ruhani Hazain, cilt 19, sayfa 15

[2] Sürme-yi Çeşme Ariya, Ruhani Hazain, cilt 2, sayfa 192-193

[3] Bedir gazetesi, 31 ekim 1907, sayfa 7

[4] Siret-ül Mehdi, Cilt 2, sayfa 265

[5] Siret-ül Mehdi, cilt 2, sayfa 127

[6] Siret-ül Mehdi, cilt 1, sayfa 295-296

[7] Siret-ül Mehdi, cilt 1, sayfa 520

[8] El-Hakem Gazetesi, 31 ocak 1899, sayfa 7

[9] Bakara 185

[10] El-Hakem, 31 Ocak 1907, sayfa 14

[11] Bedir Gazetesi, 17 Ekim 1907, sayfa 7

[12] Siret-ül Mehdi, cilt 2, sayfa 125

[13] Siret-ül Mehdi, cilt 1, sayfa 97

[14] Rivayet hz.Münşi Zafer Ahmed Kupurtalevi, Ashab-ı Ahmed, cilt 4, sayfa 224, yeni baskı.

[15] Siret-ül Mehdi, cilt 2, sayfa 303

[16] Siret-ül Mehdi, cilt 2, sayfa 147

[17] Alfazl Gazetesi, 4 ocak 1934, sayfa 3-4

[18] Bakara 188

[19] Siret-ül Mehdi, cilt 2, sayfa 202-203

[20] Fetava, Hz. Seyyid  Muhammed Server Şah Bey, defter no 5, Dar-ül İfta, Rabvah

[21] Siret-ül Mehdi, cilt 1, sayfa 637

[22] Ashab-ı Ahmed, cilt 10, sayfa 397-398, yeni baskı, hz. Münşi Habibürrahman’ın rivayeti

[23] Alfazl Gazetesi, 12 haziran 1922, sayfa 7

[24] Siret-ül Mehdi, Cilt 1, sayfa 59

[25] Bedir Gazetesi, 17 Ekim 1907, sayfa 7

[26] Elbedir Gazetesi, 12 Aralık 1902, sayfa 52

[27] Tefsir-i Kebir, cilt 2, sayfa 389

[28] Elbedir Gazetesi, 7 Şubat 1907, sayfa 4

[29] Elbedir Gazetesi, 26 Eylül 1907, sayfa 7

[30] Alfazl Gazetesi, 11 Nisan 1925, sayfa 7

[31] Tefsir-i Kebir, cilt 2, sayfa 385

[32] Hindistan’da yerlilerin ağızlarında çiğnediği fındığa benzer bir yemiş

[33] Tahrirat-ı Mübareke, Sayfa 227-228

[34] Siret-ül Mehdi, Cilt 1, sayfa 14

[35] Alfazl Gazetesi, 8 Haziran 1922, Sayfa 7

[36] Bedir Gazetesi, 7 Şubat 1907, sayfa 4

[37] Bedir Gazetesi, 7 Şubat 1907, sayfa 4

[38] Bedir Gazetesi, 7 Şubat 1907, sayfa 4

[39] Bedir Gazetesi, 7 Şubat 1907, sayfa 4

[40] Bedir Gazetesi, 7 Şubat 1907, sayfa 4

[41] Bedir Gazetesi, 18 Ekim 1906, sayfa 4

[42] Bedir Gazetesi, 6 Şubat 1908, sayfa 7

[43] Bedir Gazetesi, 26 Aralık 1907, sayfa 6

[44] Alfazl Gazetesi,  21 Şubat 1930, sayfa 12

[45] Alhakem Gazetesi, 24 Şubat 1907, sayfa 14

[46] Bedir Gazetesi, 14 Mart 1907, sayfa 5

[47] Bedir Gazetesi, 14 Mart 1907, sayfa 5

[48] Siret-ül Mehdi, cilt 1, sayfa 62

[49] Bedir Gazetesi, 21 Şubat 1907, sayfa 5

[50] Bedir Gazetesi, 2 Ocak 1903, sayfa 74

[51] Siret-ül Mehdi, cilt 1, sayfa 97

Start typing and press Enter to search