Kaside
ہَدَاک اللّٰہ ہَل قَتْلی یُباحُ
وہَل مِثْلی یُدمَّرُ أو یُجاحُ
Allahcc sana hidayet nasip eylesin! Acaba katlim mubah mıdır? Acaba benim gibi birinin, (Allahcc tarafından) helâk edilmesi mümkün müdür?
وہل فی مذہب الإسلام أنی
أری خزیًا ولم یَثبُتْ جُناحُ
Acaba suçum ispatlanmamasına rağmen, İslam dinine göre zillet (ceza) görecek miyim?
وصدقی بَیّنٌ للناظرینا
کتابُ اللّٰہ یشہدُ والصِّحاحُ
Görebilen kimse için doğruluğum açığa çıkmıştır. Çünkü Kuran ve Kuran’dan sonra en sahih kabul edilen altı hadis kitabı buna şahittir.
وما کان الأذی خُلقَ الکرامِ
ولکن ہکذا ہبّتْ ریاحُ
Eziyet çektirmek Kerim ve şereflilerin âdeti değildir. Ama böyle rüzgârlar esmiştir.
وإنّ الحُرَّ یفہم قولَ حُرٍّ
وتشفی صدرَہ الکَلِمُ الفِصَاحُ
Şüphesiz soylu, soylunun sözünü anlar ve fasih sözler kalbine şifa verir.
ولا أخشی العدا فی سُبل ربی
وأرض اللّٰہ واسعۃ بَدَاحُ
Rabbimin yolunda düşmanlarımdan korkmam ve Allah’ıncc saltanatı oldukça geniştir.
لنا عند المصائب یا حبیبی
رضاءٌ ثم ذوقٌ وارتیاحُ
Ey dostum, musibet günlerinde bize önce rıza ve zevk (tadı,) sonra sürûr ve neşe nasip olur.
فلا تقفُ الہوی وانظُرْ مآلی
وربّی إنّہ نُصحٌ قَراحُ
Nefsanî isteklerine uymayıp benim sonumu bekle. Allah’acc yemin ederim ki gerçek nasihat işte budur.
ومِن عجب أُشرّفکم وأدعو
ومنک المَشْرفیّۃُ والرِّماحُ
Ben sizi sayıp, davet ederken, tarafınızdan kılıç ve mızrak gösterilmektedir. Bu şaşılacak bir tutumdur.
وبَلْدتُکم حدیقۃُ کلّ خیرٍ
فمنکم سیّدی یُرجی الصلاحُ
Şehriniz (Bağdat) her hayrın bahçesidir. Efendim sizden iyi bir davranış beklenir.
کمثلک سیّدٌ یؤذینِ عجبٌ!
وفی بغدادَ خیراتٌ کِفاحُ
Senin gibi bir efendinin bana eziyet vermesi hayret vericidir. Hâlbuki Bağdat iyilik dolu bir yerdir.
أری یا حِبِّ تذکُرنی بسبٍّ
فما ہذا؟ وسِیرتکم سماحُ
Dostum gördüğüm kadar sen küfür söyleyerek beni anmaktasın. Neden? Hâlbuki senin ahlakın, göz ardı etmeyi gerektirir.
أخذْنا کلَّ ما أعطیتَ تحفًا
وصافینا و زاد الاِنشراحُ
Verdiğin her şeyi hediye olarak kabul ettik. Biz dostluk elini uzatmak istedik ve içimiz iyice ferahladı.
فخُذْ منی جوابی کالہدایا
ولکن کان منک الا فتتاحُ
Şimdi sen de cevabımı hediye olarak kabul et ve (unutma ki) başlayan sendin.
إذا اعتلقَتْ أظافیری بخصمٍ
فمرجِعہُ نَکالٌ أو طُلاحُ
Tırnaklarımı düşmanın vücuduna sapladığımda, sonu ibret verici ve fâsit bir hale düşüren azap olur.
وإنْ وافیتنی حبًّا وسلمًا
فلِلزُّوّارِ بُشری والنجاحُ
Bana sevgi ve barış duygularıyla gelmen, ziyaretçiler için müjde ve başarı olacaktır.
وإن لم تقرَبَنْ أنہارَ ماءٍ
فلا تعطیک مِن ماءٍ ریاحُ
Eğer su dalgalarına yaklaşmıyorsan, o zaman rüzgâr esintileri sana bir damla su dahi vermezler.
ورشحُ الصلد سہلٌ عند جہدٍ
ویوبقکم قُعودٌ وانسطاحُ
Çalışıp çabaladığında dağlardan bile suyun sızması mümkündür. Ama yere yapışıp oturmak, ancak insanı helâk eder.
وما نألوک نصحًا یا حَبِیبِی
وجاہَدْنا لیرتبط النَصاحُ
Dostum, iyiliğini isteyip samimi ilişkilerimizin gelişmesi için gayret gösterdim.
ونُصحی خالص لا نوعَ ہزلٍ
وجِدٌّ لا یخالِطُہ المُزاحُ
Samimiyetim lafta değil, içtendir. Bu konuda şaka etmeyecek kadar ciddiyim.
فیا حِبّی تَفکَّرْ فی کلامی
فإن الفکر للتقوی وِشاحُ
Ey dostum söylediklerimi ciddiye al ve iyice düşün taşın. Çünkü tefekkür, takva ziynetlerindendir.
ولی وجدٌ لقومی فوق وجدٍ
وما وجدُ الثواکل والنِّیاحُ
İslâm milleti için içimde taşıdığım üzüntü, her üzüntüden büyüktür. Yavrularının ölümünü gören annelerin üzüntüsünü dahi üzüntümle kıyaslama!
إلیکم یا أولی مجدٍ إلیکمْ
وإن لم تنتہوا فالوقت لاحُ
Ey soylu ve necip kimse dur! Ve kendine çeki düzen ver! Çünkü sözüme kulak vermediğin takdirde, zaman seni helak edecektir.
ولی قدرٌ عظیم عند ربّی
وسُؤلی لا یُرَدُّ ولا یُزاحُ
Allahcc katında büyük bir makamım vardır. Duam ne reddedilir ne de oyalanır.
ومثلی حین یبکی فی دعاءٍ
فیسعی نحوہ فضلٌ مُتاحُ
Benim gibi birisi dua edip ağladığında, mukadder olan Allah’ıncc lütfu, ona koşarak gelir.
وکادت تلمَعَنْ أنوارُ شمسی
فیَتْبَعہا الوری إلا الوَقاحُ
Pek yakında güneşimin nuru parlayacaktır. O zaman utanmaz kimseler hariç, herkes bu nurun peşinden gelecektir.
و یأتی یومُ ربّی مِثلَ بَرْقٍ
فلا تبقی الکِلا بُ ولا النُباحُ
Rabbimin günü yıldırım gibi geldiğinde, ne köpeklerden ne de havlamalarından hiçbir iz kalmayacak.
ولی مِن لُطف ربی کل یومٍ
مراتبُ للعدا فیہا افتضاحُ
Rabbimin lütfuyla, indinde öylesine mertebelerim var ki, düşmanım ondan dolayı zillete düşmektedir.
ونورٌ کامل کالبدر تامٌ
ووجہٌ یستنیر ولا یُلاحُ
Bana dolunay gibi kâmil bir nur ve değişmez parlak bir yüz bahşedilmiştir.
ونحن الیوم نُسقَی مِن غَبوقٍ
وبعد اللیل عیدٌ واصطباحُ
Bize şu anda, akşam içilen (marifet) şarabı içirilmektedir. Gece geçtikten sonra ise, bayram kutlanacak ve sabah içilen şarap içilecektir.
وأعطانی المہیمن کل نورٍ
ولی مِن فضلہ رَوحٌ وراحُ
Allahcc bana her nuru bağışladı ve lütfu beni rahat ve asude kıldı.
أتقتلنی بغیر ثبوت جرمٍ
فقُلْ ما یصدُرَنْ منی جُناحُ؟
Acaba suçum kanıtlanmamış olmasına rağmen, yine de beni öldürecek misin? (Öyleyse) işlediğim günahtan beni de haberdar edin.
قتلنا الکافرین بسیف حُججٍ
فلا یُرجی لقاتِلنا فلاحُ
Kâfirleri delil kılıcıyla öldürdük. Bu yüzden bizi öldürmek isteyen, hiçbir şekilde başarıya ulaşamaz.
ولیس لنا سوی الباری ملاذٌ
ولا تُرْسٌ یصون ولا السِّلاحُ
Allah’tancc başka bizi koruyan, ne bir silah, ne de bir kalkan var. Bizim sığınağımız, ancak O’dur.
أ تعلم کیف یَسفَعُ بالنواصی
ملیکٌ لا یناوحہ الطِّماحُ
Acaba (bir gün) Padişah’ın alınlardan nasıl yakalayacağını bilir misin? O, öyle bir Hükümdardır ki, kibir O’nun karşısında durma cesaretini gösteremez.
یَہُدُّ الربّ ذروۃَ کلّ طَودٍ
وتتبَعہ الأسنّۃ والصِّفاحُ
O gün Allahcc, her ulu dağın zirvesini yıkıp, yerle bir edecektir. Mızrak ve kılıç da onu izleyecektir.
أ تقتلنی بسیف یا خصیمی؟
وقتلی عندکم أمرٌ مُباحُ
Ey düşmanım, beni kılıçla öldürmek mi istiyorsun? Sence öldürülmem mubah mıdır?
وقد مِتْنا بسیف من حبیبٍ
علی ذرّاتنا تسفی الرِّیاحُ
Hâlbuki biz çoktan Sevgilinin kılıcıyla ölmüşüzdür ve zerrelerimizin üzerinde rüzgârlar esmektedir.
وأَیْن سیوفکم یا شیخَ قومٍ
وحلَّ بقاعکم حزبٌ شِحاحُ
Ey milletin şeyhi! Bak avluna hırslı bir grup girmiştir. Nerede kılıçlarınız?
وصال الحزب واختلسوا کذئبٍ
ولم یکُ أمرہم إلا اکتساحُ
O grup, kurtlar gibi saldırdı ve yağmalamak dışında da bir işe yaramadı.
وقد صُبّتْ علیکم کلُّ رُزْءٍ
فما فی بیتکم إلا الرَّداحُ
Her türlü bela size musallat edildi ve evinizde karanlık dışında hiçbir şey kalmadı.
وکم مِن مسلمٍ ذَابُوا بجوعٍ
وعاشوا جائعین وما استراحوا
Açlık nice Müslüman’ı eritmiştir. Onlar açlık içinde yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler ve rahat bulamadılar.
وبحر العلم یعرِف موج بحری
ولکن عندکم ماءٌ وَجاحُ
Ancak bilgi denizi, denizimin dalgasını tanır. Ama sende ise, sığ bir sudan başkası yoktur.
نظمت قصیدتی من ارتجالٍ
وأین الفضل لولا الاِقتراحُ
Bu kasideyi irticalen söyledim. Çünkü önceden hazırlayıp söylemek bir fazilet değildir.
فخُذْ منی بعفوٍ کالکرامِ
ودونک ما ہو الحقّ الصُّراحُ
Bu yüzden, bu apaçık doğruyu, benden af dileyerek bir centilmen gibi kabul et.
و إن بارزتنی من بعد نُصحی
فتعلم أننی بطلٌ شَناح
Eğer bu nasihatimden sonra da karşıma çıkıp benimle savaşırsan o zaman benim ne kadar mert bir insan olduğumu anlarsın.
[1] Tuhfe-yi Bağdat; Ruhani Hazain, s.27-39, c.7


