Fatiha Suresi Tefsiri 2. Bölüm

YAZAR : II. Halifetü’l Mesih, Hazret Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed

Fatihâ Suresinin Nüzulü

İbni Abbasra, Katada ve Ebul Aliya’ya göre bu sure Mekkîdir, yani Mekke’de nazil olmuştur. Ebu Hüreyrera Mücahid, Ata ve Zühri’ye göre ise, bu sure Medine’de indiği için Medenîdir. Oysa Kuran-ı Kerim’den bu surenin Mekkî olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Mekkî olduğunda ittifak edilen Hicr suresinin aşağıdaki ayetinde, Fatihâ suresinden bahsedilmektedir:

وَلَقَدۡ اٰتَیۡنٰکَ سَبۡعًا مِّنَ الۡمَثَانِیۡ وَالۡقُرۡاٰنَ الۡعَظِیۡمَ ﴿۸۸﴾

English – Maulawi Sher Ali

Şüphesiz Biz sana, sıkça tekrarla­nan yedi (ayet) ve yüce şanlı Kuran’ı verdik.[1]

Bazı âlimlerin görüşüne göre, bu sure bir defa Mekke’de ve ikinci defa da Medine’de inmiştir. Bundan dolayı bu sure hem Mekkîdir, hem de Medenîdir. (Kurtubî) Bence de doğru olan görüş budur. Bu surenin Mekke’de inmiş olduğu kesin olmakla beraber, muteber ravilerin bildirdiklerine göre, Medine’de de inmiştir. Kısacası bu surenin iki kere inmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu sure Medine’de indiğinde, Peygamber Efendimizsav bundan bahsettiğinde, bazı kimseler onun Medine’de indiğini zannettiler. Hâlbuki Peygamber Efendimizsav, bu surenin Medine’de de indiğini beyan etmek gayesiyle bunu anlatmıştır. Bu surenin Mekkî olduğunun delillerinden bir tanesi, onun ilk günden beri namazlarda okunuyor olmasıdır. Cemaat ile namaz, Mekke’de iken daha İslam’ın ilk günlerinde başlamıştı.

Fatihâ suresi Kuran-ı Kerim’in bir parçasıdır

Bazı kimseler Fatihâ suresinin Kuran-ı Kerim’in bir parçası olmadığını zannederler. Görüşlerini desteklemek için Hz. Abdullah bin Mesud’unra mushafında bu sureyi yazmamış olmasını delil gösterirler. Ancak Abdullah bin Mesud’unra mushafında Fatihâ, Felâk ve Nâs surelerinin üçünü de yazmadığı unutulmamalıdır. Abdullah bin Mesud’unra görüşüne göre Fatiha suresi namazda her sureden önce okunduğundan dolayı, her sure için giriş hükmündedir ve diğer iki sure çeşitli zararlar ve şerlerden korunmak için birer duadır. Bundan dolayı onlar, Kuran-ı Kerim’in parçası olmalarına rağmen, Kuran metnine dâhil değillerdir. Herhalde o, bu iki surenin de her sure ile ilgili olduğunu zannetmekteydi. Onun Fatihâ suresiyle ilgili bu görüşü rivayetlerde de yer almaktadır. Kurtubî’de yer alan bir rivayete göre ona bunun sebebi sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

لَوْ کَتَبْتُھَا لَکَتَبْتُھَا مَعَ کُلِّ سُوْرَۃٍ

Yani: Eğer Fatihâ suresini Bakara’dan önce yazsaydım, her surenin başına da yazardım.  Bundan, onun Fatihâ’nın her sureyle ilgili olduğu düşüncesini taşıdığı ortaya çıkmaktadır. Galiba Abdullah bin Mesud’unra diğer iki sureyle ilgili görüşü de benzerdi. Aksi takdirde, Peygamber Efendimiz’insav Kuran’ın en yüce suresi olduğunu açıkladığı bir sureyi, Kuran’ın bir parçası olarak saymaması imkânsızdır.

Fatihâ suresinin namazda okunması

Fatihâ suresinin her namazın her rekâtında okunması gerekir. Bir kimse namaza katıldığında, imam rükuya gitmişse, sadece Allahu ekber deyip, hiçbir şey okumadan imamla birlikte rükuya iştirak edecek ve imamın kıraati geç katılan için yeterli olacaktır. Fatihâ suresinin namazda okunmasının gerekliliği çeşitli hadislerde zikredilmiştir.

مَنْ صَلّٰی صَلٰوۃً لَمْ یَقْرَأُ فِیْھَا بِاُمِّ الْقُرْآنِ فَھِیَ خِدَاجٌ (مسلم کتاب الصّلٰوۃ باب وجوب قراءۃ الفاتحۃ فی کل رکعۃ)

Yani: Fatihâ suresini okumadan namazı eda edenin, namazı noksandır. Buhari ve Müslim’de yer alan başka bir rivayet de şöyledir:

و عن عبادۃ بن الصامت أن رسول اللہ قال : لا صلاۃ لمن لم یقرأ بفاتحۃ الکتاب (البخاری کتاب الصلاۃ)

Yani Fatihâtü’l Kitabı okumayanın namazı geçersizdir. Buna benzer başka rivayetler de vardır. Ebu Davud’da Hz. Ebu Hüreyrera şöyle rivayet etmiştir: Peygamber Efendimizsav bana, Fatihâ ve onun haricinde Kuran’ın bir parçası okunmadan namaz olmaz diye, insanlar arasında duyuru yapmamı emretti. (Ebu Davud, Kitabü’s Salat) Ashab-ı Kiram’dan Hz. Ömerra, Abdullah bin Abbasra, Ebu Hüreyrera, Ubeyy bin Kabra, Ebu Eyyub Ensarîra, Abdullah bin Amr El’asra ve Abdullah bin Ömer’inra görüşleri bu şekildedir. (Kurtubi)

Ebu Said Hudri’ninra İbni Mace’de yer alan bir rivayetine göre Fatihâ ile birlikte başka bir sure okumayanın namazı geçerli değildir. Bu namaz ister farz olsun, ister olmasın. (İbni Mace, Kitabü’s Salat) Bu rivayetin zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Ama Ashabı Kiram’ın teamülleri de bu yönde olunca, bu hadisin doğruluğunda şüphe yoktur. Ebu Davud’unra bir rivayeti de bunu desteklemektedir. Nafi bin Mahmud bin Errebî El-Ensari’nin rivayetine göre, Ubadera bir yerde imam olarak namaz kıldırıyordu. Bir gün o geç gelince, Ebu Naim imam oldu. Namaz başlayınca Ubade de gelip namaza katıldı. Ben de onun yanındaydım. Ebu Naim Fatihâ’yı okumaya başlayınca, Ubade de sessizce onu okumaya başladı. Namaz sona erdiğinde ona, “İmam açıktan okurken, sen de Fatihâ’yı okuyordun. Bunun sebebi nedir?” diye sordum. Bunun üzerine o, “Peygamber Efendimizsav bir keresinde namazı kıldırdı ve selam verdikten sonra bize şöyle sordu: “Ben namazda sesli olarak tilavet ederken, siz de içinizden bunu okuyor musunuz?” Bazıları evet, bazıları ise hayır diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimizsav, “Ben sesli olarak okuduğumda Ümmü’l Kuran (Fatihâ suresi) haricinde başka bir şey okumayın” buyurdu. (Ebu Davud, Kitabü’s Salât) bu konuyla ilgili birçok hadis vardır. Darkutnî de Yezid bin Şerik’ten rivayet ederek, şu hadisin senedinin[2] sahih olduğunu bildirmiştir. Rivayet şöyledir: Ben Ömer’era imamın arkasında Fatihâ suresini okumamın gerekli olup olmadığını sordum. O da bana okumamı emretti. Bunun üzerine ben, sen namaz kıldırırken de mi, diye sordum, o da evet dedi. Bunun üzerine ben, sen sesli tilavet ederken de mi, okuyayım dedim. Bunun üzerine o, yine evet dedi. (Darkutnî, cilt 1, Kitabü’s Salat) Vadedilen Mesih’inas fetvasına göre de, sesli olarak tilavet ediliyor olsa bile, namazda imamın arkasında Fatiha suresi sessizce mutlaka okunmalıdır. Ama imam rükuya vardığında namaza yetişen birisi Allahu ekber deyip imama uyacak ve imamın kıraati onun için yeterli olacaktır. Bu durum bir istisna olup, istisnalar kaideyi bozmaz. Aynen bunun gibi başka bir istisnaya göre de Fatihâ suresini ezbere bilmeyen, mesela namazı ve Kuran’ı henüz öğrenmemiş yeni bir Müslüman veya bir çocuk, Kuran’dan ve Fatihâ suresinden hiçbir şey okumasa bile, namaza katıldığı için namazı geçerli olacaktır.

Fatihâ suresindeki konuların özeti

İsminden de anlaşıldığı gibi Fatihâ suresi içinde zikrolunan konular, Kuran-ı Kerim için önsöz hükmündedir. Kuran-ı Kerim’de zikredilen konular özetle bu surede yer almıştır. Böylelikle okuyucu, daha başlangıçta Kuran’da ayrıntılı olarak beyan edilen konulardan özet olarak bilgilendirilmiş olur. Bu sure “Bismillah” ile başlamıştır. Anlamı şöyledir: 1) Bir Müslüman Allah-u Teâlâ’ya inanır. 2) Onun inanışına göre felsefecilerin iddia ettikleri gibi, O dünyayı yaratıp bir kenara çekilmiş değildir, tersine dünyanın her işi O’nun emri ve işareti ile yürümektedir. Bundan dolayı O’nun desteği ve yardımı kulu için her şeydir. 3) Allahcc, Er-Rahman, Er-Rahim’den anlaşıldığına göre, hayali bir güç olmayıp, O’nun kendine özgü bir zatı vardır. Ve Kendine ait bir ismi de bulunur. Keza O çeşitli sıfatların sahibidir. 4) Er-Rahman, yani O her ilerleme ve gelişmenin kaynağıdır. Dünyanın ilerlemesi ve gelişmesi için gerekli olan her şey O’nun elindedir. 5) Er-Rahim: Yani O, insanoğlunu nihai dereceye kadar ilerleme kaydetsin diye yaratmıştır. Kul Allah’ıncc yarattığı vesileleri doğru olarak kullandığı takdirde, onun çabası en güzel şekilde sonuçlanır ve daha fazla ödüllere nail olmayı hak eder. Ve bu durum ardı ardına tekrarlanır. 6) Elhamdülillahi Rabbilalemin: O’nun her işi eksiksiz, her güzelliği kapsayan ve mükemmeldir. Her güzellik, O’nun zatında bulunmaktadır. O, her türlü övgünün sahibidir, çünkü O’nun haricindeki her şey, O’nun yarattıklarıdır. 7) Allah-u Teâlâ haricinde ne varsa, başlangıcı ve sonu aynı değildir. Tersine onlar en basit durumdan ilerleyerek kemale ulaşırlar. Netice olarak Rabbü’l Alemin’den anlaşılan, her şeyi yaratan Allah-u Teâlâ’dır ve hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmemiştir. 8) Rabbü’l Âleminde anlatılan başka bir şey bu dünyanın farklılık ve çeşitlilikten oluştuğudur. Yani dünyanın binlerce dalı vardır ve binlerce mizaçtan oluşmaktadır. Bundan dolayı bir şeyi anlamak için onun cinsinin haricindeki şeyler değil, kendi cinsi incelenmelidir. Allah’ıncc her cins ile muamelesi, onun durumuna göredir. Netice olarak bu dünyada Allah-u Teâlâ’nın muamelesi farklı farklı görünürse, muameledeki bu ihtilaf zulüm, haksızlık veya ilgisizlikten değil, durumun farklılığından kaynaklanmaktadır. 9) Er-Rahman: Allah-u Teâlâ bir şeyi kullananın yaratıcısı olduğu gibi, kullanılmak üzere olan her şeyin de yaratıcısıdır. Nitekim her şey her an O’nun yardımına muhtaçtır. 10) Er-Rahim: O, İstifade edilen eşyalar ve ortamların yaratıcısı olduğu gibi, bu eşyalar ve ortamlar kullanılınca ortaya çıkacak olan neticeler de O’nun tasarrufundadır. Mesela hem insanı, hem de onun hayatı için gerekli olan yiyecekleri yaratan, O’dur. İnsan bunları yedikten sonra netice olarak sağlıklı veya hastalıklı kanın oluşması da, O’nun emriyledir. 11) Maliki yevmiddin: Allahcc ceza ve mükâfatın bir sistemini kurmuştur. Yani her şey kendi durumuna özgün bir şekilde, yaptıklarının iyi ve kötü sonuçlarını bir gün topluca görmüş olur. Yani işlenen amellerin neticesi, ara sonuç ve nihai sonuç olmak üzere iki şekilde ortaya çıkar. Nitekim Er-Rahim’den anlaşıldığı gibi Allah-u Teâlâ’nın sisteminde her işin bir ara neticesi doğmaktadır. Ama O, sadece bununla yetinmeyip Malik-i Yevmiddin’den anlaşıldığı gibi bütün işlerin toplu bir sonucunu da ortaya çıkaracaktır. 12) İyyake nağbüdü ve iyyake nestain: işte ancak böyle bir Zat ibadete layıktır ve sevgiyle bağlanmak, ancak O’nun hakkıdır. 13) İnsanın ilerlemesi iki şeye dayanır. Bedenî ameller ve kalbî ameller. (Kalbi amellerden kastettiğim, fikir, düşünce, inanış, irade vs.dir.) Bunların her ikisinin de ıslahı gereklidir. Ama Allah-u Teâlâ’nın rehberliği olmadan, bu ıslah gerçekleşemez. 14) İhdines sıratal müstakim: O, kullarla görüşmek ister ve onların ıslahını bizzat Kendisi arzu eder. Ama önemli ve gerekli olan, kulun da bunun gerçekleşmesi için O’na yönelmesi ve O’nunla görüşmek için sadece O’na dua etmesidir. 15)  Sıratal müstakim: Görünürde Allah-u Teâlâ’ya ulaşmanın birçok yolu vardır. Ama sadece yolun bilinmesi yeterli değildir. Tersine bunun için gerekli olan (a) o yolun kısa olmasıdır ki, kul çabası esnasında helak olmasın. (b) Sıratallezine en’amte aleyhimden anlaşıldığı gibi, o yolun denenmiş olması ve önceden insanların o yolu takip etmesi neticesinde Allah’acc ulaşmış olmaları gereklidir. Böylelikle kul, ara tehlikeler ve çarelerinden haberdar olup, kalbi mutmain ve umut dolu olarak temiz kulların sohbetinde bulunacaktır. İşte Allah’tancc niyaz edilecek, ancak böyle bir yoldur. 16) Gayril mağdubi aleyhim: İlerleme ve gelişme nasip olunca kibir ve kendi kendini beğenme gibi hastalıklar insanı helak eder. Bundan dolayı bu hastalıklardan sakınmalı, ilerleme ve gelişme neticesinde zulüm ve fesat yaratılmamalı, tersine bunu barış emniyet ve hizmet için kullanmalı ve kul bu hedefe ulaşmak için Allah’acc yalvarmayı adet edinmelidir. 17) Veleddâllîn: İnsanoğlu ilerleme ve gelişme neticesinde zulüm ve fesadı yarattığı gibi, caiz olmayan sevgi ve merhamet duygusundan dolayı, bazen Allah’ıncc yarattığı alelade ve basit bir şeye abartılı bir şekilde derece ve makam verir. Bundan sakınmak için çaba sarf etmesi, ayrıca bu dalalete düşmemek için duayı adet edinmesi gerekir.

بِسۡمِ اللّٰہِ الرَّحۡمٰنِ الرَّحِیۡمِ ﴿۱﴾

Sözcüklerin anlamları

 باء : Bismillah’ın başında gelen ب( ba) harfi alfabedeki “be” değil, kendi manası olan bir harftir. Arapçada harfler alfabe için kullanıldığı gibi, manalar için de kullanılır. Bazı harfler alfabe haricinde belli bir manaya da sahiptirler. Bu harflerden bir tanesi olan “ba” alfabenin ikinci harfi olup, mana bakımından beraberlik ve yardım talep etmek için kullanılır ve ile olarak tercüme edilir. Bu ayetin manası “Allah’ıncc ismi ile”dir. Yani Allahcc ile ilişki kurarak ve O’ndan yardım talep ederek bu kelamı okumaya başlıyorum.

Be harf-i cer’dir[3] ve bir ismin başına gelip onun sonunu kesreli yapar. Arapça kurallarına göre bu tür harflerden önce genel olarak bir mahzuf[4] bulunur ve ibarenin mefhumuna göre bu mahzufun ne olduğu anlaşılır. Bazılarına göre buradaki mahzuf  اِقْرَاْ وَ اِشْرَعْ yani oku veya başladır. Onlara göre bunun sebebi Alâk suresinin şu ayetidir:

اِقۡرَاۡ بِاسۡمِ رَبِّکَ الَّذِیۡ خَلَقَ ۚ﴿﴾۲

Yani: Yaratan Rabbinin adıyla oku! Zemahşeri’ye göre buradaki mahzuf emir kipi değil muzari (şimdiki ve geniş zaman) kipi olan اِقْرَاْ وَ اِشْرَعْ ‘dur. Ona göre bu mahzufun

yeri ayetin başı değil, Bismillah’tan sonradır, yani Ben Allah’ıncc ismiyle okuyorum. Bunun sebebi olarak o, bu manada Allahcc ismi üzerinde vurgu var demektedir. Ancak, eğer mahzufun yeri ayetin başında kabul edilirse, okuyorum üzerinde vurgu yapılmış olacaktır. Zemahşeri’nin bu görüşü ince ve latif bir mana içermektedir. Ben çevirimde bu manayı tercih ettim. Zemahşeri Alâk suresinde “İkra”nın ayetin başına gelmesinin sebebini açıklarken şöyle der: O zaman Peygamber Efendimizsav okuma konusunda tereddüt ettiği için, vurgunun oku üzerinde olması gerekiyordu. Ama “Bismillah”da hedeflenen vurgu oku değil, “Allah’ıncc ismiyle oku”dur. Bundan dolayı mahzufun “Bismillah”tan sonra kabul edilmesi daha uygundur. Zemahşerinin bu tefsirinde gayet ince ve latif manalar bulunmaktadır. Onun bu tefsiri, benim açıkladığım, “Bismillah”ın Kuran-ı Kerim’de sıklıkla tekrarlanmasının delillerine de tam olarak uymaktadır.

اسم İsim: بسم “Bism” ba ve isimden meydana gelmiştir. İsmin başındaki hemze düşüp “bism” şeklini aldı. Arapçada bazı hemzeler yazılır ama okunmaz, onlara vasıl hemze denir. Ama “Bismillah”da hemze hiç yazılmaz. Sarf ve nahiv âlimlerine göre bunun sebebi, sıkça kullanılmasıdır. Nesai ve Ahfaş’ın görüşüne göre Allah’ıncc isimlerinden önce, ne zaman isim kelimesi yazılsa hemzesi yazılmaz. Ama Ferra’nın görüşüne göre, besmele yazılırken hemzenin yazılmaması nakle dayanmaktadır. Ancak Allah’ıncc diğer isimleri yazılırken hemzenin yazılmaması nakil ile sabit olmadığından diğer sıfatlar yazılırken hemze terk edilmez. (Bahri Muhit, sayfa 16) 

 اسم sıfat veya isim manasına gelir (Kamus). Bu kelime Elif-sin-mim’den oluşmayıp vav-sin-mim veya sin-mim-vav’dan meydana gelmektedir. Buradaki vav, Elif olarak değişmiştir. Bu kelimenin vav-sin-mim’den oluştuğunu söyleyenler, manasını “nişan” veya “alamet” olarak söylemektedirler. Çünkü vesm’in manası nişan ve alamettir. Ama bu kelimenin sin-mim-vav’dan oluştuğunu söyleyenler, manasını “yüce olmak” diye açıklamışlardır. (Akrab)

اللہ Allahcc: Ezeli ve ebedi, hayy ve kayyum, halik ve malik ve bütün mahlûkatın Rabbi olan Zat’ın özel ismidir. Bu bir sıfat değil özel isimdir. Arapça haricinde başka hiçbir dilde Allah’ıncc özel ismi bulunmamaktadır. Sadece Arapçada Allahcc özel bir isim olup, kullanılışı bir tek Zat’a mahsustur. Allah kelimesi camittir. Yani kendisi başka bir kelimeden türemediği gibi, ondan da başka bir kelime türemiş değildir. Allah’ıncc başka bir kelimeden türediğini söyleyenler bunda yanılmaktadırlar.

الرحمن Er-rahman  رحم (ra-ha-mim) den türemiştir ve bunun vezni “Fa’lân”dır. Bu vezindeki kelimeler, kapsamak ve galebeye delalet ederler (Bahri Muhit). Nitekim Rahman’ın manası her şeyi kapsayan, geniş rahmet sahibidir. Böyle bir rahmet karşılıksızdır ve herhangi bir haktan dolayı değildir. Çünkü hiç kimse bir hak olarak rahmet talebinde bulunamaz.

 الرحیم Er-Rahim  رحم (ra-ha-mim) den türemiştir ve faîl veznindendir. Bunun manasında tekrarlamak ve hak etme sonucu bir muamelede bulunmak mefhumu vardır (Bahri Muhit). Özet olarak manası, rahmeti hak edene Allahcc güzel şekilde mükâfat verir ve rahmetini tekrar tekrar indirir.

Sarf ilminin ileri gelen âlimlerinden Ebu Ali Farisî şöyle der:

الرحمن اسم عام فی جمیع أنواع الرحمۃ یختص بہ اللہ تعالی والرحیم اِنما ھو فی جھۃ المؤمنین وقال تعالی : (وکان بالمؤمنین رحیما) (تفسیر فتح البیان)

Yani: Rahman ismi genel olup her türlü rahmeti içinde barındırmaktadır ve sadece Allah’ıncc Zatına mahsustur. Rahim ise müminlerle alakalıdır, yani Rahim’in rahmeti mümin kullara mahsustur. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

وَکَانَ بِالۡمُؤۡمِنِیۡنَ رَحِیۡمًا 

 “O, müminler için rahim (yani çok rahmet eden) dir” buyurmuştur.

İbni Mesudra ve Ebu Said El-Hudri’ninra rivayetine göre, Hz. Resulüllahsav şöyle buyurmuştur:

الرحمن رحمن الدنیا والرحیم رحیم الآخرۃ (تفسیر البحر المحیط)

Yani: Rahman ismi dünyadaki rahmetleri içindir, rahim ise ahiretteki rahmetleri içindir.

Bu hadisten de anlaşıldığına göre Rahman, birisinin hak edip etmediğine bakmaksızın rahmet edendir. Bu dünyada genel olarak rahmet, bu şekilde görünmektedir. Rahim ise, ahiret mükâfat yeri olduğu için, iyiliklerin karşılığı olarak en güzel şekilde ödüllendirendir.

Tefsir

Tövbe suresi hariç Kuran-ı Kerim’in bütün sureleri Bismillahirrahmanirrahim ile başlar. Tövbe suresine gelince, daha doğru olan görüşe göre, o kendi zatında bir sure olmayıp, Enfal suresinin bir parçasıdır. Bundan dolayı başına besmele gelmemiştir. Nitekim Ebu Davud’da İbni Abbas’ın rivayeti şöyledir:

کان النبی لا یعرف فصل السورۃ حتی ینزل علیہ ’’بسم اللہ الرحمن الرحیم‘‘ (أبو داود کتاب الصلاۃ)

Yani: Bir surenin inişi sona erip, yeni bir sure nazil olduğunda, besmele ilk nazil olurdu. Ve Peygamber Efendimizsav besmele inmeden inen surenin, yeni bir sure olduğunu bilmezdi (Ebu Davud, Kitabü’s Salat). Hakim de, Müstedrek’te aynı rivayeti beyan etmiştir. Bu hadisten anlaşıldığı gibi her yeni sure indiğinde, ilk olarak besmele nazil olurdu. Besmele indiğinde önceki surenin bittiği ve yeni surenin başladığı bildirilirdi. Netice olarak tövbe suresinden önce besmelenin inmemesi veya başka bir deyişle Enfal suresinden sonra bismillah inmeden tövbe suresi başladığına göre, bu sure kesinlikle yeni bir sure değil, aksine Enfal suresinin bir parçasıdır.

Bu hadisten anlaşıldığı gibi her sureden önce besmelenin bulunması vahye dayanmaktadır ve Kuran-ı Kerim’in bir parçasıdır.

Bazı âlimlerin görüşlerine göre, besmele Fatihâ suresinin ayeti olup, diğer surelerin ayeti değildir. Bazılarının görüşüne göre ise hiçbir surenin ayeti değildir. Ancak bu görüş doğru değildir. Yukarda zikrolunan hadis haricinde de, diğer birçok hadis bu görüşü reddeder. Peygamber Efendimizsav besmeleyi surelerin ayeti olarak kabul etmiştir. Mesela Fatihâ suresiyle ilgili Darkutnî’de Ebu Hüreyre’ninra şöyle bir rivayeti vardır:

قال رسول اللہ اِذا قرأتم الحمد للہ فاقرءوا بسم اللہ الرحمن الرحیم اِنھا أم القرآن و أم الکتاب والسبع المثانی و بسم اللہ الرحمن الرحیم اِحدی آیھا

Yani: Peygamber Efendimizsav buyurdu ki; Elhamdülillah okurken besmeleyi okuyun. Çünkü Fatihâ suresi Ümmü’l Kuran, Ümmü’l Kitap ve Sebu’l Mesanî olup besmele onun ayetlerinden bir tanesidir.

Bu hadis besmelenin diğer surelerin de bir ayeti olduğuna işaret etmektedir. Çünkü Peygamber Efendimizsav “besmele sadece Fatihâ suresinin ayetidir” buyurmadı, tersine besmelenin Fatihâ suresinin de ayeti olduğuna dair bir delil getirdi. Buna göre Fatiha suresi Ümmü’l Kitap ve Ümmü’l Kuran olduğu için tilavet edilirken mutlaka besmele okunmalı. Bu delil, ancak besmeleyi diğer surelerin ayeti olarak kabul ettiğimiz takdirde Fatiha suresi için de geçerli olabilir. Yani o şunu demek istiyor; Besmele diğer surelerin ayeti iken, Ümmü’l Kitap ve Ümmü’l Kuran olacak kadar önemli bir surenin ayeti nasıl olamaz? Bundan dolayı onu okurken besmeleyle okuyun.

Bu delil dışında diğer deliller de görüşümüzü desteklemektedir. Mesela Müslim’in rivayeti şöyledir:

عن أنس قال قال رسول اللہ أنزلت علیَّ سورۃ آنفا فقرأ بسم اللہ الرحمن الرحیم اِنا أعطیناک الکوثر (صحیح مسلم کتاب الصلاۃ باب من قال البسملۃ آیۃ من أول کل سورۃ

Yani: Hz.Enes’inra rivayetine göre Peygamber Efendimizsav bir keresinde, demin bana bir sure nazil oldu buyurup, onu şöyle okumuştur; Bismillahirrahmanirrahim, inna ağtaynake’l Kevser. (Sahih-i Müslim, Kitabü’s Salat) Netice olarak Peygamber Efendimizsav besmelenin Kevser suresinin bir ayeti olduğunu bildirmiştir. Bu sure Mekkî’dir ve Hz.Enesra ise Ensarî’dir. Hicret vaktinde o sekiz dokuz yaşındaki bir çocuktu. Hadis kelimelerinden anlaşılan, Peygamber Efendimizsav bunları bu sure nazil olduğunda söylemişti. Nitekim Enes’inra bunu Peygamber Efendimiz’densav duymuş olması mümkün mü, diye bir itiraz, bu rivayet için yöneltilebilir. Eğer diğer deliller bu rivayeti desteklemeseydi, bu itiraz kesinlikle söz konusu hadisin zayıf sayılmasına sebep olurdu. Ama diğer deliller bunu desteklediği için, bu itirazın pek önemi yoktur. Aslında bazen bir sahabe başka bir sahabeden bir şeyler öğrenip rivayet ederdi. Bir sahabe Peygamber Efendimiz’esav bir rivayet atfettiğinde onun mutlaka doğruyu söylediği herkes tarafından tartışmasız kabul edilir. Çünkü bir sahabenin yalan söylemesi mümkün değildir. Hz.Enesra bu rivayeti Peygamber Efendimiz’esav atfettiğine göre, o mutlaka bunu muhacir bir sahabeden işitmiştir. Nitekim bu rivayetin doğruluğunda bir şüphe yoktur.

Bazı kimselerin, Hanefilerin besmeleyi Kuran-ı Kerim’in bir ayeti olarak görmediğini söylemeleri yanlıştır. Aslında İmam Ebu Hanife’nin görüşüne göre, besmele kendi başına müstakil bir ayet olduğu için belli bir sureye ait değildir. Hanefi imamlarından Ebu Bekir Râzî’nin Ahkamü’l Kuran isimli kitabında şöyle denmektedir:

وَلَمَّا ثَبَتَ اَنَّھَا لَیْسَتْ مِنْ اَوَائِلِ الْسُّوْرِ وَاِنْ کَانَتْ آیَۃً فِیْ مَوْضِعِھَا عَلَی وَجْہِ الْفَصْلِ بَیْنَ الْسُوْرَتَیْنِ اْمِرْنَا بِالْاِبْتِدَاءِ بِھَا تَبَرَّکًا

Yani: Besmele hiçbir surenin başlangıcı olmadığı için, iki sureyi birbirinden ayırt etmek için konmuştur. Ayrıca bereketlenmek için besmele ile başlamak emredilmiştir.

Özetle Hanefiler besmeleyi Kuran’ın ayeti olarak kabul etmez diyenler, bilgilerinin eksikliğinden dolayı bunu söylemektedirler. Aslında Hanefiler besmelenin mutlak bir şekilde Kuran’ın bir ayeti olduğunu ama belli bir sureye ait olmadığını kabul ederler. Bizce bu görüş de yanlıştır. Asıl olan besmelenin her surenin ayeti olduğudur ve her surenin başına konmasında birçok hikmet bulunmaktadır. İleriki bölümlerde bunlardan bahsedilecek


[1] Hicr suresi, ayet 88

[2] Bir hadis terimi olarak sened, hadisin ilk kaynağına kadar ulaşan yolu teşkil eden raviler zincirine denilir. (Çevirmen)

[3] Harf-i cer, isimlerin önüne gelirler ve kendilerinden sonra gelen ismin son harekesini kesre okuturlar, yani mecrur yaparlar. Bildiğiniz gibi bu harfler kendi baslarına bir anlam ifade etmezler, ancak isme dâhil olduklarında manaya katkıda bulunurlar. Harfi cerler 20 tanedir. (çevirmen)

[4] Mahzuf: Yerinden düşürülmüş. Kaldırılmış. Hazf olunmuş.

Start typing and press Enter to search