VAHİY, AKIL, BİLGİ VE HAKİKAT – BUDİZM (1)
Budizm ile ilgili dünyadaki genel kanıya göre o, dinler arasında sayıldığı halde onun hayat felsefesinde Allah’ın var olduğu kabul edilmez. Bu kanı sadece kısmen doğrudur. Bugün dahi Budizm’e inananlar hakkında, onlardan hiçbirisinin Tanrı veya Tanrıçalara inanmadığını söylemek yanlıştır. Budizm’in Mahayana ve Theravada gibi iki belirgin mezhebi, kamil manada Buda’ya nasip olmuş olan içteki yüce hikmete iman ederler. Ancak bununla beraber onlar Allah yerine geçen birçok batıl inanca ve cin-peri gibi figürlere de inanırlar. Budizm’in Allah’ı tamamıyla reddettiği şeklindeki kanı, başka bir açıdan da yanlıştır. Budizm’in ilk dönem tarihi incelendiğinde onun başlangıcının da diğer vahiye dayalı dinler gibi olduğu ve onda da Allah’ın birliğine vurgu yapıldığına dair yeterince kanıt bulunur. Biz ileriki sayfalarda bunu ispatlayacağız.
Buda, M.Ö. 563-483 arasında yaşadı. Ona iman edenler onu Allah yerine koymamakla beraber, Budistlerin ona gösterdiği saygı tıpkı diğer din mensuplarının Allah’a gösterdiği saygı ve ibadet gibidir. Budistler Buda’ya, putperestler gibi saygı ve tazimde bulunurlar ve onun heykeli karşısında eğilirler ve secde ederler.
Budistler görünürde Allah’ı reddederler. Ancak kalplerinin derinliklerinde yüce bir varlığa tapma arzusu taşımaktadırlar. Buda’ya böylesine saygı göstermeleri böyle bir arzunun onlarda gerçekten var olduğunu gösterir. Aslında Allah’a ibadet için insan fıtratında bulunan ve ruhuna işlenmiş olan istek, onu Allah’a ibadet etmeye veya başkasına tapmaya amade eder. Nitekim Budistler bu boşluğu doldurmak için Buda’nın tanrı olduğunu söylemedikleri halde resmen ona taparlar.
Burada şunu da söylemek gerekir ki Tibet Budizm’inde beşer üstü varlıklar, tanrı ve tanrıçalar, cin ve periler vesairenin tasavvuru imanlarının ayrılmaz bir parçasıdır. Onların kesin imanına göre bu varlıklar onlarla iletişim de kurmaktadır. Mesela yeni bir Panchen Lama’nın seçilmesi sürecinde, doğan Tibetli çocuklardan hangisinin geleceğin Panchen Lama’sı olacağına dair bu varlıklardan rehberlik almak için birçok ritüel ve tören gerçekleştirilir.
Sözde ateist bazı Budist fırkaların iddialarına göre Buda’nın kendisi de Allah’ın varlığını reddediyordu. Bu iddiayı desteklemek için onlar, Buda ile çağdaş olan Hindu panditlerin Buda’ya olan düşmanlığını delil olarak sunarlar. Onlara göre bu düşmanlık Buda’nın, Hindu tanrılara karşı saygısız tutumunun neticesiydi. Genel olarak Budistler, Buda’ya yönelik yanlış anlamalar ve bunun sonucunda gelen zulümlerin arkasında yatan gerçek nedenleri analiz etmeye pek yanaşmazlar. Onlar için Buda’nın Tanrı fikrini tamamen reddetmiş olduğuna inanmak yeterlidir.
Ancak tarihi gerçekler incelendiğinde ve Budizm’in dini literatürünün derinliğine inildiğinde, Buda’nın bu suçlamalardan masum olduğu anlaşılır. Bununla beraber bilinmelidir ki her iki görüşün sunduğu tarihi kanıtlar oldukça sınırlıdır. Ancak bu zorluklar, diğer dolaylı kanıtlara başvurarak büyük ölçüde telafi edilebilir.
Budist felsefe, öğreti ve gelenekler aşağı yukarı beş asır boyunca yalnızca sözlü olarak aktarıldı. Ünlü hükümdar Ashoka’nın (MÖ 273-232) kayalar, taşlar ve stupa üzerinde kazdırdığı yazıtlar istisnadır. O da, manevi önderi Buda’dan ancak 300 sene sonra hükümdar olmuştu. Bu gerçek oldukça kritik bir öneme sahiptir, çünkü bu yazılar Ashoka’nın bakış açısından Buda’nın felsefesini ve yaşam tarzını değerlendirme imkânı sunar.
Ayrıca, Budizm’in yazıya geçirilmediği bir dönemde, yalnızca Ashoka, Buda’nın öğretilerini anladığı şekliyle yazılı bir kayıt bırakmıştır. Üstelik Ashoka’nın Budizm’in temsilcisi olma durumu hiçbir zaman sorgulanmamıştır. Dolayısıyla geriye kalan, sadece farklı yorumlar meselesidir.
Buda’nın biyografisi onun vefatından yüzlerce sene sonra yazılmasına rağmen bütün araştırmacılar ciddi bir anlaşmazlık olmaksızın onları doğru kabul ederler. Bunlar nesilden nesile sözlü olarak aktarıldı. Bundan dolayıdır ki Buda’nın hayat tarzı ve kişiliği, hayatının başlangıcından sonuna kadar bir süreklilik göstermektedir.
Bunlardan şöyle bir sonuca varmak daha uygun olacaktır ki Buda ve Budizm’in durumu, yani Buda’nın hayatı ile ilgili olaylar ve Stupa’da kazılanlar, diğer görüşlere nispeten daha kabule değer iken onun aksi olanlar reddedilebilir. Ancak eğer erken dönem kaynaklar arasında da tezat varsa o zaman birisini kabul edip diğerini reddederken çok dikkatli olmak zorundayız.
Buda’nın biyografisi dikkatle incelendiğinde onun hayat tarzının, muhtelif bölge ve zamanlarda gönderilen diğer peygamberlerden farklı olmadığı anlaşılmaktadır. Bütün peygamberlerin karakterinde evrensel bir benzerlik vardır ki bunu Buda’nın hayatında da görmekteyiz.
Bununla beraber Budizm’in temel inançlarıyla ilgili Buda’nın çeşitli sözleri ve eylemlerinin farklı farklı yorumlanmasından zorluklar ortaya çıkmaktadır. Mesela, biz Buda’nın ateist olduğuna dair yaygın görüşe katılmamaktayız. Biz kesin bir inanç ile diyebiliriz ki Budizm Allah’ın gönderdiği bir dindir ve onun kurucusu kesinlikle ateist değildi. Tersine Allah, diğer peygamberler gibi onu da kendi mesajını iletmek için seçmişti.
Budizm üzerinde incelemeler yapan araştırmacıların çoğu, Budizm’i dünyanın büyük dinleri arasında saymak konusunda zorlanmaktadırlar. Bunu yaparken dini, ateist felsefeleri ve inançları da kapsayacak şekilde yeniden tanımlamak zorunda kalıyorlar. Ancak asıl soru şudur: Allah’ın varlığını reddederek yolculuğuna başlayan bir ahlak sistemi dinler sınıfına nasıl sokulabilir? Bizce Budizm’e yöneltilen bu itiraz hiç doğru değildir; biz Budizm’in Allah tarafından gönderilmediği varsayımını şiddetle reddediyoruz. Görüşümüzü desteklemek için Budizm’e inananların güvendiği kaynaklara başvurarak görüşümüzün prensipte doğru olduğunu ispatlayacağız. Biz tekrar diyoruz ki Budizm dinler aleminde bir garabet değildir; tersine Budizm’in temel değerleri diğer vahiye dayanan dinler ile aynıdır.
Budizm’in ateistliğe dayanan bir din olduğu şeklindeki yanlış algının yayılmasının sorumlusu, 18. ve 19. Asırdaki Batılı araştırmacılardır. Onların bu konudaki bilgisi genellikle Budist alimlerinin Pali dilinde yazdıklarının çevirisine dayanmaktaydı. Çevirmenler, kendi önyargılarının ve ateist görüşlerin etkisinde kalarak bu tercümeleri yapmışlardı. Bu Batılı araştırmacılar, Buda’nın temel öğretisinin kaynağı olan Pali dilini neredeyse hiç anlamıyorlardı. Ayrıca onlar, Budizm’in muteber kaynaklarına başvurarak sonuç çıkaracakları yerde Budizm’in mezheplerinin çoğunda bulunan inanışlara tamamen meyil gösterdiler.
Batılı düşünürlerin bu genel eğiliminin aksine, Kadiyanlı Hz. Mirza Gulam AhmedAS (1835-1908) tek başına sesini yükseltti ve tamamıyla zıt olan bir bakış açısı sunarak, Buda’nın kesinlikle Allah’a iman ettiğini ve belli bir amaç için Allah tarafından gönderildiğini söyledi. O, diğer peygamberler gibi Hz. Buda’nın da Melekler, Cennet, Cehennem, Kıyamet inancına sahip olduğunu ve şeytanın varlığını da kabul ettiğini ispatladı. Nitekim Hz. Buda’nın ateist olduğu şeklindeki suçlama tamamıyla iftiradır. Aslında Hz. Buda’nın reddettiği, Hinduların kutsal kitabı Vedalar’da bulunan Vedanta doktrinleri idi. Hz. Buda, Hinduizm’de bulunan Allah’ın fiziksel tezahürleri anlayışını reddediyordu. O, Hinduizm’in İlahî öğretisini yozlaştırarak yorumlayan Brahmaları sert bir şekilde eleştiriyordu.
Hz. Mirza Gulam Ahmed’in sesi uzun süre yalnız kalmadı ve kısa bir sürede Batılı araştırmacıların ikinci neslinin çoğu bu konuda onun adımlarını takip etmeye başladı. Bunlardan en dikkate değer olanı Fransız araştırmacı Dr. Gustav Le Bon’dur (1841-1931). O, bu konuda şöyle yazar: “Ne yazıktır ki Avrupalı araştırmacılar Hint anıtlarının incelenmesini tamamıyla ihmal ettiler. Budizm bilgisini bize aktaran Hint uzmanları Hindistan’a hiç gitmemişlerdi. Onların bu dinle ilgili bilgileri sadece kitaplara dayanıyordu. Şanssızlıktan dolayı Buda’nın vefatından 5-6 asır sonra kaleme alınan felsefi kitaplar ellerine geçti. Halbuki onlar uygulamadaki öğretiden tamamen farklıydı. Avrupalı araştırmacıları şaşırtan metafizik spekülasyonlar, aslında yeni bir şey değildi. Hint kitapları daha iyi tanındıkça, bunların Brahmanik dönemde gelişen felsefi mezheplerin yazılarında bulunduğu görülmüştür.”
Dr. Le Bon’un eleştirisi buraya kadar doğrudur. Ancak aşağıdaki alıntıdan anlaşıldığı gibi kendisi de Budizm’in gerçeğini kavrayamamıştır. Çünkü Stupalarda kazınmış yazılardan Hz. Buda’nın kesinlikle müşrik olmadığı ispatlanıyor. Dr. Le Bon ise şöyle der: “Budizm ile ilgili bilgiler kitaplardan değil tersine anıtlardan elde edilir. Bu anıtların verdiği bilgiler, kitaplardan elde edilen bilgilerden hayret verici şekilde farklıdır. Bunlardan ispatlandığı gibi modern çağdaki araştırmacıların iddia ettikleri şekilde Budizm tanrısız bir din değil, aksine politeist (çok tanrılı müşrik) geleneklere sahiptir.” (Dr. Le Bon’dan yapılan her iki alıntı Fransızcadan İngilizceye olduğu gibi çevrilmiştir.) Az sonra bu yazının son kısmının doğru olmadığı ispatlanacaktır.
Dr. Le Bon’dan sonra gelen meşhur araştırmacı Arthur Lillie, Ashoka’nın Stupalardaki yazıtlarını iyice inceledikten sonra tamamıyla farklı bir neticeye varmıştır. O bu konuyla ilgili “India in Primitive Christianity” kitabında birçok referans vermiştir. Bu konu zikre değerdir ki bu yazıtlar özel bir amaç için, sadece inşa edilen Stupalar üzerine değil, aynı zamanda yolculuk ve ziyaret amacıyla kullanılan yollar üzerindeki kayalarda da kazınmıştır. Biz onlardan iki yazıyı örnek olarak aşağıda sunuyoruz.
Katak Nehrinin doğu yakasında Jagan Nath’a 20 mil uzaklıkta bulunan Pardohli isimli bir kaya üzerinde yazılmış şu metin bulunmuştur: “Ben ısrarla söylüyorum ki bu hayata dair şeylere aşırı özlem itaatsizliktir. Bir şehzadenin, cennete varis olabilmek varken dünyevi iktidarı elde etmeyi aşırı şekilde istemesi de itaatsizliktir. Tövbe edin ve Allah’a (Is’ana) iman edin ki itaat sadece O’nun hakkıdır. Ben size açıklamak istiyorum ki bu cennete varmak için itaat gibi bir yol yoktur. Siz azim gösterip bu paha biçilmez hazineyi elde edin.”
Bu yazıttaki “Is’ana” kelimesi Sanskritçe olup Tanrı Şiva, yani Allah için kullanılır. (Bakınız; Sanskritçe-İngilizce Sözlük; Shivram Apte)
Aynı yazar 7. Stupa ile ilgili şu alıntıyı yapmıştır: “Devanampiya Piyadasi şöyle demiştir: Aynı andan itibaren ben dini tebliğ etmeyi emrettim ve uyulduğu takdirde insanın doğru yola varabilmesi ve Allah’ın azametinin namelerini söylemesi için uygulamalar icra ettim.”
(Bu yazıtta Allah için tekil ifade kullanılması dikkate değerdir.)
Bu referanslardan açıkça anlaşıldığı gibi ilk dönem kaynaklara göre Hz. Buda Allah’a kesin olarak iman ediyordu. Güvenilirlik ve itibar açısından ikinci önemli kaynak, Hz. Buda’dan 5 asır sonra ortaya çıkan Budizm’in dini literatürüdür. Bu literatürde de Hz. Buda’nın ateist olmadığına veya bu konuda sessiz kalmadığına dair yeterince kanıt vardır. Tersine onun, Allah’a güçlü bir imanı vardı. Biz bu konuda özellikle Theravada’nın metnini sunmak istiyoruz. Bu metin, Tripitaka yani üç sepet olarak bilinir. Bundan anlaşıldığı gibi bu kitap üç kısımdan ibarettir.
1.Vinaya-Pitaka (Ahlak Kuralları)
2.Sutta-Pitaka (Doğruluk diyaloğu)
3.Abhidhamma-Pitaka (Dinî Analizler)
Sutta-Nipta’nın “Uzak kıyıya ulaşma yolculuğu” başlıklı bölümünde, ölümün üstesinden gelmenin amacı ve hedefi anlatılmıştır. Burada Hz. Buda diyor ki, herkim kendi egosunu yok edip Allah ile bir olursa ölüm onun için anlamını yitirir. Bu pasajların yanlış anlaşıldığı ve Mukti (kurtuluş) hakkındaki Brahma fikirleriyle karıştırılmış olabileceği şeklindeki görüş doğru değildir. Hz. Buda açık ifadelerle, bu dünyada iken fiziksel ölümden önce öteki alemi müşahede eden insanlardan bahsetmektedir. Ona göre, bir kimse bu hayatta ölümden geçmeden uhrevi hayata kavuşamaz. İşte bu görüş Kur’an-ı Kerim’in öğretisine çok yakındır. Hz. Buda’nın öğretisine göre insan tam manasıyla Allah ile bir olunca hayat ve ölümün ötesine geçerek daimî hayata kavuşur.
Bu bölümün sonunda Hz. Buda’nın bir müridi olan Pingiya, kendisini Budizm’e gelmesine vesile olan, mürşidinin kemallerinden bahseder. Bundan bahsettikten sonra ölüme yaklaşmış bu yaşlı insan Pingiya sözünü şöyle tamamlar: “Ben kesinlikle değişmez ve sarsılmaz olana gideceğim. O’nun benzeri yoktur. Bunda hiç şüphem yok. Bundan dolayı beni iman edenler arasına dahil et.”
Bundan açıkça anlaşıldığı gibi Hz. Buda’nın bir müridi öldükten sonra, değişmez, sarsılmaz, benzeri bulunmaz Rabbinin huzuruna çıkma arzusunu ve temennisini taşıyor. Diğer dinlerde de Allah bu şekilde tanımlanıyor.Tripitaka’nın ikinci bölümü olan Sutta-Pitaka beş kitaptan oluşmaktadır ve Buda’nın birçok diyaloglarını içermektedir. Orada Hz. Buda’nın inanışları çok güzel bir şekilde anlatılmıştır. “Pali Metinleri Vakfı Londra”nın başkanı Mrs. T.W. Rhys Davids, bunlardan bazı diyalogları İngilizceye çevirdi. Birkaç ciltten oluşan bu çeviri “Sacred Books of the Buddhists” adıyla yayınlandı. Bu kitabın ikinci cildindeki 13. Diyalog (Tevigga Sutta) özellikle insanın Allah’a nasıl ulaşacağı ile ilgilidir.


