TEFSİRDEN BİR SAYFA – BAKARA SURESİ (02)
Dördüncü bölümde, Peygamber Efendimize SAV karşı itirazların yükseldiği anlatılmaktadır.
Ancak bu itirazlar, Hz.Adem’in AS doğruluğundan bir şey eksiltemedikleri gibi, Peygamber Efendimizin SAV doğruluğundan da bir şey eksiltemezler. Sonraki on iki bölüm – 5. bölümden 16. bölüme kadar – şu itirazı ortadan kaldırır: Allah Kendisini Hz.Adem’e AS zaten açıklamışken yeni bir vahye ne gerek vardı? Buna cevaben şöyle denmiştir: Manevi nizamdaki ilerlemeye uyumlu olarak, Allah her çağda vahiy göndermiştir ve sonraki gelen her vahiy bir öncekinin daha gelişmişi ve tamamlayıcısıdır. Hz.Musa AS yeni bir şeriatın kurucusuydu.
Onu, İsrailoğulları tarafından karşı çıkılan ve zulüm gören bir İlahi elçiler grubu takip etti. İsrailoğulları’nın İlahi emirlere ısrarla karşı gelmeleri ve yaptıkları haksızlıklar, Allah’ın lütuflarını kaybetmelerine neden olmuştur. Böylece Peygamberlik, Tevrat ve İncil’deki gaybi haberlere uygun olarak İsmailoğullarına geçti ve Peygamber Efendimiz SAV, Mekke’nin çorak ve kurak Vadisi’nde en mükemmel ve eksiksiz şeriat ile şereflendirildi. Peygamberliğin ellerinden alınmış olmasına gücenmeye ve öfkelenmeye hiçbir hakları olmadığı halde, İsrailoğulları çok öfkelendiler. Peygamber Efendimizes AV karşı çıktılar ve onu yok etmek için ellerinden geleni ardına koymadılar. Ancak Takdir-i İlahi’ye muhalefet etmek daima hüsranla sonuçlanmıştır.
Sonraki iki bölümde İsrailoğulları’nın, Peygamber Efendimizin SAV neden Kabe’yi tercih ederek önceki tüm Peygamberlerin kıblesini terk ettiğine dair itirazları ele alınmaktadır. Onlara ilk olarak, namazda belli bir yöne yönelmenin ya da belli bir yeri kıble olarak belirlemenin peşinden koşulacak bir amaç olamayacağı, bunun sadece halk arasında birliği sağlamaya ve sürdürmeye hizmet ettiği anlatılmıştır. İkinci olarak, Hz. İbrahim’inAS Hz. İsmail’in AS nesli için ettiği dualarda, Mekke’nin bir gün onlar için bir hac yeri ve Kabe’nin de kıble olacağı gaybi olarak haber verilmiştir. 19. bölümde, Peygamber Efendimizinsav meşakkatli görevini yerine getirirken kâfirlerin güçlü muhalefetiyle karşılaşacağı ve bu muhalefetin Mekke’nin düşüşüne kadar devam edeceği anlatılmıştır. Yirminci bölüm yukarıda belirtilenlerin boş bir tahmin veya varsayım olmadığına dair yüce gerçeğe dikkat çekmektedir; göklerin ve yerin yaratılışı, gece ve gündüzün birbirini izlemesi ve diğer doğal olaylar, bir yandan doğa kanunları, manevi bir yasanın varlığına ve onda ilerleyen bir evrim sürecine işaret ederken, diğer yandan tüm evren Peygamber Efendimizi SAV desteklemek için çalıştığı için, onun doğruluğuna tartışılmaz bir şekilde tanıklık etmektedir.
- bölümle birlikte Şeriat’ın hükümlerinin ve bunların altında yatan hikmetin bir açıklaması başlar ve her şeyden önce helal ve tayyip (sağlıklı) yiyeceklerin kullanımı için talimatlar verilmiştir. Çünkü insanın eylemleri, insanın zihinsel durumu tarafından yönetilir ve zihinsel durumu da yediği yiyeceklerden güçlü bir şekilde etkilenir.
- bölümde Allah’a, ölümden sonraki hayata, vahyedilmiş Kutsal Kitaplara ve İlahi Elçilere inançtan oluşan İslami öğretinin özü verilmektedir. Başkalarına iyilik yapmak, ibadet etmek ve ulusal fonlara katkıda bulunmak da doğru davranışın unsurları olarak belirtilmiştir. Bunlara imtihanlar karşısında sabretmek ve verilen sözleri yerine getirmek de eklenir. Adaletin sağlanması, akrabalara meşru yardım ve miras hukukunun çok önemli bir yer tuttuğu sosyal yasalara uyulması da önemli olarak kabul edilir. Bir sonraki bölümde İslami oruç ile kazanılan fedakarlık ruhu üzerinde durulmaktadır.
- ve 25. Bölümler, Müslümanlar arasında ulusal birlik ve dayanışmanın sağlanmasında çok önemli bir rol oynayan hac ile ilgili ibadetleri ve kuralları ele almaktadır.
- bölümde, fiziksel davranışların içsel arınma üzerinde çok güçlü bir etkisi olduğu için, Şeriatın zahiri uygulamalarının felsefesine ışık tutulmaktadır. Daha sonra, insanların genellikle zamanlarını ve paralarını Allah yolunda harcamaktan hoşlanmadıkları ve bu konudaki görevlerinden kaçmak için sudan bahaneler öne sürdükleri için Şeriat kanunlarının göz ardı edildiği belirtilmektedir. Halbuki, fedakârlık olmadan hiçbir ilerleme mümkün değildir ve inananlar, tam dini özgürlüğün tesis edilebilmesi için meşakkatle kazandıkları servetlerini Allah yolunda harcamaya teşvik edilmektedir.
Bölüm 27’de din özgürlüğüne müdahale edildiğinde savaşmanın zorunlu hale geldiği ve can ve para feda etmenin gerekli olduğu söylenmiştir. Daha sonra insanların zamanlarını boşa harcamak ve zihinsel rahatlama sağlamak için içkiye düşkün oldukları ve savaş masraflarını karşılamak için para toplamak amacıyla kumara yöneldikleri belirtilmektedir. İslam bu kötü uygulamaları kınamaktadır.
Daha sonra savaşların geride bıraktığı yetimlere uygun şekilde bakılması gerektiği söylenmiş ve bu bağlamda Müslümanlara putperest kadınlarla nikahlanmamaları ikaz edilmiştir. Çünkü bu onların aile hayatlarının uyumunu bozacaktır.
28., 29., 30. ve 31. bölümlerde adet gördükleri dönemlerde kadınlarla cinsel ilişkiye girilmemesi gerektiği ve bunun bir nevi geçici ayrılık olduğu anlatılmaktadır. Bu talimatlardan sonra, kalıcı bir ayrılık olan boşanmayı düzenleyen yasalar ve daha sonra emzirme ve dul kadınlara muamele ile ilgili kurallardan bahsedilmektedir. - ve 33. bölümler, milli uyanışla özel bir bağı olan ve bir halkın yalnızca bunlara uymakla gerçek bir ilerleme kaydedebileceği ilkelerle ilgilidir. Ve Müslümanlara, güçlü milletler arasında onurlu bir yer edinmek isteyen bir halkın, hakikat ve doğruluk davasını desteklemek için ölümle dahi yüzleşmeye hazır olması gerektiği anlatılmıştır.
- bölümde insanın yeryüzünde kalışının geçici olduğu ve Yaratıcısı ile gerçek bir bağ kurmak için hiçbir çabadan kaçınmaması gerektiği ve bunun ancak İlahi sıfatlar üzerinde derin bir tefekkürle mümkün olabileceği belirtilmektedir. Daha sonra Peygamber Efendimizin SAV en iyi ve en yüce Kur’an ayetlerinden biri olarak nitelendirdiği Ayetü’l Kürsi’de, Allah’ın sıfatlarından kısa ama çok kapsamlı bir şekilde bahsedilmiş ve bir insanı böylesine asil ve yüce sıfatların Sahibi ile bağ kurmaya teşvik etmek için hiçbir zorlamaya gerek olmadığı söylenmiştir.
Daha sonra 35. bölümde, bir kişide ahlak ve takvanın direkt olarak Allah’ın kendi lütfuyla yerleşirken, uluslar arasındaki bu değişimin ise İlahi Elçiler aracılığıyla gerçekleştiği belirtilir ve bu iki tür reformun da Hz. İbrahim’in soyunda dört kez gerçekleşeceği anlatılır.
Daha sonra, ahlaki değişimin milli ölçekte gerçekleşmesi için hem kollektif çabanın hem de milli iş birliğinin şart olduğu belirtilmiştir. Gerçek müminlerin uyumlu ve kollektif çabaları ve karşılıklı iş birliğinin bu açıdan sonuçlarının, onların fedakarlıklarının çok üstünde olduğu açıklanmıştır. Ardından, faize dayalı tüm işlemler kesinlikle yasaklanmış ve faiz alıp vermek Allah’a ve Peygamberine karşı savaş açmakla eşdeğer olarak kınanmıştır. Çünkü faize dayalı işlemler karşılıklı yardımlaşma, iş birliği ve diğer insanlara iyilik yapma ruhuna aykırıdır. Ayrıca Müslümanlara, faiz olmadan ilerlemenin mümkün olmayacağı gibi bir vehme kapılmamaları gerektiği söylenir. Allah, faiz alan ya da veren ulusların eninde sonunda yıkıma uğrayacağını bildirmiştir.
Daha sonra karşılıklı yardımlaşma ve iş birliğinin bir yolunun da ödünç para vermek olduğu, ancak ödünç para verme ve alma ile ilgili tüm işlemlerin düzgün bir şekilde yazılması gerektiği belirtilmektedir. Yukarıda belirtilen talimatların, bir halkta ahlaki değişimi sağlamak için gerekli olmakla birlikte, ahlaki standartlarını yükseltmenin ve aralarında gerçek ve hakiki doğruluğu ve karakter temizliği gerçekleştirmenin en iyi, en güvenli ve en kesin yolunun, Allah’ın Sözüne kuvvetle inanmaları, sürekli olarak O’nun sıfatlarını göz önünde bulundurmaları, düşünmeleri ve tefekkür etmeleri ve Allah’a içtenlikle edilen dualarla İlahi desteği aramaları gerektiği şeklindeki güzel nasihatlerle bu sure sona ermektedir.
Kısacası bunlar, Kur’an’ın en uzun suresinin konularının bir özetidir ve genel olarak inkarcılara ve özel olarak Kitap Ehli’ne, Peygamber Efendimizin SAV gelişiyle Hz. İbrahim’in AS duasının yerine getirildiği ve bu nedenle Hz. Resulüllahsav reddedildiği takdirde, Hz. İbrahim’in haşa bir yalancı ve sahtekâr olarak görülmesi gerekeceği ve sonuç olarak Museviliğin ve Hıristiyanlığın da yalan ve sahte olduğuna hükmedileceği dile getirilmiştir.
Dolayısıyla İslam öğretisinin hakikati, tüm dünyanın kabul etmesi için açıklığa kavuşturulmuştur. Çünkü insan büyük ve yüce bir amaç için yaratılmıştır. Bu amaca ise ancak, artık doğru Şeriatı içeren ve emirlerinin hikmetini ve felsefesini açıklayan Kur’an mesajına inanarak ulaşılabilir ve sadece ona inanarak ve ona göre hareket ederek kalbin arınmasına ve İlahi irfana varılabilir.
(Devamı gelecek sayıda – Çeviren: Hiba Semin Paktürk)


