VAHİY, AKIL, BİLGİ VE HAKİKAT – HİNDUİZM (2)

Hz.Krişna hakkında anlatılan abartılı mitolojik öykülerin, olduğu gibi zahire göre  değil, mecazlar ve deyimler olarak  değerlendirilmesi gerekir. Krişna’nın dört kollu ve kanatlı tasviri, kendilerini Allah’a adamış olanlara özel olarak bağışlanan yeteneklere işaret eden bir semboldür. 

Kur’an-ı Kerim de, Peygamber Efendimizin kanatlarından bahseder. Allah kendisine,

وَاخۡفِضۡ جَنَاحَکَ لِلۡمُؤۡمِنِیۡنَ

“müminlere merhamet kanadını indir” buyurmaktadır. Aynen bunun gibi Kur’an-ı Kerim, meleklerin farklı sayıda kanatlara sahip olduğunu anlatırken bu onların fiziksel kanatlarını değil, farklı özelliklerini ifade eder.

Ancak, din söz konusu olunca, din mensupları tarafından dini temsiller, deyimler ve mecazlar genel olarak zahiri manada alınır ve böylelikle onların altında yatan hikmet tamamen göz ardı edilir.  Bundan dolayı Hz. Krişna ve etrafında gösterilen sembollerin durumu da bir istisna değildir.

Krişna’ya ayrıca “Murli Dhar” yani flüt çalan denir. Burada flüt, açıkça vahyin bir sembolüdür. Çünkü flütten çıkan melodi, flütün kendisine ait değildir. Aksine o sadece içine üfleneni iletir. Bundan dolayı bu sembol, Hz.Krişna’nın, Allah’ın elinde bir flüt olduğunu anlatmaktadır. Allah ona ne üflediyse, Hz.Krişna onu olduğu gibi dünyaya iletmiştir. Böylelikle Hz.Krişna da diğer peygamberler gibi, kendisine indirilen öğretiyi olduğu gibi dünyaya aktardığından dolayı onlardan farklı birisi değildir.

Bu manada flüt, peygamberlerin ne denli sadık ve emin olduğunu anlatan en anlamlı semboldür. Bu sembol peygamberlerin dünyaya, kendiliklerinden hiçbir şey söylemediklerini, aksine sadece kendilerine vahiy edilenleri ilettiklerini en güzel şekilde anlatır. 

Şimdi Hinduizm’in bir başka temel özelliğine yani, reenkarnasyona geçelim. Bu özellik başka birkaç din tarafından da paylaşılmaktadır; Bunlar arasında en bilineni Budizm’dir. Reenkarnasyon dışında Hinduizm felsefesinde iki inanış daha vardır; Bunlardan biri ruh ve maddenin ikincisi de büyük tanrı ve onun emri altındaki tanrıçaların ebedi olmasıyla ilgilidir. Bu felsefeye göre yeryüzündeki hayat, kesinlikle sonradan yaratılmış bir şey değildir. Onlara göre bütün canlılar kendi zatında sonsuz olmadığı halde, sonsuz olan maddelerden oluşmuştur. Yeryüzü, ruh ve maddenin farklı şekillerde birleştiği sadece bir laboratuvar hükmündedir. Netice olarak onlar, Allah’ın yaratma kudretini bir aktarın mahareti gibi kabul ederler. Yani onlara göre büyük tanrı, kendi zatında yaratıcı olmasına rağmen yokluktan bir şey yaratma gücüne sahip değildir.

Onlara göre kâinatta hayatın üç seviyesi vardır. En yüksek seviyeye sahip olan büyük tanrıları Brahma’dır. Onunla birlikte birçok tanrı ve tanrıçalar kendi yeteneklerine göre kâinatın farklı sistemlerini yürütmektedirler. Onların bazısı bulutların meydana getirilmesi ve şimşeklerin çakmasından sorumludurlar. Bazı tanrı veya tanrıçalar doğa sisteminin yürütülmesinden sorumludurlar. Onlar kendilerine tahsis edilen alan içinde bir yere kadar yetkili olup istisnai durumlar hariç birbiriyle çatışmazlar. Ancak çatıştıklarında, bu çatışma kâinat için son derece tehlikeli olur. Bunun neticesinde göklerde fırtınalar meydana gelir ve yeryüzüne öfke iner. Bu tanrı veya tanrıçaların hoşnutluğu hep insanın lehinde iken kızgınlıkları ise insanoğluna çok pahalıya mal olur. Bunlar dışında zenginlik, bereket, sağlık, uzun ömür vesaire veren o kadar çok tanrı ya da tanrıça vardır ki sayısı bilinmez. Hindulara göre bu seviyedeki efsanevi tanrı veya tanrıçalar ebedidir.

Hayatın ikinci veya orta düzeyi, ruh ve maddeden oluşur. Bunların birleşimi ile yeryüzünde varolan yaşamın en düşük derecesi meydana gelir. Bu Hindu felsefesine göre tanrılardan sadece en büyük tanrı olan Brahma, ruh ve maddeyi birleştirerek yeryüzünde hayatı yaratma gücüne sahiptir.

Hindu felsefe literatüründe Veda öğretilerinin ne zaman ve neden başladığı konusunda ayrıntılı uzun uzadıya tartışmalar bulunmaktadır. Vedik öğretisine göre yeryüzünde hayatın başlangıcı, modern bilimin anlattığı gibi değildir.  Yani hayat, milyarlarca sene önce, kayaların yüzeyinde ve okyanuslarda var olan suda meydana gelen basit organizmalar ve hücrelerle başlamış değildir. Nitekim profesör J.Verman “The Vedas” adlı kitabında şöyle yazıyor: “Zihinlerine, Darwin’in hiçbir dayanağı olmayan evrim teorisi musallat olmuş aydınlar için, bu vahiy sırrını anlamak zordur. Ancak bizim elimizde insanın ilk zamanlardaki durumunun daha iyi olduğunu gösteren güçlü deliller vardır. Tarih öncesi insanın kesinlikle vahşi olabileceği konusunda hiçbir delil bulunmamaktadır. Vedik rishiler, saf ve basit insanlar değildiler. Onlar şair, vicdan ehli ve maneviyatla dopdoluydular. Rishi olan öğrencileri de mantraların (veda ayetlerinin) gerçek mefhumunu duyar duymaz anlayacak kapasitede idiler. Bize anlatılanlara göre daha sonra insanların zihinsel güçleri gitgide gerilemeye başlayınca rishilerin nesilleri de yok olmaya başladı.”[1]

Profesör J. Verman’a göre, yaşamın ilahi planına uygun olarak bu yeryüzü ve üzerindeki hayat, ezelden beri sürekli meydana gelmektedir. Yeryüzünde her yeni yaratılış vaktinde, her seferinde yeni bir hayat başlar. Hayatın her yeni başlangıcında Brahma, rishilere uluslararası anayasa olarak vedayı indirir. Rishiler onun ışığında yeryüzünde bulunan insanlar için yasalar yaparlar. Nitekim hayat insanlarla başlamıştır, diğer varlıklarla değil.

Onun aynı kitabın başka bir yerinde yazdıklarından, dünyanın tepesinde oturan dört rishinin makamı açıklığa kavuşurken onların gelecekteki insan nesilleri için neler bıraktıkları da anlaşılmaktadır. O şöyle der: “Basiret sahibi dört büyük, yani Agni, Vaayu, Soorya ve Angiraa, gerçekten en yüce entelektüelliğe ve imtiyazlı manevi şana sahip kimselerdi. Gönülleri, yaratılışın hoş manzaralarını gördüğünde vecde geldiler. Onların gözleri, Trivishtapa’daki kutsal Maanasarovara gölünün manzarasını görmeye başladı. Bu göl bölgede kutsal sayılır.  Oralar, Himalayaların ötesinde tanrıların diyarıdır. Ganga, Sindhu, Shatadru ve Brahmaputra gibi nehirlerin yüce kaynağıdır. Oralar doğanın çekici manzaraları ve vakurlu buzlarla kaplı tepelerle çevrilidir. Bu rishilerin kalpleri sürur ve keyif aleminde garkoldu. Onların hisleri şeffaflaştı ve keskinleşti. Zihinleri daha fazla bilgi edinmek için mücessem susuzluk haline geldi. Daha sonra irfanın bu mukaddes durumu, derin bir meditasyon ve meşakkat haline dönüştü.  Daha sonra onlar maddi dünyada tamamıyla farklı hakikatleri müşahede ettiler ve içlerinden bir ses duyar duymaz gerçek doğruluk onlara aşikar oldu.”[2]

Kısacası Hindu panditler, Vedaların öğretisinden kendi anladıklarına dayanarak bizi, hayatın ilerlemekte olduğuna değil gerilemekte olduğuna ikna etmeye çalışmaktadırlar. Bu öğretide ilk dört büyük rishiden sonra doğan nesillerin ilk insanlara kıyasla bütün yeteneklerinde gerilemesi zorunlu kılınmıştır. İnsani yeteneklerdeki bu düşüş grafiği, onların ahlaki davranışlarını da kapsamaktadır. Karma (ameller) ve reenkarnasyon hakkındaki bu Hindu felsefesi, insanoğlunun geleceği için kötü bir faldır.

Profesör Verman şöyle der: “Gelecek yaşamın gerilemesinden kastedilen insanoğlu yerine daha düşük bir mahlukatın yaratılmasına hazır olmamızdır. Bu karmanın (amelin) ürünü ve kötü davranışlarımızın cezasıdır. Bu ceza, farklı insani yeteneklerden, hislerden ve kuvvelerden mahrum olma şeklinde gelir. İşte karmanın felsefesi budur. İlahi kanunlar buna göre işler ve doğa yasalarının hükümranlığı da buna denilir.[3]

Bizce Hindular, bu felsefeyi veda öğretisine atfederek Vedaların kutsallığına haksızlık ettiler. Eğer söylediklerini ciddiye alırsak yaşamın başlangıcı hikayesini yeniden yazmak zorundayız. Bu yeni düşünceye göre hayatın başlangıcında amellerin rolü her şeyin merkezine yerleşecektir. Hayatta kalmak için çabalamak, en iyi olanın ayakta kalması ve evrim teorisini destekleyenlerin sürekli dile getirdikleri genetik değişiklikleri, tamamıyla reddetmek zorunda kalacağız. Bu terimler, haklarında hiçbir delil bulunmayan bilim kurgu hayalleri olarak kabul edilecek ve yaşamın sırrının çözümü bir tek karma (amel) sınırlı kalacaktır.

Nitekim bunu göz önünde bulundurarak kolaylıkla şu neticeye varabiliyoruz ki iddialarına göre yaşam yolculuğu en yüce kutsal insanların doğuşu ile başladı. Ancak sonraki nesiller, zihinsel, fiziksel ve manevi olarak gerilemeye başladı ve onlar kısa bir zaman içinde yeryüzünü günahlarla doldurdu. Günah ile beraber azap indi ve bunun neticesinde onlar hızlı bir şekilde insanlık seviyesinden düşmeye başladılar. Onlar insanın hayvanlara dönüştüğünü gördüklerinde şiddetli üzüntü ve hayal kırıklığına uğramış olmalılar. Halbuki bu gerilemenin sorumlusu ve suçlusu başkası değil, onların kendi günahları idi. Karma kanunu mutlaka uygulanacaktı ve netice olarak günahlar da mutlaka sonucunu göstereceklerdi. Nitekim üremenin arka planında insan yavruları yerine farklı hayvanların doğduğunu müşahede ettiklerinde hayret içinde kalmamalıydılar.


[1] Verman, J. (1992) The Vedas. Oxford&IBH Publishing Co. PVT.LTD, New Delhi, Sayfa 6

[2] Verman, J. (1992) The Vedas. Oxford&IBH Publishing Co. PVT.LTD, New Delhi, Sayfa 4

[3] Verman, J. (1992) The Vedas. Oxford&IBH Publishing Co. PVT.LTD, New Delhi, Sayfa 24

Start typing and press Enter to search