Esmaü’l Hüsna – El-Mütekebbir
ہُوَ اللّٰہُ الَّذِیۡ لَاۤ اِلٰہَ اِلَّا ہُوَ ۚ اَلۡمَلِکُ الۡقُدُّوۡسُ السَّلٰمُ الۡمُؤۡمِنُ الۡمُہَیۡمِنُ الۡعَزِیۡزُ الۡجَبَّارُ الۡمُتَکَبِّرُ ؕ سُبۡحٰنَ اللّٰہِ عَمَّا یُشۡرِکُوۡنَ ﴿۲۴﴾
Kendisinden başka bir İlâh olmayan Allah, ancak O’dur. O, (gerçek) hükümdardır. Kendisi pak (olup, başkalarını da pak kılar.) O, her kusurdan uzak (olup, başkalarını da uzak kılar.) O, emniyet bahşedendir, her şeyi gözetendir, her şeyden üstündür, (kırık gönülleri) birleştiren ve gerçek büyüklük sahibidir. Allah, onların ortak koştuklarından pek yücedir.[1]
Arapça sözlük El-Mu’cemü’l-Vasît’e göre, El-Mütekebbir (الْمُتَكَبِّر) sıfatı ‘Azamet’ ve ‘Yücelik’ anlamına gelir. El-Mütekebbir’in bir diğer anlamı da Yüce Allah’ın sıfatlarının insanda bulunan herhangi bir sıfattan çok daha yüce ve üstün olmasıdır. Bu anlamı genişlettiğimizde Sünen İbn Mâce’de kaydedilen şu hadisi görürüz:
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: قَالَ رَسُوْلُ اللّٰہِ ﷺ: یَقُوْلُ اللّٰہُ سُبْحَانَہٗ اَلْکِبْرِیَائُ رِدَائِیْ وَ الْعَظْمَۃُ اِزَارِیْ فَمَنْ نَّازَعَنِیْ
وَاحِدًا مِنْھُمَا اَلْقَیْتُہُ فِی النَّارِ۔
Hz. İbn Abbas’tan (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala, ‘Büyüklük benim örtüm, azamet de benim elbisemdir. Kim bunlardan birinde benimle rekabet ederse, onu cehenneme atarım.’ Buyurdu.[2]
Allah için ihlaslı olanlar öyle bir kemal mertebesine ulaşırlar ki, onlar Allah’ın olurlar ve Allah-u Teala onların nefsini başka her şeyin kirinden tamamen temizleyip kendi pak ahlakıyla doldurur ve O nasıl o ahlakı seviyorsa aynı şekilde o ahlakı onların kalplerine sevdirir. Böylece o kimseler fani olmaları sebebiyle öyle bir “tahalluk bi ahlakillah” (Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma) mertebesine ulaşırlar ki adeta Allah’ın bir aleti olurlar. Allah o alet vasıtasıyla kendi ahlakını gösterir ve onları aç ve susuz bulunca, onlara kendi özel çeşmesinden saf su içirir ki o çeşmede hiçbir yaratılmışın aslen onunla ortaklığı yoktur.
Kuran-ı Kerim’in kamil takipçilerine verilen büyük lütuflar arasında kulluk da vardır. Yani onlar birçok kemallere sahip olmalarına rağmen her an kendi zati eksikliklerini göz önünde bulundururlar ve Allah-u Teala’nın büyüklüğünü müşahede ederek daima alçak gönüllülük, hiçlik ve kırıklık içinde kalırlar. Kendi gerçek mahiyetlerini zillet, yoksulluk, muhtaçlık, kusur ve hata içinde görürler. Kendilerine verilen bütün kemalleri, güneşten duvara düşen geçici ışık gibi görürler ki o ışığın gerçekte duvarla hiçbir alakası yoktur ve ödünç alınmış elbise gibi yok olmaya mahkumdur.
Böylece onlar bütün hayır ve güzelliği yalnız Allah’ta görürler ve bütün iyiliklerin kaynağını O’nun kamil zatı olarak kabul ederler. İlahi sıfatların kamil müşahedesiyle kalplerine hakkel yakin olarak yerleşir ki “biz hiçbir şey değiliz” öyle ki kendi varlıklarından, iradelerinden ve isteklerinden tamamen sıyrılırlar.[3]
[1] Haşr (59) Suresi, 24
[2] Müsned Ahmed bin Hanbel, Cilt. 2, S.392, Hadis No.5414.
[3] Hz. Mirza Gulam Ahmed (as), Berahin-i-Ahmediye Cilt IV, Ruhani Hazain Cilt. 1 Islam International Publications Ltd., 2021, S.542-543.


