Namaz gerçeği

Kelime-i Tevhid gerçeğini anladıktan sonra, biliniz ki, Kur’ân-ı Kerim’in sık sık üzerinde durduğu ikinci şey namazdır. Unutulmamalı ki, namazın önemini vurgulayan Kur’ân onun gerçeğinden habersiz olup namaz kılanları lânetlemektedir. Aslında namaz Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkıp dilenmek demektir. Yani mü’min her türlü kötülükten korunmak için namazda Allah’a (c.c.) yalvarır. Gerçekten insan (Allah’tan (c.c.) uzaklaştığı için) dert ve sıkıntılar içindedir. O, Hakk’a yakınlaşmak istemektedir. Bununla o,  necatla sonuçlanan emniyet ve sükûnet elde etmek ister. Ama bu makam kurnazlık veya kişisel yetenekle elde edilemez. Bizzat Allah (c.c.), huzuruna çağırmadığı müddetçe insan bu makama adım bile atamaz. Allah’ın (c.c.) eliyle temizlenmeden o, kendi gücüyle temizlenemez. Çünkü boynuna binbir çeşit zincir bağlanmıştır. O bu zincirlerden kurtulmak istemesine rağmen onlardan kurtulamıyor. Nitekim sıkça rastlanan gerçek şudur: İnsan içine saplandığı günahtan büyük bir coşkuyla kurtulmak ister. Ama her yola başvurmasına rağmen ondan kurtulamaz. Nefs-i levvame insanı azarlamasına rağmen o, yine aynı günaha yakalanır. Bu tecrübeden anlaşılan: İnsan kendi gücüyle değil ancak Allah’ın (c.c.) eliyle temiz olabilir. Tabii ki bunun için çabalaması gerekir.

Kısacası, içi günahlarla dolu olup Allah’ın (c.c.) nûru ve irfanından uzaklaşmış olan insanı temizlemenin ve Hak Teâlâ’ya yakınlaştırmanın tek yolu namazdır. Namaz insanı kötülüklerden uzaklaştırır. İnsanın içindeki kötülükler, yok oluverir ve yerini tertemiz duygular alır. İşte bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim:

انَّ الصَّلٰوۃ تَنْھیٰ عَنِ الْفَحْشاءِ وَ الْمُنْکَر

“Namaz kötülüklerden alıkoyar”[1] buyurmaktadır. Namaz nedir? O günahlardan kurtulup Hakk’a vasıl olabilme hasretini çekenlerin, bütün dert ve ıstırabını sergileyen bir duadır. Salât; ateş içinde yanıp tutuşmak demektir. Hakk’a vasıl olabilme hasretini çeken mü’min, namaz içinde, sevgilisinden uzak düşmüş, firak, ayrılık ve hicran ateşi içinde yanıp tutuşan bir aşığın yalvarması gibi, Allah’a (c.c.) (kavuşmak için) yalvarır. Bundan dolayı namaza salât denir. Nitekim iman sahibi, günahlarından kurtulmak, içinde kökleşmiş kötü duyguların silinip atılması ve yerine Hak Teâlâ’nın pak sevgisinin kökleşmesi için, namazda yana yakıla Allah’a (c.c.) yalvarır. Namazın isminin salât konmasındaki hikmet: Gerçek namazın, sadece bir dua ve boş kelimelerden ibaret olamayacağını anlatmaktır. Nitekim namaza salât denebilmesi için, namazlarımızda yanıp tutuşup dua etmemiz gerekir. Çünkü dua eden, ölesiye dua etmediği müddetçe, Allah (c.c.) duasını kabul etmez. 

Dua etmek çok zordur. Dua ölümden geçmek demektir. Ama insan duanın nasıl edilip edilmeyeceğinden habersizdir. Birçok kimse bana: “Biz şu veya bu işimizin olması için dua ettik, ama duanın etkisini görmedik” diye mektup yazar. Böylece onlar Allah (c.c.) hakkında kötü düşünerek, ümitsizliğe düşüp helâk olurlar. Onlar şartları yerine getirilmediği müddetçe duanın hiçbir işe yaramayacağını bilmezler. Kalbin eriyip, ruhun su gibi akıp Hazreti Ahdiyetin (Allah (c.c.))   eşiğine büyük bir sıkıntı ve ıstırap içinde düşmesi, duanın kabulünü mümkün kılan şartlardan biridir. Ayrıca duacının sabırlı olup acele etmemesi şarttır. Çünkü sabır ve sebatla duadan vazgeçmeyenin duası kabul olur. Namaz ise duaların en yücesidir. Ama ne yazık ki Müslümanlar onun değerini bilemedi. Onlara göre, âdet yerini bulsun diye, kıyam, rükû, secde vs.ye varmaları ve anlamını bilmeden papağan gibi ezberledikleri birkaç dua kelimelerini söylemeleri yeterli. Zaten, Müslüman gerçek namazdan habersizdir. Ama bizi daha ziyade üzüntüye boğan: Namazı ortadan kaldırıp yerine tesbih ve zikir kelimelerinin geçerli olduğunu savunan çeşitli tarikat ve grupların ortaya çıkmasıdır. Nevşâhî, Çiştî vs. birçok tarikat vardır. Onlar bu konudaki tutumlarıyla, İslâmiyet’in emirlerine içten içe saldırıyor ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) getirdiği şeriatın yerine yeni bir şeriat uyguluyorlar. Namaz gibi paha biçilmez bir nimet varken hiçbir bid’ata ihtiyacımız yok. Çünkü talb-i hakkı (hakkı arayan) Allah’a (c.c.) ulaştıran yol sadece namazdan geçer. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir sıkıntıya düşer düşmez namaza dururdu. Namazın Allah’a (c.c.) götüren tek yol olması kişisel tecrübelerimizdendir. Bizden önce gelmiş geçmiş bütün hak ehlinin tecrübesi de aynen böyledir.[2]

Kaynak: “Vâdedilen Mesih’in Eserlerinden Seçmeler”, Raşit Paktürk, sf. 82


[1] Ankebut Suresi; a.44

[2] Malfuzat;  s.101–110, c.9

Start typing and press Enter to search