Minhacü’t Talibîn’den

Allah’a şükrediyorum ki O bir kez daha bize, gönderdiği elçiyi haklı çıkartan mucizelerin birer parçası olmayı nasip etti. Herhangi bir dünyevi izzet ve şan için değil, bir dünyevi istek ve arzu için değil, para pul için değil, rahat ve konfor için değil, sadece Allah’ın ismini yüceltmek için, Ona olan inancımızı güçlendirmek için burada toplanmayı nasip etti. Ona dua ediyorum ki bizim niyetlerimizi düzeltsin, amellerimizi ıslah etsin.

Şimdi de Allah’ın lütfuyla anlatmayı arzuladığım konuya dönmek isterim. Ama başlamadan önce bugünkü konuşmanın iki parçadan oluştuğunu söylemek istiyorum. İlk kısmı ana konu olmayıp bu senelik toplantı vesilesiyle cemaate bildirmek istediğim konudur. İkinci kısmı uzundur ve ilmi bir konudur. Allah izin verirse bugün içerisinde ona da başlamış olurum. Daha önceki alışkanlığım gibi bu konunun detaylarını sırası gelince anlatırım.

(Bu aşamada toplantı organizatörleri Huzur’a oturanlara daha çok sıkışıp oturmalarını söylemesini rica ettiler çünkü dışarıdan yığınla insanlar geliyorlardı ve oturacak yer kalmamıştı)

Biz bu sefer çok geniş bir toplantı yeri hazırlamıştık ama Allah bize “Ben beklentilerinizden daha çok veririm” demek istiyordu. Arkadaşlar sıkışsın ki dışarıdan yeni gelenler de yer bulabilsinler ama bunu yaparken sessizlik olmalıdır, konuşmamdan dikkat dağılmamalıdır. Bu ara çok öksürüyorum ve bu nedenle sesim kısılmıştır. Gerçi Allah’a olan umudum güçlüdür ve anlatmak istediklerimi anlatabileceğime inanıyorum ama dünyevi vesile ve sebeplere de edepsizlik, umursamazlık yanlıştır. Bu yüzden herkes sessizce otursun ve dikkatle dinlesin.

Her şeyden önce zatımla ilgili bazı yanlış anlaşılmaları gidermek istiyorum. Kadiyan dışına gidip-gelen arkadaşlarımın isim vermeden söylediklerine göre bazı kimseler benim hakkımda “O ne yapıyor ki, hep boş oturuyor. Biz bir şey göremiyoruz” diyorlar. Aslında benim yapıma ters düşmesine rağmen böyle düşünenler için işlerimi anlatmak istiyorum ki şüpheleri varsa giderilsin. Şüphe bir zehirdir ve derinlere oturdukça kavimleri bile helak eder, öldürür.

Yakın geçmişimle ilgili daha detaylı bilgi verebileceğim için onu anlatayım ki arkadaşlarımız gücümün yettiği kadar çalıştığımı anlasınlar. Gerçi birisi daha da çok çalışmanın yöntemini anlatırsa onu da dinlemeye ve uygulamaya razıyım ama şimdilik bugünlerde yaptıklarımı anlatayım.

Sabah kahvaltıdan sonra bayanlar için yeni açılmış medresede eğitim veriyorum. Bu medresede eğitim görmüş bayanlara dini eğitim veriliyor. Benim hanımlarımın üçü ve kızım da burada okuyorlar. Başka birçok bayan da vardır. Çok sayıda yüksek eğitim almış bayan öğretmen bulamadığımız için bölmeler yapıp erkekler eğitim verirler. Bugünlerde ben Arapça öğretiyorum. Mevlevi Şeyr Ali İngilizce öğretiyor ve Muhammad Tufail Bey de coğrafya. Ders bir saat onbeş dakika boyunca devam ediyor. Asıl süre kırkbeş dakikadır ama tüm hocalar biraz uzatıyorlar çünkü o süre çok azdır ve verilmesi gereken eğitim fazla. Sonra cemaatin arkadaşlarıyla görüşmek için ayrılmış olan odaya gidiyorum. Bu günlerde o odanın şekli çok farklıdır. Hepsi boşaltılmıştır. Eskiden çalışma odası olan bu oda kitaplarla dolu olurdu. Saat dokuzu çeyrek geçe buraya gelince günlük resmi işlerime başlıyorum. Burada cemaatimizin intizam ve yönetimiyle ile ilgili işlere bakıyorum, dokümanları inceliyorum ve genel planları ve hedefleri değerlendiriyorum. Saat on’a doğru postacı geliyor ve ortalama altmış ila yüz arasında cemaatle alakalı mektuplar getiriyor. Bunları tek tek okumak, değerlendirmek ve gereğini yapmak en az iki-iki buçuk saatimi alıyor. Ancak bir’e doğru bitirebiliyorum. Sonra yemek yiyip namaza gidiyorum. Namazdan sonra yine cemaatin işlerine dönüyorum. İlmi konularda araştırmalar yapıyorum çünkü birçok kitabı aynı anda başlattım. İkindi namazından dönüp arkadaşlarla oturuyorum, sorunları varsa çözüyorum. Sonra ders olursa derse yoksa gelen mektupların cevaplarını yazmaya başlıyorum. Akşam namazından sonra yemek yiyip yatsı namazına kadar araştırmalar yapıyorum, kitaplar okuyorum. Yatsı namazından sonra yine çalışma odasına gidiyorum ve gece on ikiye kadar Kuran-ı Kerimin tercümesini yapıyorum. Sonra ilmi zevkim için kitaplar okuyorum ama bundan da yine cemaat faydalanıyor. Bir’e doğru yatağa girerken yorgunluktan dolayı uykum kaçıyor. Gözümün önündeki şeyler sinirlerim yıpranmış oldukları için sanki hareket ediyorlar ve işte bu keşmekeş içerisinde bir şekilde uyuyorum. Sabah namazıyla bu silsile yine başlıyor.

Son birkaç aydır rutinim bu şekildedir. İlaveten yine bu süre içerisinde “Hasti-e-Bari-Teâlâ” konusundaki konuşmamı gözden geçirip neredeyse sıfırdan yazdım. Bunu yaptığım gecelerde saat üç’e kadar uyumazdım. Bu durumda boş oturduğum bir zamanımın olduğunu zannetmiyorum. Yemek yerken bile cemaatin geleceği ile ilgili planlar yapıyorum, sunulan önerileri değerlendiriyorum. Eşlerim bazen “şimdi müsaittir” deyip yemekte bir şey soruyorlar ama her ne kadar bunu sevmesem de bazen onlara kuru bir cevap verip “şu anda önemli bir işle ilgili düşünmekte olduğumu görmüyor musunuz?” demek zorunda kalıyorum. Yani yemek yerken bile zihnim meşguldur. Her ne kadar doktorlar yemek yerken düşünmenin hazım açısından zararlı olduğunu söylerlerse de zihni büyük bir konuyla meşgul olan birisinin aklına doktorların tavsiyesi gelmez.

Kendim hakkımda “ne yapıyor ki” itirazını duyunca aklıma herkesin gönlünü almaya çalışan birisinin hikâyesi geldi. Hikâyeye göre birisi oğlu ve eşeğiyle birlikte bir yere gidiyormuş. Yolda onları gören birileri “ne kadar aptal bunlar, eşeğin sırtı boş ve baba oğulda yürüyorlar” demiş. Bunu duyan baba eşeğin sırtına binmiş. Çok geçmemiş ki bu sefer başka birileri “ne zalim birisi, kendisi utanmadan eşeğe binmiş, oğlunu da yürütüyor” demişler. Şaşıran baba bu sefer kendisi inmiş, çocuğunu bindirmiş. Tabi bu durum çok sürmemiş. Bu sefer birileri “hele bir bakın. Yaşlı baba ayakta ve sıpa çıkmış eşeğin sırtına” demişler. Bunu duyan baba oğul kafa kafaya verip karar vermişler ki ancak ikisi eşeğe binerlerse eleştirilerden kurtulurlar ama nafile. Biraz ileri gidince birisi “Ne utanmaz bunlar. Savunmasız zavallı hayvana binmişler, eziyet ediyorlar” demiş. Şaşkına dönmüş baba oğul da tüm seçeneklerin itiraza maruz kaldığını görünce son çareyi denemeye karar vermişler. İkisi eşeği sırtlamışlar ve başlamışlar yürümeye. Ama bu durum çok sürmemiş çünkü eşek rahatsız olmuş ve sağa sola tekme atmaya başlayınca tam köprüden geçerken aşağı düşmüş ve ölmüş. Baba ve oğul da herkesi memnun etme çabalarının abes olduğuna karar verip morali bozuk bir şekilde evlerine dönmüşler. Yani insan ne yaparsa yapsın, her zaman itiraza maruz kalır.

Cemaatimizde bir kısım “siz gece gündüz çalışıyorsunuz. Hiç durmuyorsunuz” derken diğeri de “ne yapıyor ki, biz bir şey göremiyoruz” diyor.

Eğer bir şey görmemek boş oturmanın alametiyse Allah da herhalde hep boş oturur, hiç bir şey yapmaz çünkü Onu da kimse bir şey yaparken görmez.

Unutulmamalıdır ki işler çeşit çeşittir. Bazı işler cismanidir, bedenseldir ama bazıları tamamen zihinseldirler. Milletin hayrı için gece gündüz düşünen, planlar yapan birisini gören “boş boş oturuyor” diyebilir. Oysa “bir hamal çalışır ama zihnini çalıştıran birisi çalışmaz” diyen kendisi cahildir. Düşünce insanı bir gecede yaşlandıran şeydir. Bedensel iş ise daha da kuvvetlendirir. Hâlbuki bedensel iş görünür ve zihinsel iş görünmez. Zihinsel çabayı ancak yakın oturan, birlikte çalışan fark edebilir. Geçen sene İngiltere’ye gidince bazı İngiliz vatandaşları Müslüman olmamalarına rağmen görüşmeye geldiler. Çalışma tempomu görünce “böyle çalışmayın; bu sağlığınız için zararlıdır. Biraz da dinlenmeniz gerekir” demişlerdi. İnsan gerçeği ancak görüşünce anlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)  

demiştir. “Aranızda en iyi olanı ailesiyle en iyi olanıdır.” Bu gösteriyor ki kocası hakkında eşinin şahadeti son derece ağırlık taşır. Müslümanlar da bu yüzden Peygamber Efendimiz’in eşi olan Hazreti Hatice’nin şahadetlerini beyan ederler.

Daha birkaç gün evvel bir mübelliğ hakkında şöyle şöyle demiştir diye şikâyet aldım. Kendisine sorunca “çoğunu demedim ama sadece sizinle birlikte çalışan insan, çok çalıştırdığınız için zor duruma düşüyor,” yani benim ne yaptığımı ancak benimle birlikte çalışanlar bilir.

Allah bana çocukluğumdan beri okuma alışkanlığı bahşetmiştir. Çocukluktan kastettiğim Vâdedilen Mesih’in vefatından sonra ki dönemdir. Bu alışkanlığım yüzünden sağlığım o kadar etkilenmişti ki bir seferinde Hekim Mevlevi Nuruddin bir doktorun tavsiyesi üzerine bana kesinlikle sürekli ve en az yedi saat uyumam için tembih etmişti. Sıkı tembihten sonra da “bak doktoru dinlemeyen birisi zarar görür. Sen bu emrime karşı çıkma” demişti. Ama aşırı hastalanmadığım sürece benim uykum dört buçuk ile altı saat arasında kalıyor. Bu yüzden sinirlerim yıpranmışdır. Benimle namaz kılanlar her gün okuduğum sureleri bile bazen karıştırdığımı bilirler. Gözler o kadar zayıf düşmüşler ki bazen her tarafım kararıyor. Bütün bunlara rağmen ben gece gündüz anlattığım şekilde çalışıyorum. Böyle düşünceler vesveseleri doğururlar ve bu yüzden onların düzeltilmesi şarttır. Bu yüzden bu açıklamayı uygun gördüm. Şimdi bu toplantıya gelenler sanabilirler ki iki gün konuşma yaptım. “Bunda ne var” diyebilirler. Ama anlatacağım şeyleri araştırmak için ne kadar okumam ve çalışmam gerektiğini bilmezler. Anlatacağım mesele ile ilgili çeşitli dinler ne demişlerdir? Bu ancak birçok kitabı araştırınca ortaya çıkıyor. Bugün konuşacağım konu ile ilgili en azından bin iki yüz sayfa okumuşumdur. Okuduğum kaynaklardan çok azını sorgusuz sualsiz kabul ettim. Daha çok amacım çeşitli düşüncelerin kıyaslanmasıydı. Aklıma gelen fikirlerin Allah’ın lütfü olduğu doğrudur ama bu lütfunu cezp etmek için çaba gerekir, düşünmek gerekir, yoğunlaşmak gerekir. Bu iki günlük konuşmanın geçmişi vardır. Uzun süren çabalar ve araştırmaların neticesidir. Sonra konuşmamı kaleme alıp yazan da genellikle eksik yazıyor, hatalar yapıyor. Sonra yazdığını düzeltmek yine bana düşüyor ki konunun mantık sırası ve içeriği bozulmasın.

Sonra deniliyor ki ben çok az kişiye görüşme fırsatı tanıyorum. Geçen toplantılarımızdan birisinde ben bir araya gelmek ve görüşmenin faydalarını anlatmıştım. Bu sebepten zaten bu toplantılarda başka çok önemli işlerin olmasına rağmen arkadaşlarla görüşmek için zaman ayırıyorum. Bu şekilde ayrı ayrı görüşünce bazen ilk senesinde, bazen ikinci ve bazen de üçüncü senesinde artık onları yakından tanımaya başlıyorum. Şimdi belki cemaatin binlerce ferdini yakından tanıyorum. Jalsa günleri dışında da ayrı ayrı görüşmek için fırsatlar yaratıyorum. Ama bire bir görüşmenin gerekçeleri de olmalıdır. Herkesin yanında söylenemeyecek bir şey olmalı. Oysa çoğu zaman arkadaşlar gelip ayrı görüşmeyi talep ediyorlar ve böyle bir görüşmeyi ayarlayınca söyledikleri şey sadece “biz dua için rica edecektik” oluyor. Bu herkesin yanında söylenebilecek bir şeydir ama bu şekilde en az on beş yirmi dakikamı harcamış oluyorlar. Günlük işlerimi anlatırken mülakat ve görüşme işlerimi de anlatmıştım. Ayrı görüşmek isteyenlere ayrı zaman ayırıyorum ama tecrübelerim bana gösteriyor ki genellikle böyle ayrı görüşme talep edenlerin bir gerekçesi olmuyor. Bu yüzden sekreterime özellikle bunu sorması için talimat verdim ve ayrı görüşmek için bir gerekçesi olanlarla ayrı görüşüyorum. Artık hiç boş vaktim olmadığını anlamışsınızdır. Yirmi dört saatin hepsi kullanılıyor. Bunları kırk sekize çıkartacak halim yoktur. Yemek içmek tuvalete gitmek uyumak gibi beşeri ihtiyaçların süresini azaltabilirim ama bunları yok etmek elimde değildir. Bu durumda gerçek bir gerekçe olmadığı halde ayrı görüşmeyi kabul edersem cemaatin işleri etkilenir. Bazen gelen arkadaşlar elimi tutup dakikalarca “ne olur benim için dua edin” deyip dururlar. Her dediklerinde “edeceğim” demek mümkün olmadığı için ancak arada bir söylüyorum ve sonra yine onları dinlemeye devam ediyorum. Ama bunun gibi olayları durdurmak istiyorum ve o da sizlerin faydası içindir. Vaktim olacak da sizin için çalışacağım. Vaktimi harcamadan bana dua için söyleyen daha çok dikkatimi ve ilgimi çekiyor ve dua ederken daha çok aklımda oluyor. Böyle yaptıklarında vaktimin kıymetini anladıklarını anlıyorum. Oysa elimi tutup dakikalarca bırakmayanların önünde yüzüm gülüyor ama falanca işim eksik kalıyor diye içim gidiyor. Bu şekildeki gereksiz mülakatları durdurmak istiyorum ama gerçekten gerekliliği varsa gece gündüz hazırım. Ben görüşmenin önemini biliyorum. Nasıl ki gereksiz yere görüşenlerin yaptıklarını yanlış buluyorsam aynı şekilde hiç görüşmek istemeyenleri de yanlış buluyorum. Her fırsatınızda buraya gelin ve görüşün. Özel bir hastalık veya başka özel konular gibi konular söz konusu olunca ayrı mülakat da isteyin. Bazen arkadaşlar talep ettikleri özel görüşmede sorular getiriyorlar ve bunu görünce ben çok üzülüyorum. “Keşke herkesin yanında sorsaydılar da herkes faydalansaydı” diyorum. Örneğin namazda dikkatin dağılmasından nasıl kurtulunabilir sorusu vardır. Şimdi bu herkes için faydalıdır. Ama özel bir mülakatta sorulunca diğerleri mahrum kalıyor. İşte durdurmak istediğim mülakatlar ve görüşmeler bu tür görüşmelerdir. Yoksa genel olarak görüşme ve bir araya gelme emri Kuran-ı Kerimde de vardır. Allah: “Doğru kimselerle birlikte ol,” yani Allah ile gerçek bir bağ ve alakası olanlarla birlikte ol, görüş ve sohbetinde bulun diyor. Velhasıl görüşmek şarttır ve o kadar önemli bir şarttır ki Vâdedilen Mesih (a.s.) “Görüşmek için gelmeyenlerin imanı tehlikededir” demiştir. Bazı arkadaşlar buraya kadar geliyorlar ama arka sıralarda oturup dönüyorlar. Belki onları gördüğümü sanıyorlar. Bizim ailemizin fertlerinin gözlerinin gözkapakları fazla etli olduğu için çok açılmıyor, zorla açmaya çalışınca da ağrıyor. Buraya gelenlere nasihat ediyorum ki geldiklerinde muhakkak görüşsünler. Ne kadar kalacaklarını ve geldikleri yer hakkında bilgi versinler. Böylece özel olarak onlar için dua etme isteği doğacaktır.

Dua derken bir şüpheyi daha gidereyim. Belki bazılarınız “dua için söylemenin anlamı yoktur. Bu kadar insan için nereden vakit bulacaklar da dua edecekler” diyebilir.

Şüphesiz her dua ettirmek isteyen için ayrı ayrı yarım saat oturup özel olarak dua etmiyorum. Zaten böyle yapmam da mümkün değildir. Her gün yüze yakın dua ricaları vardır ve bunlardan bazıları sürekli dua etmemi istiyorlar. Bunları da sayarsak bu sayı daha da artar. Her birisi için bir dakika bile ayrılırsa ve İslamiyet için gereken dualar da dikkate alınırsa her oturumda en az üç dört saat dua etmek gerekir. Bu yüzden ben de Vâdedilen Mesih’in yöntemini kullanıyorum. O bir taraftan mektupları okurken içinden de dua ederdi. Bende böyle yapıyorum. Bu, mektuba daha iyi yoğunlaşmama da yardımcı oluyor. Bazen sekreterim mektubu okurken ben “böyle değil, şöyle yazmıştır” diyorum ve benim dediğim çıkıyor. Böyle dua ederken mektubun okunması özel bir etki yapıyor ve mektubun içeriği zihnime kazınıyor. Bu sizler için dua etmemin birinci yöntemidir. Ayrıca nafile namazlarımda dua ediyorum. Hatta son zamanlarda cemaatin gelişmesi ve sorunlarının çözülmesi için her farz namazda da dua ediyorum. Bu dualarımda Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Vâdedilen Mesih’e durud  yolladıktan sonra onların derecelerinin yükselmesi için dua ediyorum. Sonra onlar tarafından başlatılmış misyon için faydalı olabilmemiz için dua ediyorum. İnanmayanlara Allah akıl versin diye dua ediyorum. Cemaatimizin çektiği zorluklar ve yaşadığı sıkıntıları yok etsin, ilerlemenin yollarını açsın. Kabil de yaşanan olaylardan beri Allah orada yaşayan Ahmedi Müslümanların yardımcısı olsun, onlara başarı nasip etsin ve düşmanın şerrinden korusun diye dua ediyorum. Sonra Allah İslamiyet’in gerçeğini hem batıda hem doğu da yaysın ve herkesin gönlünü bu noktaya getirsin diyorum. Sonra tüm cemaat için dua ediyorum. Bu duamın özeti şu şekildedir ki Allah cemaatimizin mali, cismani, ahlaki, ilmi, ruhani ve diğer her alandaki engellerini yok etsin ve gelişmeleri için uygun ortamlar yaratsın. Sonra cemaatin önemli işleri için dua ediyorum. Sonra bana dua için yazmış olanların önü açılsın, sorunları çözülsün diye dua ediyorum. Bunu yaparken eğer kalbimi özellikle etkileyen birisi varsa onun ismini anarak dua ediyorum.

Sonra “Ya Rabbim, cemaatimizin sadece bugünkü üyelerine değil, onların gelecekteki nesillerine de fazıl ve lütuf kapılarını aç” diyorum. Aynı şekilde cemaat için çalışan kısım için dua ediyorum. Allah onlara işlerini gerçek anlamda anlamayı nasip etsin, farzlarını yerine getirme kabiliyeti versin diyorum. Fazıl kapıları onlara açılsın, insan sevgisi onlara bahşedilsin, işbirliği yapma kabiliyeti verilsin. Aynı şekilde kalan cemaat de onlara karşı sevgi duysun, işbirliği yapmak istesin diyorum.

Sonra tebliğ yapmak için evlerini ve ailelerini terk edip gidenlerin aileleri için dua ediyorum. Sonra dünyanın neresinde olursa olsun, musibet ve sıkıntı içinde olan herkes için dua ediyorum. İşte bu duaları tüm farz namazlarımda ve nafile namazlarımda da yapıyorum. Bundan sonra eğer birisi dua etmiyorum diyorsa gündüz vakti “güneş yoktur” diyen gibi olur. Benim ettiğim dualar kadar insanların yüzde doksanı kendileri için bile etmezler diye düşünüyorum.

Bir konu daha var. Bazı kimseler “Halife ile ihtilaf ve fikir ayrılığı caizdir” deyip “bizim de bu yüzden falanca konuda ihtilafımız vardır” diyorlar.

Bu konuyu zaten ben kendim söylemiştim ve yine söylüyorum. Halife ile ihtilaf caizdir. Ama her şeyin bir anlamı vardır, bir sınırı vardır. Söylenen şeyin amacını aşmak aklın alameti ve belirtisi değildir. Kim diyebilir ki doktorların her dediği doğrudur? Kimse diyemez. Ama buna rağmen onlarca kez hata yaparlar. Ama yine de kimse “doktorlar yanılabildiğine göre biz kendi reçetemizi kendimiz yazalım” demez. Neden? Çünkü doktorlar bu işin eğitimini almış insanlardır ve onların fikirleri bizimkinden üstündür. Aynı şekilde avukatlar da hata yaparlar ama mahkemelerde onların dediğine kulak verilir. Evet, ihtilaf caizdir ama bunun suyunu çıkartmamak gerekir. Elini bir halifenin eline veren birisi inanıyor ki O (Halife) Allah tarafından seçilmiştir. İşi gece gündüz insanlara yol göstermek ve dini meselelerini çözmektir. Onun fikrine saygı duymak son derece önemlidir. Evet, ihtilaf caizdir ama bu yolu seçen iki artı iki gibi emin olmalıdır. Ayrıca bunu yapmadan önce ihtilaflı konuyu halifenin önüne koymalıdır. “Ben şu şu sebeplerden dolayı farklı düşünüyorum” demelidir. Hastalar da bazen doktorlara “biz tam emin olamadık, isterseniz birkaç test daha yapalım” diyorlar. Aynı şekilde farklı fikirleri savunan birisi için öncellikle bunları halifenin önüne koyup onun fikrini alması şarttır. Doğrudan kendisinin yaymaya kalkışması yanlıştır. Eğer kimin aklına ne gelirse yaysın konusunu da caiz kılarsak İslamiyet’in eseri bile kalmaz. Herkes doğru kararı verecek kabiliyete sahip değildir. Böyle olmasaydı Kuran-ı Kerim emniyet ve korku ile ilgili bir şey duyarsanız amirlerinize götürün demezdi.[1] Amirler hata yapmaz mı? Muhakkak yaparlar. Ama yine de onların görüşü muhterem kılınmıştır, değer verilmiştir. Eğer onlar için böyleyse dini Halifenin görüşü neden aynı saygıdeğerliği hak etmesin? Dediğim gibi herkes her konuda doğru kararı verecek güçte değildir. Bir seferinde Vâdedilen Mesih (a.s.) “Allah’ın sevgisini kaybetmemek için birisi yüz kere de evlense caizdir” demiştir. Bunu duyan birisi oradan ayrılınca arkadaşlarına “artık dört evlilik sınırı kalkmıştır. Vâdedilen Mesih ‘yüze kadar caizdir’ dedi” diye konuşmaya başladı. Sorulunca Vâdedilen Mesih “Ben eğer eşleri sürekli vefat ederse ve vefat ettikçe bu da takva için evlenirse yaşı ne olursa olsun caizdir, demek istemiştim.“ buyurdular.

Sözün özü herkes doğru kararı veremez ve cemaatin ittihadı ve birliği için farklı düşünen kimsenin bunu halifeye sunup fikrini alması şarttır. Bunu yapmayıp da ihtilafı kalbinde taşıyıp kendi başına yaymaya çalışan birisi haindir, kendisini ıslah etmelidir.

Kaynak: “Minhac-ut Talibin”, Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed (r.a.), Türkçe’ye çeviren: S. Atik Ahmad

[1] Nisa (4) sûresi, ayet 84

Start typing and press Enter to search