AHMEDİYETE YOLCULUĞUM – Fatih Öztürk

İki binli yıllar, yirmili yaşlar, üniversite yılları, hayatımda ilk defa ailemden uzakta uzun zamanlar…

Derslerin yanında kafamda garip sorular, aklım karışık. Üniversite bitince ne yapacağım, iş bulabilecek miyim, hayatımı kiminle birleştireceğim, acaba nasıl bir hayatım olacak?

Bu sorular kafamı kurcalarken aslında beni daha da rahatsız eden, yüreğimden dilimin ucuna kadar kemiren ama dilimin ucuna geldiği halde cesaret edip kendime bile itiraf edemediğim şeyler…

Korkuyorum, uykularımı kaçıracak kadar. İçimde, derinlerde yok olmasını istiyorum. Kalbimin en derinlerine kadar saplanan bu hançerden kurtulmak istiyorum.

Cesaretimi toplayıp araştırmaya başladım. Hangi yöne baksam, hangi kitabı okusam, kimi dinlesem henüz beni tatmin edecek bir cevap alamadım. Kimdim ben, neden buradayım, şimdi ne yapmalıyım. Evet, Müslümandım elhamdülillah. Ama bir şeyler yanlıştı sanki. Bilimin, günlük hayatın, içimdekilerin bir çelişkisi vardı inancımla fakat olmamalıydı. Diğer inançlar da beni tatmin etmedi edemiyordu. Acaba, acaba hepsi düzmece mi, dinler uydurma mı yoksa?

Çok dua ettim ve araştırmaya devam. Ama olmuyordu! Evet, kâinata baktığımda biliyordum bir yaratıcı olmalı, evet kesinlikle olmalı, ya sonrası? Kimdi, neydi şimdiye kadar emin olamamıştım, bu yaşlarda fark ettim. Ey gerçek yaratıcı, sana giden yollarda hatalar var, eksikler var, çelişkiler var; eğer varsan bana doğruyu göster. Günlerce, haftalarca hatta aylarca bu dua ve uykusuz araştırma süreci.

Yok, bulamıyorum; vaz geçmek üzereyim. Büyük bir azimle çıktığım bu yolda çaresizliğin tasması boynuma geçmek üzere.

Ey gerçek yaratıcı! Neredesin. Neden cevap vermiyorsun; vaz geçmek üzereyim, tükenmişim. Ne olur ses ver…

Bıraktım peşini, umursamaz oldum, pek bir şey ifade etmiyor artık bunlar.  Hayatın da tadı yok, neden yaşıyoruz ki? Amaçsız, rotasız kalmışım. Ne için çabalayacağım; para, kariyer? Huzur ve mutluluğum uçup gitmiş ellerimden, diğerleri olsa ne?

Bir gün sohbet ortamında açtım kapılarımı döktüm içimdekileri birine. Sadece paylaşmak için, belki hafiflerdi yüreğime nasır tutturan o yük. Dinledi, dinledi, dinledi. Cevap vermeden, yargılamadan, hesap sormadan… Sonra dedi ki “İster misin ilacına kavuşasın?” dalga geçiyor sandım, ben bu kadar aramış, çabalamış, nihayetinde bir hiçe ulaşmışken senin nasıl bir ilacın olabilir? Belki küçümsediğim için, belki çaresizliğin girdapları arasında umudumu tamamen yitirdiğim için inanmadım. Hatta içimden dalga geçtim: “Birilerinin yalanına kapılmış gidiyorsun tıpkı eski ben gibi.” Ama onu da yıkmak istemedim. Çünkü tecrübe acıydı, kanatıyordu. Kırmamak için sordum “Nedir o ilaç, kimdir onu söyleyen, kimdir bu ilacın reçetesini yazan?

Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî!

Kimdir o, necidir, kültürüme ve dilime bile yabancı olan bu esrarengiz kişi kim, elindeki nasıl bir reçete? Dedi “Kendisi vadedilen Mehdi ve Mesih’tir.” Nasıl, gerçekten öyle birinin geleceği bile kesin değilken nasıl?

Yine hüsran, yine yıkılmışlık ki zaten baştan beri böyle olacağını biliyordum.

Tabii bu günlerde hayat tatsız, tuzsuz. Ne okulun ne de her ne olursa olsun tadı yok.

Değer mi araştırmaya kendini Mehdi diye tanıtan biri? Ama derdimi paylaştığım kişi inanmış, hevesli, heyecanlı… Zararın neresinden dönersen kârdır. Ne kadar geç yanlışı anlarsa yıkım o kadar fazla olacak. Onu şimdi uyarmalıyım: Yalan, kocaman bir yalan! Yol yakınken dön, sonra her şey daha kötü olacak.

O, bana: “Tamam, bakalım, beraber bakalım; yanlışsa beraber terk edelim. Bak bunlar iddiaları ve delilleri, sadece bakmadan geçme.

Elime tutuşturulan aşağı yukarı iki yüz sayfalık fotokopi. ( O zaman henüz doğru düzgün çeviri ve basılı kitap yok.)

Aldım elime ve inanılmaz bir istekle okumaya başladım nedense. Belki içimde sönen ateş tekrar alevlendi, belki sevdiğim bir insanın daha fazla üzülmesini istemedim, bilmiyorum.

Okudukça elimden bırakamaz oldum. Yapmak zorunda olduğum başka işlerim biriktikçe sinirlenerek elimdekini bırakıyordum ama sadece elimden. Zihnimden, aklımdan, belleğimden atamıyordum. Her ne yapıyor olursam olayım aklım hep o fotokopi kâğıtlarında. İşim biter bitmez başına geçiyorum. Derse giderken yanıma almadığım için kızıyorum kendime. Gerçi yanıma alsam dersi dinlemez onu okurum hatta derse bile girmeyebilirim.

Heyecanlıyım ama içimden bir ses “Olamaz!” diyor. Şimdiye kadar ki bilgilerim ve deneyimlerim “Kendini bu kadar kaptırma!” diyor fakat alamıyorum kendimi.

Aklıma takılan her şeyin mantıklı bir cevabı var. Bilim diyor insan fosilleri çok eski, klasik İslam diyor ilk insan Âdem. Aklım diyor sonsuz cehennem olamaz, klasik İslam diyor sonsuz. Aklım diyor İsa ölmüş olmalı, onlar diyor göğe yükseldi. Aklım diyor yaratanımı sevmeliyim, onlar diyor O’ndan korkun. Aklım diyor Yaratan ile iletişime geçebilmeliyim, klasik İslam diyor o yol kapandı. Aklım diyor Peygamberler kusursuz olmalı, onlar bir sürü kusur isnat ediyor. Bu liste böyle uzayıp gidiyor…

Elimdeki kâğıtlar sanki benim için yazılmış gibi. Okuduklarım: “Hz Âdem ilk insan değildir, işte ispatı. Hz İsa da tüm faniler gibi vefat etmiştir, işte delili. Tüm mucizelerin bilimsel ve mantıklı bir açıklaması vardır. Allah cc hatalı ve aciz yaratıldığımızı buyururken cehennem nasıl sonsuz olabilir. Allah cc korkulacak bir varlık değil sevilecek ve üzmekten korkacağımız bir varlıktır. Allah cc, yeter ki kul hak edecek seviyeye varsın, mutlaka hak eden ve isteyen ile iletişime geçer. Allah ve onun resulleri kusursuzdur.” diyor.

Allah’ım doğru olabilir mi? Gerçekten bu kişi Mehdi mi? Birde Mesih olduğunu iddia ediyor ama? Ve devamında: Aklınız, mantığınız ve kalbiniz benim doğruluğuma kanaat getirse bile yetmez, benim doğruluğumu Allah’a cc sorun. Ve dua edin:

Ey Allah! Eğer bu kişi doğruyu söylüyorsa bana biat etmeyi nasip et. Yok, eğer yalancı ise onu ve onun insanları saptıran askerlerini yok et.

Aman ya Rabb! Böyle bir iddiayı bir yalancı nasıl öne sürebilir, bir yalancı ve bunca yalan yüzyılı aşkın bir süredir nasıl diri kalabilir hem de git gide çoğalarak?

Gerçek din İslam. Zihnimde İslam’a ait sandığım hatalar aslında bu dine isnat edilmiş. Şimdi, Allah’ım sana Mirza Gulam Ahmed Kadiyani’nin duası ile dua ediyorum bana yardım et. Günlerce, haftalarca kaç gece, Allah’ım kaç gece…

Ve bir gün Hz Mehdi’nin as de dediği gibi Rabbim ile bir bağ hissettim. Bu bağ nasıl kuruldu tam bilmiyorum ama kalbim öyle mutmain ki. Artık Ahmediyim elhamdülillah. Verebildiğim kadar vaktimi, gayretimi vs elimde neyim varsa vermeye çalışıyorum. Tam bir Ahmedi Müslüman olarak yaşayabiliyor muyum bilmiyorum ama elimden geldiğince bu yolda çabalıyorum. Rabbim bu yoldan ayırmasın ve hizmet için daha fazla imkân yaratsın. Amin.

Vesselam.

Start typing and press Enter to search