Müslüman Ahmediye Cemaati’ni tanıyalım
Müslüman Ahmediye Cemaati, uluslararası alanda Kuzey Amerika, Güney Amerika, Kanada, Asya, Afrika, Avustralya ve Avrupa’ da olmak üzere toplam 193 ülkede şubesi bulunan dini bir cemaattir. Bu, dünya genelinde 300 milyon üyeyi kapsayan, çağdaş tarihin en dinamik İslam topluluğudur. Müslüman Ahmediye Cemaati, 1889’da Hindistan’ın Pencap bölgesinin, Kadiyan adında küçük ve ıssız bir köyünde Vâdedilen Mesih Hz. Mirza Gulam Ahmed (1835-1908) tarafından kurulmuştur.
Ataları orta Asya’dan göç edip Hindistan’a yerleşmiş olan Hz. Mirza Gulam Ahmed, ahir zamanda tüm dinlerin beklediği kişi, yani beklenen müceddid ve Peygamber Efendimiz’in (sav.) ahir zamanda geleceğini vaat ettiği Mesih ve Mehdidir. Kendisi bu iddiasını Allah’tan aldığı vahiy neticesinde bütün dünyaya ilan edip delillerle ispatlamıştır. Kurduğu cemaat, İslam’ın ilk günlerindeki berraklığı taşıyan hayırlı tebliğinin (sulh, umumi kardeşlik ve Allah’ın iradesine teslimiyet) bir kuruluşudur. Hz. Ahmed İslam’ı bütün insanlığın dini olarak tanıttı.

Müslüman Ahmediye Cemaati, bu inançla Allah’ın yardımı neticesinde bir asır içinde dünyanın her köşesine ulaştı. Cemaat bazı ülkelerde şiddetli baskılara maruz kalmasına rağmen, yerleştiği her yerde sosyal projeler, eğitim enstitüleri, sağlık hizmetleri, İslami yayınlar ve cami inşaaları ile İslam’ın hayırlı hizmetlerini hayata geçirmektedir. Ahmedi Müslümanlar, yasalara uyan, barışçı, azimli ve hayırsever insanlardır. Cemaat dinler arası diyaloğu teşvik ederek, İslam’ı özenle savunup, batıdaki yanlış İslam anlayışını düzeltmeye ve farklı dinlerin mensupları arasında barış, hoşgörü, sevgi ve anlayışı yaymaya ve yerleştirmeye çalışır. Cemaat, Kur’an-ı Kerim’in “dinde zorlama yoktur”[1] emrine sıkı sıkıya bağlıdır.
Neden Farklı Bir Cemaat?
Bu devirde Müslüman gruplar arasında İslamiyet’le ilgisi bulunmayan birçok görüş yerleşmiş bulunuyor. Özellikle mollaların ve tarikat şeyhlerinin yanlış uygulamaları neticesinde “İslam” denildiğinde kavga, isyan ve şiddet insanın aklına gelmektedir. Müslüman Ahmediye Cemaati barışın elçisi olduğundan kendisinin bu hiziplerden (gruplardan) ayrı tutulmasını ve anlaşılmasını istiyor. Bundan dolayı ayrı bir isim alma zorunluluğu vardı. Mesela, Hanefiler ve Şafilerin her ikisi de Müslüman oldukları halde, isimleri ayrı ayrıdır. Bu iki görüşün de isimlerinin farklı olması onların Müslüman olmadıklarını göstermez. İslam’da Ahmediye Cemaati bir tarikat değil, adı üzerinde bir cemaattir.
Kur’an ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
Müslüman Ahmediye Cemaatinin Kurucusu Vâdedilen Mesih Hz. Mirza Gulam Ahmed bu konuda şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğlu için şimdi yeryüzünde Kur’an’dan başka hiçbir kitap yoktur ve bütün insanlık için yeryüzünde Hz. Muhammed’den (s.a.v.) başka hiçbir resul ve şefaat edici yoktur. Onun için siz bu şanlı ve celal sahibi peygamberi tam içtenlikle ve kalben sevmeye çalışınız ve başkasına onun üzerinde hiçbir şekilde üstünlük tanımayınız ki Allah (c.c.) katında necat bulmuş sayılasınız… Allah’ın (c.c.) doğru olduğuna ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.), O’nunla bütün mahlûkat arasında ortak bir şefaatçi olduğuna inanan biri necat bulmuştur. Gök kubbe altında Hz. Muhammed’e (s.a.v.) eşit mertebede ne bir peygamber mevcuttur ne de Kur’an’a eşit derecede başka bir kitap bulunmaktadır.”[2]
Bizim dinimizin özeti ve özü “La ilahe illallahü Muhammedür Resulüllah”dır.[3]
Şunu hatırdan çıkarmamak gerekir ki benim ve cemaatimin aleyhinde ileri sürülen, sanki biz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) “Hatem-ün Nebiyyin” kabul etmiyormuşuz gibi bir suçlama tamamen yalan ve iftiradır. Biz tam bir kuvvet, yakin, marifet ve kalp gözü ile Hz. Resulüllah’ın (s.a.v.) “Hatem-ün Nebiyyin” olduğuna inanırız.”[4]
“Cihad” Kavramına Bakışımız
Müslüman Ahmediye Cemaati’nin Kurucusu Vâdedilen Mesih Hz. Mirza Gulam Ahmed (a.s.) bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır:
“Gelmiş geçmiş bütün gerçek Müslümanlar “İslâmiyet kılıçla yayılsın” şeklindeki inanca hiçbir zaman sahip olmamışlardır. Tersine İslâmiyet kendine özgü güzellikleriyle dünyaya yayıldı. Sonuç itibarıyla, kendilerine Müslüman deyip “İslâmiyet kılıçla yayılmalı” şeklindeki inanış dışında hiçbir şeyi bilmeyenler İslâmiyet’in kendine özgü güzelliklerini kabul etmemektedir. Çıkardıkları olaylar ise vahşi hayvanların yaptıklarına benzemektedir.”[5]
Kur’an-ı Kerim dinin yayılması için kılıcın kullanılmasını açıkça yasaklamaktadır. Ona göre, dinin kendine özgü güzellikleri takdim edilip, güzel ahlaki örneklerle insanlar İslâmiyet’e davet edilmeli. İslâmiyet’in başlangıcında kılıcın kullanılma emri dinin yayılışı için değildi. Tersine düşmanların saldırıları karşısında Müslümanlar kendilerini müdafaa etmek ve barışı korumak için kılıç kullanmıştır. Bunun gayesi hiçbir zaman “dinde zorlama” değildi.[6]
Sahabeler ne kadar doğru kimselerdi. İçlerinde peygamber ruhu vardı. Allah onlara Mekke’de, paramparça edildikleri hâlde bile kötülüğe karşılık vermemelerini emrettiği zaman onlar, bu emre itaatleri sonucunda süt çocukları gibi güçsüz ve zayıf bir hale geldiler. Ne ellerinde ne de kollarında takat vardı. Bazıları ayaklarından iki deveye bağlanarak develer ters istikametlere doğru koşturulmak suretiyle turp gibi ikiye bölünerek öldürüldüler. Fakat ne kadar acıdır ki Müslümanlar, özellikle din bilginleri, bütün o hadiseleri unuttular ve artık bütün dünyayı av olarak görmeye başladılar. Bir avcının korulukta sinsice bir ceylana yaklaşarak, fırsatını bulduğunda onu vurması gibi! Mollaların çoğu da işte bu şekilde hareket etmektedir. İnsanlıktan hiçbir nasipleri olmayan bu tür insanlara göre, hiç sebep yokken, gafil bir insana tabanca yahut tüfek ile saldırmak İslâm’dır! Ashab-ı Kiram gibi dayak yiyip sabreden insanlar nerede? Acaba Allah bize, hiç bilmediğimiz ve tanımadığımız insanları elimizde suçlu olduklarına dair hiçbir delil yokken, gafil avlayarak bıçak yahut tüfekle öldürmemizi mi emretmiştir? Acaba “günahsız, suçsuz, İslâm dini hakkında tam olarak ikna edilmemiş kullarımı öldürün; böylece cennet’e gireceksiniz” diye emreden bir din Allah (c.c.) tarafından olabilir mi?
Eskiden beri bir düşmanlığımız bulunmayan ve kendisiyle hiç ilgimiz yokken hatta belki de hiç tanımadığımız birisine; çocukları için bir şeyler satın alırken yahut başka bir işle meşgulken sebepsiz olarak tabancayla ateş ederek birden karısını dul, çocuklarını yetim ve evini de bir matem yeri haline getirmek yazık ve utanç verici değil midir? Hangi hadis veya hangi ayette böyle yazılıdır. Bu soruya cevap verebilecek bir din adamı var mıdır? Ey cahiller! Siz cihadın sadece adını duymuşsunuz ve onunla nefsanî amaçlarınızı yerine getirmek istiyorsunuz.[7] Hâlbuki kâfirlerin bize karşı hazırlandıkları gibi hazırlanmamız ve onların bize davrandıkları gibi bizim de aynı şekilde onlara davranmamız, onlar bize kılıç çekmedikçe bizim de onlara kılıç çekmememiz emredilmiştir.[8] Kısacası savaş başımıza musallat edilmedikçe, savaşa girmemiz caiz değildir.
Ahmediler Kanunlara İtaat Ederler
Ahmedi Müslümanlar dünyanın neresinde olursa olsunlar ülkeyi yönetenlere itaat ederler. O ülke yöneticileri kendilerine haksızlık etseler dahi hiçbir yasa dışı yola başvurmazlar. Buna örnek olarak Hz. Resulül-lah’ın 13 senelik Mekke hayatını ileri sürerler. O Mekke’de her türlü haksızlığa maruz kalmıştı. Ama bir gün dahi ülke yönetimine karşı isyan çıkarmamıştı. O’nun hayatının her devresi bizlere ışık tut-maktadır. Nitekim yaşadığımız ülkede bize karşı haksızlık yapılsa dahi o ülkeye isyan edilmemesi Resulüllah’ın sünnetidir. Ahmediler Peygamber Efendimizi (s.a.v.) örnek aldıklarından ötürü bu sünnete uyarlar. Ahmedi Müslümanlara göre yaşamakta oldukları ülkelerin yöneticileri ister Müslüman ister gayr-i Müslim olsun Kur’an-ı Kerim’e göre “ululemr” (baştaki idareciler) dirler. Ve onlara itaat edilmesi Kur’an’ın emridir.
Siyaset Hakkındaki Düşüncemiz
Ahmedi Müslümanlar İslamiyet’in yayılması ve hakkındaki yanlış düşüncelerin yok edilmesini kendilerine vazife edinmişlerdir. Bu konuyla ilgili Vâdedilen Mesih ve Mehdi’nin (a.s.) İkinci Halifesi Mirza Beşirüddin Mahmud (r.a.) şöyle der:
“Ahmediyet’in siyasetle hiçbir alakası yoktur. Ahmediyet’in amacı yalnızca Müslümanların dini durumlarını düzeltmektir… Bilindiği gibi siyasi kuvvet için partiler şarttır. Dini ve ahlaki kuvvet için de dini ve ahlaki cemaatler şarttır. Ahmediye cemaati siyasetten uzak durur. Eğer böyle işlere karışırsa o zaman kendi işlerinde bir gevşeklik meydana gelir.”
Ahmediler Halifeye Bağlıdırlar
Şu an Vâdedilen Mesih’in beşinci halifesi Hz. Mirza Masrur Ahmed Müslüman Ahmediye Cemaatinin başında bulunmaktadır. Kendileri Ahmedi Müslümanların manevi lideridirler. Bütün Müslümanların İslamiyet’in ilk devrinde olduğu gibi bir el üzerinde toplanması ve bütün gücüyle İslamiyet’in yayılması için Müslümanların bir halifeye tabii olmaları gerekir. Kur’an-ı Kerim Nur suresinde iman edip salih amel işleyenlerin hilafet nimetiyle şereflendireceğini bildiriyor. Nitekim Vâdedilen Mesih Hz. Mirza Gulam Ahmed’e (a.s.) de Allah (c.c.) kendisinden sonra yeniden hilafetin kurulacağını vaat ediyor. Ona bildirilenlere göre onun eliyle ekilen tohum halifelerin eliyle dünyanın dört bucağına yayılacak ve böylelikle İslamiyet üç yüz yıllık bir zaman içerisinde eski ihtişamına yeniden kavuşacaktır… İşte bundan dolayı bütün dünyadaki Ahmedi Müslümanlar bir halifeye tabii olma nimetiyle müşerref olmuşlardır.
Ahmediyet’te Hilafet sadece bir manevi makamdır. Bu makamın siyasetle şu veya bu şekilde hiçbir ilgisi yoktur. Vâdedilen Mesih’in ikinci Halifesi Hz. Mirza Beşirüddin Mahmud Ahmed (r.a.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Halife kendisinden öncekinin işini gözetlemekten sorumlu olur. Şimdi din ve dünya saltanatının her ikisini de Allah (c.c.) Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) bahşetmişti. Bundan ötürü halifeleri ülke ve din her ikisinin korunmasından sorumlu idiler. Ama Hz. Resulüllah’ın cemali vasıflarının tezahürü olan Vâdedilen Mesih sadece manevi âlemin Sultanı idi. Bundan dolayı halifeleri de aynen onun gibi onun yolundan yürüyeceklerdir. ”[9]
İşte bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi Ahmediyet’te Hilafet sadece bir manevi makamdır.
Ağaç Meyvesiyle Tanınır
Hilafet şemsiyesi altında bir el üzerinde toplanmış olan Müslüman Ahmediye Cemaati’nin MTA isimli yirmi dört saat dini yayın yapan bir uydu kanalı bulunmaktadır. MTA Türkçe dâhil çeşitli dillerde yayın yapmaktadır. Ayrıca Allah lütfuyla dünyanın bütün meşhur dillerine Kur’an-ı Kerim çevirip onları yaymayı bu cemaate nasip etmiştir. Hedefi dünyanın en ücra köşesine dahi Kuran ışığını yaymak ve bütün insanlığı İslamiyet’e davet edip onları bir el üzerinde toplamaktır.
Derleyen: Şaziye Paktürk
[1] Bakara Suresi, a.257
[2] Mirza Gulam Ahmed, Keşti-iNuh (Talim, Türkçe Tercümesi, s.9-10)
[3] İzale-yi Evham, Ruhani Hazain, s.169, c.3
[4] Melfuzat, s.328, c.2
[5] Tiryak-ul Kulub,(1902), Ruhani Hazain; s. 167, c.15, 2.bs., London, 1984
[6] Sitara -ı Kaysariyya; (1899), Ruhani Hazain,; s.120-121, c.15, 2.bs., London, 1984
[7] Govt.Angrezi Or Cihad;(1900), Ruhani Hazin; s.12-13, c.17, 2.bs., London 1984
[8] Hakikat-ül Mehdi; (1899), Ruhani Hazain; s.454, c.14, 2.bs., London, 1984
[9] Mirza Beşirüddin Mahmut Ahmed, Envar-ül Ulum, c.2, s.13


