Esmaü’l Hüsna – El-Cebbâr
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْجَبَّارُ
O, Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. O, padişahtır,kuddûstur, esinlik kaynağıdır, koruyandır, boyun eğdirendir.
El-Cebbâr الْجَبَّارُ, Yüce Allah’ın bir sıfatıdır ve Ce-Be-Ra جَبَرَ kökünden türemiştir. El-Cebbâr’ın anlamlarından biri ıslah etmektir. Arap sözlüğü Akrabu’l Mevarid’e göre, bir diğer anlamı da kırılanı onaran demektir. Bu konuyla ilgili , Peygamber Efendimiz’in( s.a.v.) bir hadisi şöyledİr.
عِنِ ابْنِ عُمَرَ اَنَّ رَسُوْلَ اللّٰہِ ﷺ قَرَئَ ھَذِہِ الْاٰیَۃَ ذَاتَ یَوْمٍ عَلَی الْمِنْبَرِ وَمَا قَدَرُوا اللّٰہَ حَقَّ قَدْرِہِ وَالْاَرْضُ جَمِیْعًا قَبْضَتُہٗ یَوْمَ الْقِیَامَۃِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِیَّاتٌ بِیَمِیْنِہِ سُبْحَانَہُ وَتَعَالٰی عَمَّا یُشْرِکُوْنَ وَرَسُوْلُ اللّٰہِ ﷺ یَقُوْلُ ھَکَذَا بِیَدِہِ وَیُحَرِّکُھَا یُقْبِلُ بِھَا وَ یُدْبِرُ یُمَجِّدُ الرَّبُّ نَفْسَہُ اَنَا الْجَبَّارُ اَنَا الْمُتَکَبِّرُ اَنَا الْمَلِکُ اَنَا الْعَزِیْزُ اَنَا الْکَرِیْمُ فَرَجَفَ بِرَسُوْلِ اللّٰہِ ﷺ الْمِنْبَرُ حَتّٰی قُلْنَا لَیَخِرَّنَّ ‘بِہِ
Hz. İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün minberde şu ayeti okudu: “Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun avucundadır. Gökler de sağ elinde dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.” (Kur’an-ı Kerim, 39:68) Hz. Peygamber (s.a.v.) minberi sıkıca tutarak ve ellerini ileri geri hareket ettirerek şöyle açıkladı: “Yüce Allah kendi sıfatlarını ilan eder ve şöyle buyurur: ‘Ben Cebbâr’ım (Boyun Eğdirenim), Ben Mütekebbir’im (Yüce Olanım), Ben Melik’im (Hükümdarım), Ben Aziz’im (Güçlüyüm) ve Ben Kerim’im (En Cömertim).'”
Ravi: “Hz. Peygamber (s.a.v.) ellerini öyle bir şekilde hareket ettirmekteydi ki, minberin Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte düşeceğinden korktuk” diyor
Günahtan Kurtuluş
“Allah eskiden nasıl idiyse şimdi de aynıdır. Eskiden kuvvet ve kudretleri nasıl ise şimdi de aynıdır. Eskiden mucize göstermeye nasıl kudreti var idiyse şimdi de aynen vardır. Öyle ise neden yalnız hikâye ve masallarla yetinirsiniz? Mucizeleri yalnızca hikâyeden ve gerçekleşmeden önce verdiği haberleri yalnızca masallardan ibaret olan bir din ölmüştür. Allah’ın (c.c.) üzerine inip kendini belli etmediği ve yakin yoluyla İlahî elin arındırmadığı bir cemaat helak olmuştur. Nasıl ki dünya zevklerini gören bir insan onun cazibesine kapılırsa, aynen kuvvetli bir inanç (yakin) sayesinde bir insan ruhani (manevi) haz ve lezzetler duyduğu zaman Allah’a (c.c.) doğru çekilir. İlahi güzelliğin cazibesi onun zihninde o derece yer eder ki, başka şeylerin onun gözünde hiçbir değeri yoktur. Bir insan günahlardan ancak Allah’ın (c.c.) varlığının yüceliğini, ceza veya sevap verebileceğini kesin olarak bildiği zaman kurtulabilir. Her korkusuzluğun temelinde bilgisizlik yatmaktadır. Allah’ın (c.c.) kesin marifetinden pay alan kişi korkusuz kalamaz. Bir ev sahibi, güçlü bir selin evine doğru geldiğini veya ateşin evinin etrafını sardığını ve azıcık bir yerin ateş dışında kaldığını bildiği zaman o evde duramaz. Öyle ise sizler, İlahî mükâfata ve cezaya sarsılmaz kuvvetli bir inançla bağlı olduğunuzu iddia ederek tehlikeli durumlarınızda nasıl durabilirsiniz? Bu yüzden gözlerinizi açınız ve Allah’ın (c.c.) kanununun dünya üzerindeki işleyişini dikkatlice düşününüz. Sadece toprağın derinliklerine giden fareler gibi olmayınız. Aksine yükseklerde uçabilen ve gökyüzünü benimseyen güvercin gibi olunuz. Elimden biat olarak tövbe ettikten sonra önceki günah yollarına bağlı kalmayınız. Derisini değiştirdikten sonra eskiden olduğu gibi, yine yılan olan bir yılana benzemeyiniz. Size her an yaklaşmakta olan, fakat sizin habersiz olduğunuz ölümü daima hatırlayınız. Pak olmak için elinizden geleni yapınız. Zira insan, ancak kendisi pak olduğu nispette pak olana yaklaşabilir.”


