Hırsızlığın kötülüğü

1.Halifetü’l Mesih Mevlevi Nuruddin hazretleri’nin yanına bir keresinde bir hırsız, ilaç yaptırmak için geldiğinde Nuruddin hazretleri ona nasihat etmeye başladı. “Allah-u Teala size eller ve ayakları onlarla haram yiyin diye vermedi; Onlar vasıtasıyla helal kazanıp yiyin diye verdi. Siz neden hırsızlık yapmayı bırakmıyorsunuz? Neden helal yoldan kazanmıyorsunuz?” Halife hazretleri ona nasihatlerde bulununca hırsızın gözleri hırstan kıpkırmızı oldu ve şöyle dedi: “Peki Molvi Bey! Eğer bizim kazandığımız helal değilse başka hangisi helal olacak. Sizler tatlı tatlı uyurken biz dolaşmaktan bitap düşüyoruz. Eğer birisi bizi farkederse bize ateş ediyor. Biz canımızı tehlikeye atarak hırsızlık yapıyoruz. Bundan daha helal hangi kazanç olabilir?”

Halife hazretleri şunu anladı ki o hırsızlığı adet edinmiş ve bu işi yapa yapa onun fıtratı öylesine bozulmuştu ki bu kötü iş bile onun gözünde artık kötü olarak kalmamıştı. Artık tartışarak nasihat etmenin ona bir faydası olamazdı. Bu yüzden Nuruddin hazretleri konuyu değiştirdi ve o konu onun zihninden çıksın diye oradan buradan konuşmaya başladı. Bir müddet geçtikten sonra hırsıza, siz nasıl hırsızlık yapıyorsunuz, diye sordu. O şöyle dedi: İnsan tek başına hırsızlık yapamaz, biz beş-altı kişi birleşip hırsızlık yapıyoruz. Onlardan birisi evin sırrını bilir,  genellikle o sucu ya da temizlikçidir. O olmadan hırsızlık olmaz; çünkü ancak o odaların ve kapıların yerini bildiriyor ve o nakit para ya da mücevherlerin nerede olduğunu haber veriyor. Ondan sonra, duvarı delmekte uzman birisine ihtiyaç oluyor. O, aletlerini öyle ustalıkla kullanır ki delik deldiği duyulmaz ve ev halkı ayıkmaz. Sonra, kilitleri açmakta tecrübeli başka bir adam gerekiyor. Duvarı delen işini bitirince bir kenara çekilir, diğerinin işi başlar ve o da sandıkların kilidini açar. Sonra bir başka adam daha lazım; Öyle bir adam ki sessiz yürümekte çok maharetli olmalı ve onun ayak sesi hissedilmemeli. Böylece biri kilidi açar eşyaları çıkarıp diğerine verir o da dışardakilere uzatır. Sonra beşinci bir adamın görevi vardır; O da sokağın başında durur ve birinin geldiğini görürse ıslık çalar veya ona benzer bir yöntemle uyarır. Sonra bembeyaz giyinmiş altıncı bir adam lazım ki kimse ondan şüphelenmesin. Çünkü bizler yarı çıplak ve kirli oluruz. Birisi bizi görür görmez hırsız olduğumuzdan şüphelenir. Halbuki o adam öyle elbiseler giyinir ki kimse ondan şüphe duymaz. Biz nakit paraları ve mücevherleri ona veririz. O, çok sakin bir şekilde malları alıp götürür ve altın işlemecisi olan yedinci bir adama verir. Altın, gümüş, mücevher vesaireyi eritip yeni bir şekil verir ve sonra da satar. En sonunda biz hepimiz aramızda bunu bölüşürüz.

1.Halifetü’l Mesih hazretleri şöyle devam ediyor: Ben ona dedim ki, sizin onca çabanızdan sonra o altın işleyici kişi sizin altınlarınızı yerse ne yaparsınız? Bunun üzerine hırsızın ağzından gayri ihtiyari olarak şu kelimeler çıktı: “O, başkasının malını yiyecek kadar haram düşkünü olabilir mi?” Ben, tamam bak sen anladın. Belli ki başkasının malını yemek haramdır ve sizin vicdanınız da bunu kabul ediyor. Fakat hırsızlık alışkanlığı sizin vicdanınızı öyle köreltmiş ki siz bu işi bile helal saymaya başlamışsınız.

Bir insan uzun süre bir işi yaparsa yavaş yavaş o iş ona güzel görünmeye başlar. Allah-u Teala’nın bir yandan böyle bir kanunu varken, diğer taraftan Allah’ın şu kanunu da vardır ki hiçbir kötü işin neticesi iyi çıkamaz. Nitekim buyurur ki, onlar yaptıkları kötü işlerden lezzet alıyor olmalarına rağmen; yaptıklarını iyi zannediyor olmalarına rağmen yine de o işlerin kötü sonuçlarından kendilerini koruyamazlar. Aksine onlar o kötü işler yüzünden bu dünyada da rüsva olacaklar; Ahirette de zarara uğrayacaklar.

(Tefsir-i Kebir, Hz. Mirza Beşirüddin Mahmud Ahmed, Cilt 10, Sayfa 41-42, Yeni Baskı)

Start typing and press Enter to search