Aile Anlaşmazlıklarının Uzlaştırılması

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثٖيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذٖى تَسَاءَلُونَ بِهٖ وَالْاَرْحَامَ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقٖيبًا

Az önceci Nisa Suresi ikinci ayet-i kerimesidir. Şöyle buyurmaktadır:

Ey insanlar! Hepinizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getirip, (yeryüzüne) dağıtan Rabbinizin takvasını benimseyin. Adı ile birbirinizden (haklarınızı) dilediğiniz Allah’ın takvasını benimseyin. (Özellikle) akrabalarınızın hakkını koruyun.  Şüphesiz Allah üzerinizde gözeticidir.”

Bu, Hz. Resulullah’ın (sav) bir nikâhı ilan ederken okuduğu ayetlerden biridir. Takva ile birlikte, akrabalık bağlarına, iyi aile ilişkilerine saygı gösterilmesine vurgu yapılmaktadır. Anahtar kelime “Rahim”dir. I. Halifetu’l Mesih (ra) Hazretleri şöyle açıklamıştır: Yüce Peygamber (sav) buyurmuştur ki, Rahim kelimesi Rahman ve Rahim ile aynı kökü paylaşması sebebiyle, Allah ona özellike bakmıştır. Yüce Allah, onunla özel olarak ilgileneceğine dair güvence vererek, kim sizinle, yani aile ilişkileriyle bağlarını keserse, ben de onlarla bağları keseceğim buyurmuştur.

Yeni bir aile oluşturacak bir çiftin bir araya gelmesi, bunu hatırlatmak için ne güzel bir fırsattır.

Bu, iyi aile ilişkilerinin sürdürülmesinin önemini göstermektedir.

Huzur Akdas (aba) bunu izah ederken, “Sıla-i Rahim” ifadesini şöyle açıklamıştır:

“Yakın aile bağı olanlara karşı nezaket – Sıla-i Rahim, çok geniş anlamda bir terimdir. Kadının akrabalarının, erkeğin akrabaları ile aynı haklara sahip olmasını gerektirir. Onlara karşı Sıla-i Rahim, kişinin kendi yakınları ile münasebetlerinde olduğu kadar önemlidir.”

Genel olarak insanlık, tarihinin en zorlu döneminden geçmektedir. Bu hem uluslararası, hem de bireysel düzeyde böyledir.

Bununla birlikte, bu tür karanlık dönemlere, insanlığın bir ateş çukurunun eşiğinde durduğuna, daha önce de tanık olunmuştur. Kur’an-ı Kerim’in şöyle tarif ettiği bir zaman vardır: Karada ve denizde fesat çıkmıştır.

Her şey kaybolmuş gibi göründüğünde, o zaman karanlığı dağıtan parlak bir ışık ortaya çıktı. Bir yola ışık tutan bir fener gibi. Öyle bir yol ki, toplumda, aynı zamanda bireyde ve her düzeyde her ailede zorlukların çözümünü sağlayan bir yol. Aile içindeki anlaşmazlıkları da uzlaştırmak üzere sahip olduğumuz rehberlik işte budur.

İnsanoğlunun kaydettiği muazzam ilerlemeye rağmen, bilim ve teknoloji dünyasında ya da diğer birçok alanda çok fazla rahatsızlıklar yaşanmaktadır. İşte bu zamanda Çağın İmamı dünyaya barış getirmek için gönderilmiştir.

Bu nedenle, ister uluslararası düzeyde ister ailenizle ilgili bir anlaşmazlığı çözmek isteyin, çok değer verdiğimiz bu rehberliğe başvurmamız şarttır.

Daha önce de belirtildiği gibi, konu aile içi anlaşmazlıkların uzlaştırılmasıdır.

Aile üyeleri arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıklar, insani zayıflıklar, bencil tutumlar, kontrol edilemeyen öfke, şüphecilik, yalan, takvadan yoksun olma, kişinin karakterinde katı olması, gerçekçi olmayan beklentilere sahip olmak ve uzlaşmaya istekli olmamak nedeniyle ortaya çıkar. Bu liste daha da uzayıp gidebilir.

Uzun bir süre kadılık – uzlaştırıcı hâkimlik görevi yapmış olmama ve farklı aile ilişkilerini içeren aile anlaşmazlıkları konusunda ilk elden deneyime sahip olmama rağmen, yine de kendimi bu konuşmayı yapmaya layık görmüyorum.

Sevgili İmamımız’ın (aba) bana gösterdiği güvenle, neredeyse çeyrek asra uzanan bir zaman diliminde bizzat kendisinin sunduğu rehberlikten faydalanarak, bu konuyu ele almaya çalışacağım.

Hiç şüphe yok ki, uzlaşma anlaşmazlıktan daha iyidir ve akrabalık bağlarını korumak onları kesmekten daha hayırlıdır.

Anlaşmazlıkları uzlaştırmak veya çözmek, kişiye büyük bir ödül vaat edilen bir yükümlülük ve kıymetli bir ameldir.

Kur’an-ı Kerim şöyle buyurulmaktadır:

Barış en hayırlısıdır.” [Nisa suresi, ayet 129]

“Şüphesiz müminler, sadece (birbirlerinin) kardeşleridir. Öyleyse kardeşlerinizin arasında barışı sağlayın ve merhamet edilesiniz diye Allah’ın takvasını benimseyin.” [Hucurat suresi, ayet 11]

Yüce Peygamber’in (sav) hayatı, bir anlaşmazlık çıktığında Müslümanları uzlaşmaya çağırdığı örneklerle doludur. Öyle ki, peygamberliğini ilan etmeden önce bile o, ihtilaflıları uzlaştırmakla meşguldü.

Bir yerde Hz. Abdullah bin Emir (ra) şöyle beyan etmiştir: Resulullah (sav) buyurmuştur ki: “İyi işlerin en hayırlısı, insanları barıştırmaktır.”

Bu, genel olarak anlaşmazlıkları uzlaştırmanın önemini ve aile anlaşmazlıklarını uzlaştırmaktan daha önemli olabilecek şeyleri bir perspektife oturtmaktadır.

Anlaşmazlıklar veya çatışmalar barışın bozulmasına yol açar ve bunula alakalı olanlara büyük ıstırap verir. Aile hayatı, cennet benzeri tanımlanan bir atmosfer olmaktan çıkıp, daha sonra cehenneme dönüşür ve etkilenenler için dayanılmaz bir durum haline gelir.

Aile içindeki bu huzur eksikliği o zaman dört duvar arasında sınırlı kalmaz, daha sonra daha geniş aileye yayılır ve diğer birkaç hanenin huzurunu da yok eder.

Daha da önemlisi, aile içindeki barış, insan etkileşiminin her düzeyinde barışın temelidir.

Ne de olsa İslam, Yaratana karşı yükümlülüklerimiz ve O’nun mahlûkatına karşı da sorumluluklarımızdan oluşmaktadır. Peki, Allah’ın mahlûkatı arasında bize en yakın olan kimdir? Bu bizim aile üyelerimiz olmalı, ebeveynlerimiz, erkek ve kız kardeşlerimiz, eşlerimiz, çocuklarımız ve en az onlar kadar önemli olan eşlerimizin ailesidir. Onlar da evlilik yoluyla akrabalarımızdır. Bunlar yakın aile bağlarıdır ve onlara karşı nezaket bir zorunluluktur.

Ne yazık ki, insan Kur’an-ı Kerim’in tanıklık ettiği üzere zayıftır. O, zayıflığını ailesinin fertleriyle bile çatışmaya girerek gösterir. Bize ne emredilirse emredilsin:

‘Barış en hayırlısıdır’

Kur’an-ı Kerim, ihtilaflı tarafları nasıl uzlaştıracağımız konusunda bize rehberlik eder. Nisa suresinin 36. ayetinde şunları okuruz:

Karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden hikmet ile karar veren birini, kadının (da) ailesinden hikmet ile karar veren birini tayin edin. Onlar aralarını bulmak isterlerse, Allah her ikisi arasında uzlaşma sağlayacaktır.”

Bu ayetteki hikmet anlaşılmalıdır. Bu, kişinin bir anlaşmazlığı kavradığı zamandır. Uzlaşma çabası ne kadar erken olursa, başarı şansı da o kadar artar.

Hakemlerin Allah’tan korkan, dürüst ve güvenilir olmaları ve aile içinden oldukları için de gizlilik ve saygıyı sağlayabilmeleri önemlidir. Bu, Allah’ın onlara verdiği bir emanettir ve adaletle hareket etmeleri gerekir. Allah adil olanları sever. Hakemlerin çabaları, meseleleri daha da alevlendirmek değil, uzlaşmak olmalıdır.

Hakemlerin rolü, taraflara yükümlülüklerini ve sorumluluklarını hatırlatmak, çatışmanın kaynağını bulmak, ortaya çıkmış olabilecek yanlış anlamaları ortadan kaldırmak, arabuluculuk yoluyla bir orta yol bulmak ve uzlaşmaya varmaktır.

Hukukçular, uyuşmazlık içindeki taraflar arasında barışı sağlamak için hakem atanmasının sadece evlilik uyuşmazlıklarıyla sınırlı olmadığını, tarafların akraba olduğu diğer uyuşmazlıklarda da kullanılması gerektiğini söylerler. Bu, Hz. Ömer’in (ra) bir kararıyla ortaya çıkmıştır. O, kadılarına akrabalar arasındaki anlaşmazlıkları birbirlerinin yardımıyla barışmaları için kendilerine geri göndermeleri hakkında bir emir yayınlamıştı.

Uzlaşma genellikle iletişim, arabuluculuk ve müzakereyi içerir.

Taraflar arabuluculuk için bir araya getirildiğinde, meselelerin kontrolden çıkmasına izin vermemek üzere hassas becerilerin kullanılması önemlidir. Nazik konuşma, düşmanlığı olan birini gerçek bir dost haline getirebilir.

Tüm taraflar takvayı benimsemeli ve Kuran’ın ‘Kavl-i-Sedid’ emrine bağlı kalmalı, açık sözlü olmalı, değişmeye istek göstermeli ve durumu diğer kişinin bakış açısından görmelidir.

Belki de karşılaştığımız en fazla aile içi anlaşmazlık karı koca arasında olanlardır. Bu anlaşmazlıklar öyledir ki, etki alanı sadece çiftle sınırlı kalmaz. Daha geniş aile de dâhil olmak üzere tüm aile bağlarına yayılır. Bu sadece bir ailenin huzurunu bozmakla kalmaz, aynı zamanda birkaç haneyi de etkiler. İslam’da çiftin her ikisine de yükümlülükler getirilmiştir ve bunlar göz ardı edildiğinde sorunlar ortaya çıkabilir.

Huzur (aba) bunu çok güzel özetlemiş ve buyurmuştur ki:

“Karı koca arasındaki ilişkiler aile sisteminin çekirdeğini oluşturur. Her iki tarafın içinde birbirine karşı sevgi, karşılıklı saygı, takdir ve kusurların örtülmesi (becerisi) olmazsa o zaman ailenin huzuru bozulur”

Bu anlaşmazlıkları çözmek için dikkatler İslami rehberliğe çevrilmelidir.

Allah bize şunu hatırlatır:

“Onlar sizin için, siz (de) onlar için (bir çeşit) elbisesiniz.”  [Bakara suresi, ayet 188]

Birbirlerinin zayıflıklarını örtmek her ikisinin de sorumluluğundadır. Herkesin bir zaafı olması kaçınılmazdır, ancak anlaşmazlığı çözmek için Peygamber Efendimizin (sav) söylediklerine kulak vermeliyiz.

“İkisi birbirlerinin kusurlarını görseler de, onların birbirlerinde hoşlandıkları pek çok şey de vardır. Onlar kusurlarla dolu değildirler.”

Bu tutumu benimsersek, o zaman çatışmayı çözmek mümkün olur ve hoşgörünün bir özelliği de budur. Bu, evlilikteki küçük sorunları ayıklamak için çok önemlidir.

Vadedilen Mesih [as] şöyle açıklamıştır:

“Ahlaksızlık dışında, kadınların tüm zayıflıklarına ve huysuz davranışlarına müsamaha gösterilmelidir. Bir erkeğin bir kadınla kavga etmesini utanç verici buluyorum. Allah bizi erkek olarak yaratmıştır, bu da üzerimizdeki Lütfunun tamamlanmasıdır ve bu büyük lütuf için minnettarlığımızı kadınlara nezaket ve şefkatle davranarak ifade etmeliyiz.” [Malfuzat cilt 2 sayfa 307]

Hoşgörü, genç bir kızın tepkisinden çıkarılabilecek şöyle bir derstir. Bir çiftin tartıştığını ve öfkeyle seslerini yükselttiğini gördüğünde o şaşırmış ve kendisine anne babasının hiç kavga ettiğini görüp görmediği sorulmuş. Onun şöyle cevap verdiği aktarılmıştır: Evet, kızarlardı ama annem kızdığında babam sessiz kalırdı ve o kızdığında annem sessiz kalırdı ve anlaşmazlık evimizde daha ileri gitmezdi.

Bu nedenle, zor durumlarda hoşgörü ve sabır çoğu zaman barışçıl bir uzlaşmaya yol açabilir. Bu özellikler, ailemizin her üyesine karşı davranışımızın bir parçasını oluşturmalıdır.

Zaman zaman gelin ve kayınvalide arasında, onlardan birinin diğerinin haklarını gasp etmesi söz konusu olduğunda, anlaşmazlık ve uyuşmazlık meydana gelir. Zaman zaman hararetli atışmalar olur. Uzlaşma, kendini bu durumda bulmuş genç bir hanımdan öğrenilerek sağlanabilir. O, veli bir kimseden yardım istemeye gitmiş ve kendisinden kayınvalidesiyle iyi ilişkiler kurmasına yardımcı olacak bir muska vermesini istemiş.

Veli kimse ona mühürlü bir kâğıt parçası vererek, kendisinden açmamasını istemiş.

Ancak kayınvalidesi ona ne zaman kızacak olsa, o, kâğıdı kullanıp dişlerinin arasında sıkıca tutacak ve bu şekilde zamanla durum da düzelecekti.

Birkaç gün sonra kız veli kimseye gelmiş ve kayınvalidesiyle ilişkilerinin gerçekten de dramatik bir şekilde düzeldiğini bildirmiş ve veli kimsenin kâğıda ne yazdığını öğrenmek istemiş. Veli kimse mührü açmasına izin vermiş ve kız hayretler içinde boş bir kâğıt parçası olduğunu anlamış.

Veli kimse, kayınvalidesi sinirlendiğinde, onun kâğıdı dişlerinin arasında tuttuğu için karşılık veremediğini, böylece meselenin daha da kötüye gitmesinin önlendiğini açıklamış. Birkaç gün sonra kayınvalidesi de değişimi hissetmiş ve o da gelinine karşı nazik ve şefkatli davranmaya başlamış.

Dilimizi kontrol etmek, meseleleri uzlaştırmada kilit bir rol oynar.

Öfke öyle bir duygudur ki, kontrolden çıkabilir ve meseleleri alevlendirebilir. Öyle ki, tarafları uzlaşı için bir araya getirmek zorlaşır ve bu anlaşmazlıklar daha sonra tırmanır.

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Güçlü bir insan, diğeriyle güreşebilen ve onu yenebilen biri değildir, bilakis güçlü bir insan, hiddet ve kızgınlık anında öfkesini kontrol edebilen kişidir.”

Huzur (aba) rehberlik ederek şöyle buyurmuştur:

“Erkekler ve kadınlar, hadis-i şerifte geçen şu ilkeyi de hatırlamalıdırlar: Öfkelendiğinizde ayaktaysanız oturun veya abdest alın, bu öfkenizi soğutur.”

Huzur (aba) ayrıca şöyle buyurmuştur: “Bazı şikâyetler aldığımda erkeklere derim ki, bu ülkede su sıkıntısı yok. Duşunuzu ya da musluğunuzu açın ve başınızı altına koyun, öfkeniz soğuyacaktır.”

Belki de bunu denemeliyiz, yeter ki duşu açan eşimiz olmasın, bu durumda öfke daha da şiddetlenebilir.

Uzlaşı ve tevazu genellikle barışma ile sonuçlanır. Bu, her iki tarafın da istediklerini elde edemediği, ancak bir çözüme ulaşmak için sevdikleri bir şeyi feda etmeye istekli oldukları zamandır.

Vadedilen Mesih (as) sözlerine şöyle devam etmiştir: “Egonuzdan her şekilde ayrılın ve karşılıklı şikâyetleri ortadan kaldırın. Gerçek sizden yana olsa da, suçlular gibi alçakgönüllü olun ki bağışlanabilesiniz. Kibrinizi beslemeyin, çünkü egosuyla şişmiş olanlar, çağrıldığınız kapıdan geçemezler… Kardeşinin günahlarını en çok bağışlayan, aranızda daha şerefli olanınızdır.”

Vadedilen Mesih’in (as) bu güçlü sözleri her birimiz içindir. Keza haklı olsak bile, suçlu olan biri gibi alçakgönüllülük göstermemiz anlaşmazlıklara uzlaşma getirecektir.

Daha büyük bir iyilik için bir şeyi feda etmek, insanları mucizevi bir şekilde uzlaştırabilir. Bunun örneği, Hz. Süleyman’ın (as) zamanında meydana geldiği rivayet edilen bir olaydır.

Tarlalarıyla ilgilenen iki kadının her birinin yanında bir bebek varmış ve bir kurt gelip bebeklerden birini yemiş. Bebeği olan kadın diğer kadına “kurt senin bebeğini aldı” demiş ve hayatta kalan bebeğin kendisine ait olduğunu iddia etmiş.

Mesele karar vermesi için Hazreti Süleyman’a götürülmüş. Her iki kadın da kaçırılanın diğerlerinin bebeği olduğunu iddia etmiş. Hayatta kalan bebek için ise her iki kadın da kendisinin olduğu iddiasında bulunmuş. Ancak kadınlardan sadece birisi doğruyu söylemekteydi.

Bunun üzerine Hz. Süleyman (as) tek seçeneğin bebeği ikiye bölüp her birine birer parça vermek olduğu söyleyerek, bir bıçak getirilmesini istemiş.

Bunun üzerine kadınlardan biri, Allah’ın Rahmeti üzerinize olsun dedi. Bu bebek diğerine aittir, bu yüzden gerçek annesi olduğu için onu kendisine verin. Bebeğin kurtulması için o, hakkından vazgeçmeye razı olmuştu.

Bu nedenle, ister ebeveynlerinizle, ister kardeşlerinizle, eşinizle veya başka herhangi bir akrabanızla bir anlaşmazlık olsun, uzlaşmak için kişi fedakârlık yapmaya istekli olmalıdır. Bu annenin nelerden vazgeçmek istediğine bir bakın. Aile üyeleri arasındaki pek çok anlaşmazlıkta, taraflar bazen en önemsiz şeyleri bile feda etmeye hazır değillerdir.

Bu nedenle, anlaşmazlıkların uzlaştırılması bazı müzakerelerle yapılabilir. Her iki tarafı da dinledikten ve akıl yürüttükten ve bir orta yol bulduktan sonra, her iki taraf da bir araya getirilir ve bir anlaşma üzerinde mutabakat sağlanır.

Diğer bazı aile anlaşmazlıkları ise kardeşler arasında meydana gelebilir. Erkek kardeşler birbirlerine düşerler ya da bazı durumlarda kız kardeşler birbirlerine düşerler ve bazen erkek kardeşler kız kardeşleri ile anlaşmazlık yaşarlar. Aynı evde doğmuş ve birlikte büyümüş olmalarına rağmen nedense aralarında bir husumet olması çok üzücü bir durumdur. Tam bir direniş ve birbirlerine karşı nefret oluşur. Birbirlerini görmezler ve sık sık birbirlerine olan kinlerini topluluk içinde yayarlar.

Zaman zaman anlaşmazlıklar, finansal ilişkiler veya kardeş rekabeti veya ebeveynler tarafından ortaya konulan eşitsiz muamele sonucu olabilmekte, diğer zamanlarda ise kardeşlerin çocukları nedeniyle de gerçekleşebilmektedir.

Ne yazık ki, sorunların kökeninde genellikle İslami öğretileri ihmal etmek yatmaktadır. Mesala işlemleri belgelemek üzere Kur’an-ı Kerim’in emrine uymayan mali ilişkilerde ortaya çıktığı gibi.

Diğer zamanlarda ise sorun, büyük kardeşe saygı duymamak ve büyük kardeşin küçüğüne karşı nazik davranmamasıdır. Hazreti Abdullah bin Emir (ra), Hz. Resulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim gençlerimize merhamet etmez veya büyüklerimizin haklarını teslim etmezse, o bizden değildir.”

Sebep ne olursa olsun, Kuran’ın ‘Barış en hayırlısıdır’ emrine uymak gerekir.

Arabuluculuk yoluyla uzlaşmak bize öğretilen şeydir. Bir kez daha, karşı tarafın zayıflığını görmezden gelmek, daha büyük iyilik için bazı haklarınızdan vazgeçmek ve çözüme ulaşmak için bir uzlaşmaya varmak gereklidir. Daha büyük olan siz olun, uzlaşma elini ilk uzatan siz olun. Vadedilen Mesih’in (as) buyurduğu gibi;

“Haklı olsanız bile, suçlu gibi alçakgönüllü olun”

Kardeşler arasındaki anlaşmazlıkları uzlaştırmak, Hz. Peygamber’den (sav) de anlaşılabileceği gibi, çok ivedi bir meseledir.

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir Müslüman’ın kardeşiyle üç günden fazla konuşmaması caiz değildir.”

Evet, bu onun Müslüman kardeşine işaret etmektedir. Gelin siz aynı ailedeki kardeşler bakımından bunun ne kadar önemli olduğunu bir düşünün.

Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri Allah’ın huzurunda sunulur ve her kul, ibadette Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadığı takdirde mağfirete uğrar. Ama kalbinde kardeşine karşı kin besleyen kimse affedilmez. Onlar hakkında iki kez, bu ikisini barışıncaya kadar tutun, denir.”

Önümüzdeki (en yakın) Pazartesi (ya da Perşembe) amellerimiz Allah’ın huzurunda sunulacak. Kardeşimizle barışmadığımız için bağışlamadan mahrum kalmamamız bizim sorumluluğumuzdur. Bir aile anlaşmazlığını çözmek üzere bu hadis-i şerif bir rehberdir. Bu konuda başarısız olmayalım. Her birey kendi durumunun farkında olarak kin tutmak yerine uzlaşmak için elinden gelenin en iyisini yapmalıdır.

Ebeveynlerin çocuklarına karşı eşit olmayan muamelesine gelince, bu da çatışmaya neden olabilir. Ebeveynlerin çocuklarına eşit davranmaları gerektiğini hatırlatan aşağıdaki Hadis, çocuklarımızla ilgilenirken kayırmacılıktan kaçınmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Hz. Numan bin Beşir (ra), babasının kendisini Hz. Peygamber’e (sav) götürdüğünü ve onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bu oğluma kölelerimden birini hediye ettim.” Hz. Peygamber (sav) sormuş: “Çocuklarınızın her birine benzer bir hediye verdiniz mi?” O, “hayır” demiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Bu hediyeyi geri al.” [Buhari, Müslim]

Her birimizin parçası olduğumuz bir aile ilişkisi bulunmaktadır. Bazılarımızın eşi olmayabilir, bazılarının kardeşi olmayabilir, bazılarının çocuğu olmayabilir, ancak her birimizin kesinlikle ebeveynleri vardır. Onlar her ailenin çekirdeği, merkezi, odağıdır. İslam’ın, hem Kur’an-ı Kerim’in hem de Hz. Peygamber’in (sav) ele aldığı konu olarak, anne ve babamıza borçlu olduğumuz özene bu kadar çok önem vermesine şaşırmamamız gerekir.

Bize, merhamet kanadını onların üzerine indirmemiz, yaşlandıklarında ve güçten düştüklerinde, bazen son derece zor durumlarda her ihtiyaçlarıyla ilgilenmemiz ve onlara asla ‘öf’ demememiz emredilmiştir. Ayrıca, onlar için şöyle dua da etmeliyiz:

“Ey Rabbim, beni çocukluğumda yetiştirdikleri gibi, Sen (de) onlara rahmet eyle!”

Buna rağmen, bir çocuğun ebeveynleriyle bir anlaşmazlığa düşmesi umutsuzca çok üzücü bir durumdur. Zaman zaman hararetli atışmalar olur ve sert bir dil kullanılır, kırılmaması gereken biyolojik bağ kesilir.

Çözüm, çocuklara Kur’an emirlerini hatırlatmak ve onlara tekrar tekrar hatırlatmakla başlar. “Öyleyse hatırlatmaya devam edin, şüphesiz hatırlatmak faydalıdır.”

Hazreti Abdullah bin Ömer (ra), bir adamın Hz. Peygamber’e (sav) geldiğini ve anne ve babamı gözyaşları içinde bıraktığım halde sana hicret edeceğime dair söz vermeye geldim dediğini anlatır. Hz. Peygamber (sav) buyurmuştur ki: “Onlara geri dön ve onları ağlattığın gibi güldür.” [Buhari]

Çocuklarınızı, ebeveynlerine hizmet etmeyi ihmal ederlerse aşağılanmaya mahkûm olacakları konusunda uyarın.

Hazreti Ebu Hureyre (ra), Resulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim demiştir: “Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün.” Ey Allah’ın Resulu, kim diye sorulunca o, “Anne ve babasından biri ya da her ikisi hayattayken yaşlanan ve Cennete giremeyen kimse” demiştir.

Hz. Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Anne ve babasını inciten beni incitir, beni inciten de Allah’ı incitmiştir. Allah’a zarar veren de lanetlidir.”

Çocuklara, bugün ebeveynlerine karşı nazik davranmazlarsa ve onları terk ederlerse, daha sonraki yıllarda kendilerinin de çocukları vasıtasıyla aynı kaderi paylaşabilecekleri hatırlatılmalıdır.

Bir oğlun babasının bir yük haline geldiğini hissettiği ve bir gün onu omuzlarında taşıdığı ve onu terk etmek niyetiyle ormanın derinliklerine götürdüğü anlatılır. O, yere bırakmak üzereyken, babasının sesini duyar. Baba der ki, oğlum burada değil, biraz ileride, o ağacın yanında (bırak). Oğul şaşkınlıkla babasına, neden orada diye sorar? O da şöyle cevap verir: Ben, kendi babam bir yük haline geldiğinde onu orada terk etmiştim.

Ne ekersen onu biçersin derler ya, bu da çocuklara yükümlülüklerini hatırlatmak için güçlü bir caydırıcılık ve önemli bir mesaj niteliği taşımakta, dikkatlerini Kur’an-ı Kerim’e yöneltmeleri için bir uzlaşma aracı olmaktadır:

“Ey Rabbim, beni çocukluğumda yetiştirdikleri gibi, Sen (de) onlara rahmet eyle!”

Bu uyarılar o kadar güçlü olabilir ki, Allah’tan korkan çocuklar hatalarının büyüklüğünü fark ettiklerinde, zaman zaman bu, onların ebeveynleri ile olan anlaşmazlıklarının uzlaştırılmasına da neden olabilir.

Elbette ebeveynlere de yüklenen sorumluluklar vardır. Örneğin, çocukların iyi yetiştirilmesi. Onlar çocuklar için örnek kimselerdir ve karakterlerinde ikilik olmamalıdır. Huzur, ‘Çocuklar son derece zekidir ve bu nedenle ebeveynler eylemlerinde ve işlerinde tutarsızlıklara sahip olmamalıdır‘ uyarısında bulunmuştur.

Ebeveynler ile olan aile anlaşmazlıkları birçok nedenden kaynaklanabilir. Çoğu zaman bunların temelinde bazı finansal meseleler veya algılanan eşitsiz muamele vardır. Çocuklara hatırlatılması gereken bir husus da, ebeveynlerinin onları yetiştirirken çok fazla zaman, emek ve para harcadıkları ve bu nedenle onlara belki de hiçbir zaman tam olarak geri ödenemeyecek çok şey borçlu olduklarıdır.

Şu husus rivayet edilmiştir:

“Ey Allah’ın Resulu, benim malım ve bir de oğlum var ve babam bütün servetimi almak istiyor. O, şöyle buyurmuştur: ‘Sen ve malın babana aitsiniz.’” [İbni Mace]

Sadece bize rehberlik etmekle kalmayıp aynı zamanda anlaşmazlıklarımızı uzlaştırmak için başvurduğumuz bir İmamımız olduğu için çok şanslıyız. Onun idaresinde, anlaşmazlıkları uzlaştırmamıza yardımcı olan bir düzenimiz, bir nizamımız bulunmaktadır. Örneğin, ailenin çabaları olumlu bir sonuca ulaşamadıysa, o zaman Islahi Komitesi görevini yerine getirmektedir.

Sevgili İmamımız (aba), sevgili Peygamber Efendimiz (sav)’in izinden gitmeye devam etmekte ve her fırsatta var oluşumuz ile alakalı tüm konularımızda bize rehberlik etmektedir. Elbette o, aileler arasındaki anlaşmazlıktan rahatsızdır ve çoğu zaman aile üyelerini uzlaştırmaya bizzat dâhil olmaktadır. Bugün sayısız hutbeler, konuşmalar, toplantılar sayesinde ilk etapta anlaşmazlıklardan kaçınmak için izlememiz gereken yolları ve ardından uzlaşma yolları konusunda rehberliği detaylı bir şekilde öğrenmekteyiz. Bu nimete yönelmezsek çok nankörlük etmiş oluruz.

Bu, içimizde bulunan Allah’ın ipidir, bu çağda insanlığın kurtuluşudur. Tüm süsleriyle dünya geçicidir. Bize bu zorlukları yaşatan en başta dünyaya olan ilgimizdir. Bu nedenle, bir adım geri atmalı ve kendimizi değerlendirmeliyiz. ALLAH’ı şahit tutarak evlerinize dönün ve O’nun mahlûkatına karşı borçlu olduğunuz sorumluluklarımızı, o geniş ailenizin her bir ferdine karşı borçlu olduğunuz sorumlulukları yerine getiriniz.

Allah ailelerimizde barış ve uyum içinde bir yaşam oluşturmamızı nasip etsin. (İnşallah) Âmin.

Dr Zahid Ahmad Han,

İngiltere Kadılık Kurulu Başkanı

26 Temmuz 2024 İngiltere Calsası Konuşması

Tercüme eden: Mehmet Önder

Start typing and press Enter to search