Silsile-yi Aliye-yi Ahmediye’nin kurduğu her nizama uymayı bahtiyarlık sayınız

Vadedilen Mesih’inas üçüncü halifesi Hz. Mirza Nasir Ahmedra 1966’da cemaatin mülkü olan Muhammad Abad isimli bir kasabayı ziyaret etti. Ziyareti esnasında cemaatin nizamı ile ilgili bazı konulara açıklık getirmek için 18 Kasım günü Cuma hutbesi verdi.  

Kelime-yi şehadet, istiaze ve Fatiha suresini okuduktan sonra şunları şöyledi:

Ben, arkadaşlarımızla görüşmek ve buradaki arazi nizamını incelemek için Sindh eyaletine gelmeye niyetlendiğimde, yöneticiler bana bu seyahat için, en azından yirmi-yirmi beş gün ayırmam gerektiğini söylediler. Ancak bazı mecburiyetlerden dolayı daha fazla zaman ayırmam mümkün olmadığından bu geziyi ertelemeyi ve bu mevsimde arazi nizamını incelemek için bu kısa seyahat ile yetinmeyi uygun gördüm. Çünkü ben bu seyahatin ertelenmesini istemiyordum. Buraya geldikten sonra, buraları için çok az zaman ayırdığımın şiddetle farkına vardım. Bundan dolayı ihtiyaçlarını ve şikâyetlerini bana iletmek ve ayrıntılı bir şekilde benimle konuşup içini rahatlatmak isteyen birçok kişiye gerektiği kadar zaman ayıramadım. Allahcc nasip ederse fert bazında ayrıntılı görüşme ileriki bir seyahatte yapılır. Şu an ben arkadaşlarımıza bazı usul ve prensiplerden bahsetmek istiyorum.

Bizim buradaki arazilerimizde yerleşim, cemaatlerimiz ve burada yaşayan Ahmediler, bazı açılardan dünyanın çeşitli ülkelerinde ve yerlerinde bulunan cemaatlerden farklıdır. Mesela burada bizim arazilerimiz ve çiftliklerimizin işlerini yürütmek için bir nizam bulunmaktadır. Bu nizam cemaat nizamından farklıdır. Bazı ihlas sahibi kimseler hayatlarını vakfedip, kendilerini Hz. Muslih Mevud’a takdim ettiler. O, onları buradaki arazilerin bakımı için tayin etti. Bazıları yönetici, bazıları katip, bazıları muhasip, bir kısmı ise diğer işlerden sorumludur. Bazı insanlar sadece araziyi sürmek ve ondan faydalanmakla beraber, hem cemaat arazilerinde çalışmakla geçimlerini sağlamak, hem manevi faydalar elde etmek ve böylece Allah’ıncc lütuflarının varisi olmak niyetiyle buraya taşındılar. Bu insanlar niyetleri, ihlasları ve amellerine göre Allah’ıncc lütuflarının varisleri olacaklardır. Allahcc herkesin sonunu hayırlı kılsın.

Arazi nizamına gelince, demin de anlattığım gibi kimi yönetici, kimi katip, kimi muhasip ve kimi de diğer işlerle meşguldür. Ayrıca bazı Ahmediler, arazi sürmek ve işçi olarak çalışmaktadır.

Yöneticilere gelince, onlar da burada yaşayıp arazi süren ve işçi olarak çalışan kimseler gibi insandırlar. Bundan dolayı her ikisi de, hata yapmaya eşit derecede müsaittir. Bir işçinin hata yapabildiği gibi, bir yönetici de hata yapabilir. Yerel yöneticilerin hatalarını düzeltmek için üzerlerinde merkezî bir nizam bulunmaktadır. Ancak mesafenin uzaklığından dolayı, merkezin her ayrıntıdan haberdar olamayacağı gerekçesiyle merkezî yöneticiler, ara sıra buraya gelirler. Hz. Muslih Mevud da senede bir veya iki defa bu arazilere gelip incelemelerde bulunurdu ve gördüğü hataları düzeltirdi.

Hataların düzeltilmesi için, İslam bize uygun bir yol öğretmiştir. Buna göre şikâyet eden kişinin ismini gizlememesi gerekir. Hz. Muslih Mevud’a isimsiz gelen şikâyetlerin hepsi yırtılıp çöpe atılırdı. Bana da bir şikâyet isimsiz gelirse yırtılıp çöpe atılır.

Bu seyahatim esnasında da bazı isimsiz şikâyetler geldi. Ben onları yırtıp çöpe attım. Çünkü bir kimse cesaret edip ismini yazmayıp, korkaklıkla gizliyorsa, şikâyeti incelenmeye değer değildir.

Aynen bunun gibi isim yerine, “biz Nasır Abad veya Mahmud Abad işçilerinin hepsi şundan şikâyetçiyiz” diye yazmak da yanlış bir yoldur. Çünkü şikayet eden veya edenlerin isimlerinin bulunması gerekir. Ayrıca yazılanların doğru olması da şarttır.

Bu yolculuk esnasında Nasır Abad’dan bir arkadaş, bana bir şikayet iletti. Görünürde bu şikâyet üzerinde başka iki kişinin de parmak izi bulunuyordu. Onlardan birisine, şikâyetinin ne olduğu sorulduğunda o, yazılan şikâyet mektubundan haberdar olmadığını, parmak izinin de kendisine ait olmadığını söyledi.

İşte eğer bu ve buna benzer bir yanlışlık, araştırmanın başlangıcında karşımıza çıkarsa biz şikâyeti incelemeyiz. Çünkü şikâyet eden kişi gerçek olmayan bir şey yazarak kendiliğinden aleyhine karar vermiştir.

Bunun tersine bazı insanların, hiçbir şey saklamadan ayrıntılı bir şekilde hem kendi hatalarını hem onlarca diğerlerinin hatalarını yazdıklarına şahit oldum. Onlar şikâyetlerini, hiçbir eğri söz, abartılı bir ifade ve gerçeğe aykırı hiçbir beyanda bulunmadan yazarlar. Bu işimizi kolaylaştırır. Bu şekilde yazılan bir şikâyetten insan, hemen doğru neticeye varır ve sorun çözülmüş olur. Eğer şikâyette bir gerçek varsa onu araştıran yönetici zamanını boşa harcamadan ve sıkıntıya düşmeden meseleyi çözüme kavuşturur.

Bilindiği gibi ben Kadiyan’da uzun bir zaman Meclis Hüddamü’l Ahmediye’nin Sadırı olarak çalıştım. Binlerce insanla muhatap oldukları için bu gibi görevlerde bulunan insanlar aleyhinde şikayetlerin olması doğaldır. Bazen yönetici hata eder, bazen şikayet eden kimse hatalı olur.

Bir keresinde Hüdamü’l Ahmediye’den bir arkadaşın bana gelip şunları söylediğini çok iyi hatırlıyorum: “Sizin benim aleyhime verdiğiniz karar doğru değildir. Ben kararınızın aleyhine Hz. Muslih Mevud indinde temyize başvuracağım.” Bunun üzerine ben ona şunları söyledim: “Hüdamü’l Ahmediye’nin kuralları gereği sen Sadır Hüdamü’l Ahmediye’nin kararı aleyhine, zamanın halifesi indinde temyiz başvurusunda bulunamazsın. Çünkü temyiz, kanunun verdiği bir haktır. Ancak kanun birisine bu hakkı verdiğinde bunu kullanabilir, ama kanunun vermediği bir hakkı kullanamaz. Hüdamü’l Ahmediye için Hz. Muslih Mevud’un onayladığı kurallara göre o, hadimlere böyle bir hak vermemiştir. Buna göre Sadır Meclis’in kararı aleyhinde zamanın halifesine temyiz başvurusu yapılamaz.” Ancak ben kendiliğimden ona, zamanın halifesinin indinde şikayet kapısının her zaman açık olduğunu söyledim. Ben ona, temyiz başvurusunda bulunamazsın, çünkü bu kanunla ilgili bir meseledir, ama kararım aleyhinde şikayette bulunabilirsin, dedim. Bunu duyunca o, bu konuyu düşüneceğini ve şimdilik şikayette bulunmak istemediğini ancak temyiz hakkı olsaydı bunu kullanacağını söyledi.

Bu arkadaş düşünüp taşındıktan sonra şikayette bulunma kararı verdi. Başımdan binlerce olay geçmiştir, ancak bu olay bende derin bir etki bıraktığı için hala unutmadım. O, Muslih Mevud’a şikayetini yazarken ne kendisiyle ilgili ne de bizimle ilgili hiçbir şeyi gizlemedi. Olayları tam bir tablo gibi Huzur’un önüne arzetti. Bunun üzerine Hz. Muslih Mevudra ona şöyle yazdı: “Bu durumda, Sadır Hüdamü’l Ahmediye senin aleyhinde karar vermekten başka ne yapabilirdi?”

Bu cevabı alınca o teselli buldu. Eğer o Huzur’a, özet, şüpheli veya yanlış bir şikayet sunsaydı, Huzur bizden de konuyla ilgili rapor isteyecekti. Böylelikle Huzur’un zamanı da boşa harcanmış olurdu. Ancak o genç, ileri derecede dindarlıkla her olayı olduğu gibi yazdı ve cevabını alınca da teselli buldu. Çünkü zamanın halifesinin kararından 99.999 kişi teselli bulur. Bunun tersine içinde imanî zaaf bulunan birisi teselli bulmaz. İlâhî silsilelerin ezici çoğunluğu, ister anlasın ister anlamasın, zamanın halifesinin kararıyla teselli bulur.

Kısacası şikayet yolu her zaman açıktır. Olayları yanlış değil, doğru ve olduğu gibi yazıp isminizi de ekleyin. Bunu yaptığınız takdirde şikayetinize bir çare bulunacaktır. Ancak yarı doğru yarı yanlış yazılırsa,  hem de zamanın halifesine yalan beyan da bulunulursa, o zaman hem hatalı davrananın aleyhine hem de yalana başvuran şikayetçinin aleyhine işlem yapılacaktır.

İşte şikayet kapısı açıktır ve hilafet-i raşide varolduğu müddetçe de açık kalacaktır. Eğer bazı yöneticiler bundan hoşlanmıyorlarsa ben onlara, katiyen böyle davranmamalarını nasihat ediyorum. Çünkü eğer onlar bu kapıyı kapatırlarsa bu, insanların kalplerinin teselli ve itminan kapısının kapatılması manasına gelecektir.

Şikayette bulunmak için herhangi bir vasıta, yani yöneticilerin vasıtasıyla gelmek şart değildir. Ancak temyize başvuruda bulunmak için bu gereklidir. Çünkü o kanunla ilgili bir durumdur. Kanuna göre eğer bir yönetici aleyhinde temyiz başvurusunda bulunulacaksa o zaman ilgili yöneticinin vasıtasıyla başvuruda bulunulsun ki o da kendi görüşünü yazabilsin. Ancak şikayette bulunmak isteyen kimse böyle davranmak zorunda değildir, vasıtasız yol açıktır. O, şikayette bulunmak için her an zamanın halifesinin kapısını çalabilir ve ona şikayetini sunup çözüm için ricada bulunabilir.

Kısacası eğer bir kimse şikâyette bulunuyorsa yöneticiler ve görevliler buna gücenmemeli. Tersine bir açıdan mutlu olmalıdırlar ki insanlar sağda solda konuşacakları yere mesele yukarıya iletildiği için yöneticilerin durumu açıklığa kavuşacaktır. Şikâyetler genelde yalana değil, yanlış anlaşılmalara dayalı olur. Bu nedenle ben görevlilere, şikâyetlerden dolayı gücenip öfkelerini dışa vurmamalarını nasihat ediyorum.

Eğer arazileri süren birisi veya bir işçi, herhangi bir şikayette bulunduğunda, görevliler ve yöneticiler şikayetin yanlış olduğunu biliyorlarsa onu çağırıp gerçeği anlatmalıdırlar. Çiftçilerimizin bir kısmı okur-yazarlıktan yoksundur. Bir şeyler düşünür ve işitir ve ondan çıkardığı netice yanlış olur. Burada onların ücretleriyle ilgili defter tutulur. Eğer o defter önüne konup rahat bir biçimde sabır ve sevgi ile düşündüklerinin yanlış olduğu anlatılırsa ve durumlar gereği böyle bir karara varıldığı ve ona hiçbir şekilde haksızlık edilmediği açıklanırsa yüzde doksan dokuzu gerçeği anlar. Buna rağmen bazı kimseler suizanda bulunup şikâyetlerini yukarıya bildirebilirler. Ancak yüzde doksan dokuzu gerçeği anlayacaktır.

Kısacası arazilerin bakımından sorumlu bu nizamla ilgili bazı konuları özetle açıkladım. Eğer Allahcc hayat verip nasip ederse ileriki bir seyahatte uzun bir zaman ayıracağım. Böylelikle daha fazla insanların şikâyetleri dinlenecek ve sıkıntılarına bir çare bulunacaktır. Bu seyahat esnasında birçok kişiyle ayrı ayrı görüşemedim. Genellikle yirmişer, otuzar, kırkar ve ellişerli gruplar halinde görüştüm. Bundan dolayı çocukların okulu, evliliği veya araziyle ilgili dertli olanlar sıkıntılarını dile getiremediler. Ayrıca özel meseleleriyle alakalı dua için de birebir görüşemediler…

Arazilerle ilgili nizamdan başka iki nizam daha bulunmaktadır. Bazen bunlar birbirleriyle çakışır. Hâlbuki bunun hiçbir sebebi yoktur. 

Burada bir yerel amir bulunur. Gördüğüm kadarıyla bir çok yerde arazi yöneticisi ile cemaatin sadırı veya amiri farklı kişilerdir. Ayrıca il amiri vardır ve bir de bölge amiri bulunmaktadır.

Bazen il amiri veya bölge amiri şöyle düşünür: “Ben il amiriyim, arazi ise cemaate veya Ahmedilere aittir.  Bu sebeple arazi işlerine karışmak doğal hakkımdır.” Hâlbuki yerel amir, il amiri veya bölge amiri olması hiçbir şekilde ona arazi işlerine karışma hakkı vermez.  Arazi işleri ve yönetimiyle hiçbir ilgileri yoktur. Bunun bütün sorumluluğu arazi işlerinden sorumlu yöneticilere veya onların da üst yöneticisi olan sorumluya aittir. Bu konuyla ilgili merkeze hesap verecek olan makam il veya yerel amir değildir.

Bazen bunun tersine arazi işlerinden sorumlu yönetici şöyle düşünür: “Ben hayatımı vakfettim. Son nefesime dek hayatımı cemaate hizmet etmek için sarf edeceğim. Sadece direk olarak merkeze hesap vermek zorundayım.  Bundan dolayı cemaati nizamdan bağımsızım.”  Merkez önünde sorumlu olduğu doğrudur. Ama sorumluluğu sadece arazi işleri için geçerlidir. Cemaati nizam ile ilgili işlerden ötürü merkez önünde hiçbir sorumluluğu yoktur. Hayatını vakfetmiş bir arazi yöneticisinden beklediğimiz, cemaati nizamı diğerlerine göre daha ziyade içtenlikle kabul edip onlar için güzel bir örnek teşkil etmesidir.

Her iki taraf hata yapar. Nitekim bazen il amiri “Amir benim. Onun için buralara da karışabilirim” diye düşünürken, arazi sorumlusu “bütün bölgeden sorumlu olan benim, bundan dolayı sadece merkeze hesap vermekten sorumluyum il amirine hesap vermek zorunda değilim” diye düşünür. Hâlbuki cemaat işleri söz konusu olunca arazi sorumlusu cemaat yöneticilerine hesap verecektir.

Üçüncü nizam, hem arazi hem de cemaati nizam diye isimlendirilen amirler ve sadırlar nizamından daha farklı bir nizamdır.  Ona da “ıslah ve irşat nizamı” denilir.  Bir mürebbi nereye giderse gitsin oradaki amire veya genel arazi sorumlusuna tabii olmaz. Mürebbi Halife ve merkezin temsilcisidir. Dünyevi açıdan nüfuzlu ve hali vakti yerinde olan birçok amirin geçmişte,  bazen mürebbilere karşı hoş olmayan tavırlar sergiledikleri görüldü. Hâlbuki böyle yapmamaları gerekirdi. Hazret Muslih-i Mevudra böyle amirleri sert bir şekilde uyardı ve onları düzeltti.   Eğer senede yüzbin, ikiyüzbin yahut beşyüzbin Rupi kazanıyorsan, o zaman kendi evinde amir olabilirsin. Mürebbi merkezin temsilcisidir. Ne kadar büyük cemaatin amiri olursan ol,  her halükar ve durumda mürebbiye boyun eğmek zorundasın. Mürebbi amirlerden bağımsızdır.

Mürebbilerle ilgili sorumluluğunuz, onlara güzel yemekler ve hoş ikramlarda bulunmak değildir. Tersine benim mürebbilerimden beklediğim şudur: Mecbur edilmedikleri müddetçe ellerinden geldiğince kendilerine verilen cep harçlıklarından veya yol için verilen bütçeden yiyeceklerini temin etsinler.  Bazı cemaatlerin yemek konusunda ısrar ettiği doğrudur. Birkaç gün için vakf-i arzi[1] yapanlara bu konuda sık sık anlatmamıza rağmen cemaatler, yemek konusunda onları mecbur ederler ve “yemeklerimiz ve ikramımız geri çevrilirse rezil oluruz” derler. Hâlbuki vakf-i arzi’ye sık sık tembihlediğimiz, kendi yemeğini cebinden temin etmeleridir. Bu konuda cemaatin zihniyeti değişmediği müddetçe,  mürebbi böyle bir durumla karşılaşıp mecbur kaldığı takdirde kerhen ikramlarınızı kabul edecektir.  Ama sizler mürebbinin onuru ve saygınlığını göz önünde bulundurmak zorundasınız.

Bazı bölgelere bir mürebbi gittiğinde, oradaki zengin takımı onu küçük görür.  Hâlbuki hayatını Allah için vakfedip, insanoğlu ondan manevi feyiz alabilsin diye uzun bir müddet Allah’ın dinini öğrenen ve Allah’ın dini için çok az bir miktar parayla hayatını idame ettirme ahdinde bulunan kimse, size uğradığında,  izzet sahibi olan Rabbinin dergâhının kölesi ziyaretinize gelmiş demektir. Her onur, şeref ve izzet Allah’a aittir. Peki, o zaman Allah’ıncc dergâhındaki fakirden daha şerefli, saygın ve onurlu kim olabilir?

Ama hali vakti yerinde olan, dünyevi şeref elde etmiş veya saygın bir mesleğe sahip olmuş dünyaya düşkün kimseler, mesela hekimlik öyle bir meslektir ki büyük insanlar onun önünde eğilmek zorunda kalırlar. Bakanlar, valiler, emniyet müdürü vs vs, doktoru tanırlar. Böyle kimseler “biz mürebbiden daha saygın kimseleriz. Bundan ötürü cemaat içinde mürebbiden daha ziyade saygı görmeliyiz ama biz mürebbiye hakkı olan gereken saygıyı göstermek zorunda değiliz diye düşünüyorlarsa,  bundan daha büyük sefihlik (aptallık) ne olabilir? Biliniz ki izzet ve şeref Allahcc indinden nasip edilir. Onun için her şeref, izzet ve onur kendini Allah’a vermiş kimsenin kucağındadır. Ondan daha ziyade saygın kim olabilir?

İşte bu üç nizam daimi olarak işlemektedir. Bunların aralarında hiç bir çatışmanın olmaması için hep uyanık durmalısınız. Çünkü bir çatışma meydana geldiğinde birisi mutlaka sıkıntıya düşecektir. Sadır Encümen Ahmediye’ye ve Umur-i Amme’ye veya bana şikâyet iletilecek. Ben hiç kimseden korkmam, ben Allah’ıncc azameti ve celalinin yerleşmesi ve O’nun kurduğu Cemaatin saygınlığının korunması için bir iki kişi şöyle dursun bütün dünyadan bile korkmam.

Ben hutbemi kısa kesmek istediğim için arkadaşlarımıza son bir şey söylemek istiyorum. Peygamber Efendimiz’densav sonra Hilafet-i Raşide dönemi başladı. Bu hilafetten sonra başka bazı insanlar ortaya çıktı. En son olarak Allahcc, Vadedilen Mesih’inas eliyle yeniden hilafetin sarsılmaz nizamını kurdu. Müslüman Ahmediye Cemaati Allahcc indinde bu nimeti hak ettiğini ispatladığı müddetçe, hilafet nizamı devam edecektir. Gelip geçen bütün Hulefa-yı Raşidînin hayatlarını incelediğinizde, onların hepsinin tevazu ve acz yolunu seçtiğini göreceksiniz. Ben de Allah’ıncc emrine uyarak O’nun rızası için ve bütün Hulefa-yı Raşidînin sünnetine uymak için bu yolu seçtim. Ben aranızdan sizin gibi bir insanım. Allahcc kalbimde sizler için o kadar sevgi yaratmıştır ki sizler onu tahmin dahi edemezsiniz. Bazen secdeye vardığımda cemaat için ve cemaatin fertleri için şöyle dua ederim: Ey Allah’ım! Bana mektup yazanların muratlarını tamamla. Ey Allah’ım! Bana mektup yazmak isteyen, ancak herhangi bir tembellikten ötürü yazamayanın isteklerini yerine getir. Allah’ım! Bana mektup yazmayan, hatta bunu akıllarına dahi getirmeyen kimseler, eğer bir sıkıntı içindeyse veya bir ihtiyaçları varsa sıkıntılarını gider ve ihtiyaçlarını yerine getir.

Ancak bazen, ahmak kimseler bu fena ve hiçlik makamını bir zaaf olarak görürler. Onlar Hz. Ebubekirra, Hz. Ömerra, Hz. Osmanra ve Hz. Ali’ninra ayrıca onlardan sonra gelen bütün mücedditlerin tevazu yolunu seçtiklerini bilmezler. Bundan dolayı bazı kimseler, tevazuyu seçtiği için böyle kimseleri çok zayıf olarak görürler. Ahmaklar, böyle kimselerin, üzerlerinde Allah’ıncc azameti tecelli ettiği için hem kendi varlıklarını hem dünyadaki bütün mahlûkatı ölü olarak gördüklerini anlamazlar. Onlar, ne kendilerini ne de dünyayı bir şey zannederler. İşte böyle bir acz’den dolayı onlar, Allah’ıncc mucizevî kudretinin mazharı haline gelirler. Böyle kimseler için fena ve hiçlik makamı, Allah’ıncc Kudret pınarının kaynağıdır. Bundan dolayı hiçbir güç onları korkutamaz ve onlar dünyanın hiçbir hazinesine tamah etmezler. Her dilenci ve miskine tevazuyla eğilirken, Allahcc ve O’nun dini ile ilgili bir mesele söz konusu olduğunda hiç kimsenin karşısında başlarını eğmezler. Bir tarafta dünya ve dünyaya düşkün olanlar,  diğer tarafta Allah’ıncc fiili, sözü, ismi ve azameti olduğunda, dünya onların ayaklarının tozu dahi olamaz. Çünkü bizzat Allahcc onların terbiye edicisi ve öğreticisidir. Siz bunu hiç aklınızdan çıkarmayın.

Bizim inancımıza göre zamanın halifesi, bütün dünyanın öğretmenidir. Eğer bu doğruysa -ki kesinlikle doğru olan da budur- o zaman dünyanın âlimleri ve filozofları Halifenin karşısına öğretmen olarak değil öğrenci olarak çıkacaklardır.

Kısacası tevazu ve alçakgönüllülük, zamanın halifesinin makamıdır. O, kendisinde ne ilim ne feraset ne de bir güç bulunmadığına ve kendisinin bir hiç olduğuna inanır. Ne varsa, sadece Allah’ıncc lütfudur. Allahcc, ne kadar ilim, güç ve feraset nasip ederse Kendi bağışıdır ve bunlar O’nun Celali ve Azameti için harcanır. Hiçbir yerde halifenin kendi varlığı gözükmez. Havada uçan toz zerrelerinin bir nevi varlık olduğundan söz edilebilir, ancak zamanın halifesinin bu kadar bile benliği kalmaz.

Ben size açıkça söylüyorum ki Allahcc herkimi üzerinize halife olarak tayin ederse, onun kalbini sizin için sınırsız sevgiyle dolduracaktır. O, zamanın halifesine, dua eden anne babanızın bile edemediği kadar sizin için dua etmeyi nasip edecektir. Allahcc onu, sıkıntılarınızın giderilmesi için her türlü sıkıntıya katlanmaya muvaffak kılacaktır. O, bunların hepsini, başınıza kakmadan gönül sevgisiyle yapacaktır. Çünkü o, sizin değil Allah’ıncc hizmetçisidir. Allah’ıncc hizmetçisi ise başkalarını minnet altında bırakmak için değil, Allahcc rızası için yapar. Ancak bu durumu ve tutumu, onun içinde bir zaaf bulunduğunun alameti değildir ki siz onun zaafını suiistimal edesiniz. Şüphesiz onun boynu ve beli Allahcc için eğiktir; ancak o zayıf değildir. Çünkü onun işlerinin dayanağı Allah’ıncc gücüdür. Bir iki kişi şöyle dursun, bütün dünya dahi ona karşı çıksa, halifenin gözünde bir hiçtir.

Hz. Ebubekir’inra hilafet zamanının başlarında, büyük bir fitne baş gösterdiğinde, Peygamber Efendimiz’insav hazırladığı ordunun gönderilip gönderilmeyeceği sorusu ortaya çıktığında, Hz. Ebubekirra, Medine sokaklarında Müslüman çocuklar ve kadınların cesetlerini köpekler sürüklerlerse dahi umurunda olmayacağını ve Peygamber Efendimiz’insav emrinin yerine getirileceğini söyledi. O, bunları söyledi ve uyguladı, çünkü üzerine inen Allah’ıncc celali ve azametinin tecellisinden dolayı onun gözünde bütün dünya bir ölü idi. Asıl hayat Allah’ıncc hayatıdır. Bundan sonra Allah’ıncc bir lütfu ve bağışı neticesinde, gerçek hayat Muhammed Resulüllah’ınsav hayatıdır. Muhammed Resulüllah’ınsav ismi, izzeti, azameti ve onun kararlarının yerleşmesi önemlidir. Bunun için bütün dünya ölse ve bütün Müslümanlar kurban edilse fark etmez. Çünkü Muhammed Resulüllah’ınsav buyruklarına ters davranılamaz. Ganilik duygusunu da, aciz kullarının kalbinde ancak Allahcc yerleştirir. Allahcc Kendisi gani olduğu gibi zamanın halifesine de ganilik makamı verir. Bundan dolayı onlar hiç kimseyi umursamazlar. Onlar hazinelere ve sevgisine aldırış bile etmezler. Hiçbir dünyevî şan ve şevketin sevgisi içlerinde kalmaz. Onların benliği tamamıyla yok olup gider. Kısacası onlar hiçbir şeyi umursamazlar.

Nitekim hiç kimse hataya düşüp zarara uğramamalı. Hiç kimse, bu tevazu ve alçakgönüllülüğü bir zaafın neticesi olarak görmemeli. Hiçbir yerde zaaf yoktur. Birisinin kişisel bir gücü varsa onda zaaf söz konusu olabilir. Ancak kişisel gücü olmayan kimsede zaaf nasıl olabilir. O, her ne aldıysa ve ne alacak ise kesinlikle Gök’ten alacaktır ve asumanî gücün karşısına yeryüzündeki hangi gücü çıkaracaksınız?

Kısacası, hayatlarınızı Allah’tancc korkarak geçiriniz ve Silsile-yi Aliye-yi Ahmediye’nin kurduğu her nizama uymayı bahtiyarlık sayınız. Çünkü bütün bereket bundadır. Bu bereket sadece iddialardan ibaret değildir. Allah’ıncc fiilî şahitliği bu bereketin, bu nizamda bulunduğunu göstermektedir. 1934 senesinde Tahrik-e Cedit için siz ne vermiştiniz? Yüz bin rupi! Tahrik-e Cedit’in ilk senesinde Hz. Muslih Mevud’a lebbeyk diyerek verdiğinizden daha ziyade insanı, Allahcc Ahmediyetin kucağına attı.

İşte siz durmadan vazifelerinizi yerine getirdiğinizde Allahcc da hakkınızdaki sözlerini yerine getirecektir. Kendini beğenme, kibir, isyan ve fısk-u fücur yolunu seçmeyiniz; Ne Allah’ıncc karşısında ne de O’nun bu nizamı karşısında. Kibirle iddialarda bulunan, kendilerini bir şey zanneden birçok güçlü kimseler ortaya çıktı. Ancak Allah’ıncc kahrı onları ezip yok etti ve izleri dahi kalmadı.

Hz. Muslih Mevud’unra hilafet zamanı çok uzundur. Dış fitneler haricinde ara sıra cemaatin içinde de bazı fitneler baş gösterdi. O fitne çıkaranlar şimdi nerede ve Cemaatin adımları nerede? Bunları inceleyin! Onlar başarısızlık ve muratsızlık karanlıklarında kayboldular ve cemaatin adımı gökte fetih ve zafer yıldızlarına ulaştı.

Kısacası hayatlarınızı Allah’ıncc şükür eden kulları olarak geçirin ve bir Ahmedi olarak sorumluluklarınızı yerine getirmeye çalışın. Her an dua ediniz ki, Ey Allahcc! Bizden bir gaflet vuku bulursa affeyle ve sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmeye bizi muvaffak eyle. Çünkü Sen’in lütfun desteklemezse biz bu sorumlulukları yerine getirme gücüne sahip değiliz. Allahcc hem benimle hem sizinle olsun. Amin.


[1] Birkaç gün vakfedip bir cemaatte temel dini bilgi öğretmeye gidenler

Start typing and press Enter to search