“Nefsin Islahı İçin, Nefsin Sorgulanması Gerekir”
2 Haziran 1916 tarihli Cuma hutbesi
Halifetu’l Mesih II, Hz. Muslih Mevud Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmedra
Bütün tartışmaların sebebi yanlış anlamalardır. Birçok kimsenin kendi uydurduğu ölçüye göre, kendileri dünyanın bütün zaaflarına sahip olabilirken, kendileri haricindeki her insan mükemmel olmalıdır. Bundan dolayıdır ki kendileri bir hata işlediklerinde, onun bir unutkanlıktan kaynaklandığını, bu tür hataların insana özgü olduğunu söylerler. Ancak aynı hatayı başka birisi işlerse, bunun bir habislik, yaramazlık, imansızlık ve düşmanlıktan kaynaklandığını ve nedeninin unutkanlık olamayacağını söylerler. Kendileri söz konusu olunca “maymun ve domuzlar unutmazlar, ama ben insanım, onun için unuttum” derler. Bunun tersine başkasının da unutabileceğini akıllarının ucundan geçirmezler. Eğer o, nefsini inceleseydi, kendisi gibi diğerlerinin de unutabileceğini kolaylıkla anlayacaktı. Eğer unutmak imkânsız olduğu için diğerleri habis ve yaramaz ise o zaman kendisinin de habis ve yaramaz olduğunu anlayacaktı. Doğrusu unutkanlık hastalığından hiç kimse kurtulmuş değildir. Hz. Ademas Allah’ıncc naibi ve halifesi idi. Allahcc onun hakkında “O unuttu” dedi.[1] Ademas önceden uyarılmış olduğu bir konuyu unutmuştu. Eğer insanoğlunun atası ve Allah’ıncc dünyaya gönderdiği halifesi unutabiliyorsa, onun nesli ve Allah’ıncc halifesi olmayanlar neden unutmasınlar? Peygamber Efendimizsav de unutabiliyordu… Devrin Müslümanlarının hastalıklarından bir tanesi, Kuran öğretisine aykırı hareket etmeleridir. Kuran-ı Kerim, Müslümanlar orta yolu benimsesinler diye gelmişti. Nitekim Müslümandan bahsederken onların bütün emirlerinin ve amellerinin orta yol üzerinde olduğunu söyler.[2] Ancak bu günlerde Müslümanlar, bütün tavırlarında orta yolu tamamıyla bırakıp aşırıya kaçmaktadırlar. Başlangıçta Ahmediler de gayr-ı Ahmediler arasında yetiştikleri için, onlarda da hala bazı toplumsal zaaflar bulunmaktadır. Hala onun etkisi bir miktar devam etmektedir. Bu zaaflarından bir tanesi, iki kişi arasında ihtilaf olunca, biri ötekini yalan söylemekle itham eder. Hâlbuki yalan büyük bir günahtır. Başkasının yalancı olduğunu söyleyenin aslında kendisi yalancı olur. Çünkü o, yalanı önemsiz bir şey zanneder. Eğer o, böyle düşünmeseydi hiçbir zaman bu kadar cesaret ve cüretle diğerlerinin yalancı olduğunu söylemezdi. İnsan bir suçu kötü olarak gördüğünde onu başkasına isnat etmekten çekinir…
Ancak genel olarak iki kişi arasında tartışma çıktığında onlar birbirini yalancılıkla itham eder. Şahitlere başvurulduğunda, onlar kimin aleyhine şahitlik ederlerse o kimse şahitleri de yalancılıkla itham eder. Hâlbuki onlar yalandan önce unutkanlık denilen bir durum olduğunu unutmamalıdırlar. Yalan söylemeyi alışkanlık edinen ve durup dururken yalan söyleyen çok azdır. Ancak buna karşılık unutkanlık çok daha fazladır. Bu hastalıktan korunmuş hiçbir insan yoktur. Hatta peygamberler dahi unuturlar. Kısacası peygamberlerden en düşük insana kadar, istisnasız olarak bütün insanlarda bu zaaf varsa, o zaman yalanı ispatlanıncaya dek, hiç kimse yalancılıkla itham edilmesin. Ancak her ne zaman bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa, bir taraf, öteki hata yapmıştır veya unutmuştur diye düşünmez. Tersine o durmadan karşı tarafın yaramazlık, imansızlık, düşmanlık yaptığını ve yalan söylediğini iddia eder. Daha sonra her iki taraf, Allah’ıncc laneti yalancının üzerine olsun diye dua etmeye başlar. Hâlbuki her ikisi de yalan söylemediği için, lanetin birisinin üzerine inmemesi mümkün değildir. Çünkü yalan, konu iyice bilinmesine rağmen tersinin söylenmesidir. Ancak konunun hatırlandığı gibi beyan edilmesi yalan değildir. Böylece unutkanlıktan dolayı olayın, gerçeğe ters bir şekilde aklında kalmış olması mümkündür. Tartışmaların ve ihtilafların meydana gelmesi her yerde olağandır. Ancak insanlar, yalancılık, şerli ve fesatçı olmakla suçlanmamalıdır. Ashab-ı Kiram arasında da tartışmalar vuku bulurdu. Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir’in tartışması hadislerden ispatlanmaktadır.[3] Eğer tartışmanın manası, tartışanın yalancı olması ise o zaman hâşâ! bunlardan birisinin mutlaka yalancı olduğu kabul edilmeli. Ayrıca Hz. Abbasra ve Hz. Alira, Hz. Ömerra ve Hz. Ammarra, Hz. Ömerra ve Hz. İbn-i Mesudra arasındaki tartışmalar ve ihtilaflar hadis kitaplarında yer almaktadır. O zaman bunlardan birilerini de hâşâ yalancı olmakla itham edeceksiniz. Peygamber Efendimizsav zamanında kadılar vardı, onlar tartışmaları karara bağlıyordu. Mahkemelik olaylar olmasaydı kadılara ihtiyaç olmazdı. Durum böyle iken Ashab-ı Kiramın, yarısının olmasa bile üçte birinin mutlaka yalan söylediğini kabul edeceksiniz. Ancak bizim kesin imanımıza göre Ashab-ı Kiram arasında yalan söyleyen bir tek kişi bile yoktur. Tabii ki her insanın sahip olduğu unutkanlık onlarda da vardı. Bundan dolayıdır ki adamın biri bir olayı bir şekilde, diğeri ise başka bir şekilde hatırlar. Böyle ihtilafî durumlar, şahitler vasıtasıyla karara bağlanır ve kimin sözü doğru ve kimin sözünün unutkanlık neticesinde doğru olmadığı ortaya çıkar. Unutanın bunda hiçbir suçu veya kusuru bulunmaz…
Birkaç gün önce bana bir mesele iletildi. Ben onu karara bağladım. Her biri diğer tarafın yalan söylediğini ve kendisinin doğru söylediğini iddia ediyordu. Şahitlere başvurulduğunda, onlar da taraflar tarafından yalancılıkla itham edildi. Size soruyorum: Eğer birbirinizin bu şekilde yalancı olduğunuzu söylerseniz, o zaman aranızdan doğruyu söyleyen kimdir? Aranızda ihtilaflar ve tartışmalar olur. Eğer tartışmanın olması yalancı olmanın belirtisi ise, o zaman hepiniz yalancısınız. Peki Vadedilen Mesihas ne yapıp gitti? Acaba onun arkasında bıraktığı dört yüz bin kişilik cemaatin hepsi yalancılardan mı ibaretti? Bu şekilde suçlamalarda bulunanlar, direk olarak olmasa bile dolaylı olarak, Vadedilen Mesih’eas saldırmaktadırlar. Böyle davrananlara ve filancada şu ayıp, filancada şu zaaf bulunuyor diyen herkese çok kızıyorum. Sanki bütün cemaatte temiz olan kendisidir ve diğer insanların hepsi ayıplara sahiptir. Böyle iddiada bulunan kimseye soruyorum; Acaba Vadedilen Mesih’inas geliş gayesi bir tek onu ortaya çıkarmak mıydı? Ve onun bütün çabalarının meyvesi bir tek kendisi midir? Hayır! Kesinlikle hayır! O, kendi tutumunu inceleyerek hangi yöne gittiğine bakmalı. Onun bu tutumu, Vadedilen Mesih’inas yalancı ve başarısız olduğunu iddia etmektir. O, kendine Ahmedi demesine rağmen tutumundan dolayı Ahmediyetten çıkmış olur. O, Allah’ıncc Peygamberinin tertemiz cemaatine saldırmaktadır ki bunun bir neticesi olarak cemaat bölünür. Bundan dolayı böyle birisi Ahmedi değildir…
Aslında unutmayan hiçbir insan yoktur. Diğer meseleler şöyle dursun, sabahtan bu saate kadar, her fert başından geçen olayları anlatmaya başlarsa, mutlaka bazılarını unutacaktır ve diğerleri onu hatırlatacaktır. Eğer olayları olduğu gibi anlatan güçlü bir hafızaya sahip birisi varsa, ortaya çıkıp anlatsın. Birbirini yalancılıkla itham edenler ortaya çıkıp anlatsınlar. Ancak onlar mutlaka hata edeceklerini bilsinler. Onlar hataya düştüklerinde, bir kul olduğumuz için hata ettik diyeceklerdir. Ben onlara, “siz insan iseniz o zaman diğer taraf insan değil midir?” derim. Neden onları yalancılıkla itham ediyorlar? Bunu yapanlar hata işlemektedirler. Hata da değil ahmaklık yapmaktadırlar. Ahmaklık dedim çünkü, onların bu tutumunu, şeytan, cemaatin helak olması için bir silah olarak kullanır…
Ben bir keresinde bir cemaate gittim. Şu an o cemaat çok ihlaslıdır… Oraya gittiğimde aralarında birliğin olmadığını öğrendim. Onları çağırıp sorduğumda herkes, “aramızda hiç kırgınlık yoktur ve size yanlış bilgi verilmiştir” dedi. Ben “filanca, filanca neden mescide gelmiyor?” dediğimde, bana nedeni şöyle açıklandı: “Filanca, filanca ile ve filanca filanca ile tartışmıştır.” Ben onlara “aranızda gücenme varsa, birlikten ve cemaatten nasıl söz edilebilir?” dedim. Onlar ise, bunun, cemaatin değil fertlerin ayrılığı olduğunu söylediler. Ben onları barıştırdım. Onlar bunu basit bir olay olarak görüyorlardı. Onların küçük ve önemsiz zannettikleri, aslında çok büyük ve tehlikeli sonuçlar doğuran bir şeydi. Kısacası en ufak sözde dahi dikkatli olunmalı ve hemen başkasının yalancı olduğu fetvası yapıştırılmamalı. Sizler neden, lehinize olup, başkalarına da zarar vermeyen bir yolu izlemiyorsunuz? O da, sizin unutabileceğiniz gibi, diğerlerinin de unutabileceğini kabul etmenizdir. Böylece hiç kimsenin hakkı çiğnenmez…
Ne yazık ki çok az insan bunu dikkate alır. Eğer dikkate alırlarsa birçok fesat ve tartışma ortadan kalkar. Allahcc size bunu anlamayı ve başkalarını ayıplayacağınız yerde, kendi nefsinizi sorgulamayı nasip etsin.
[1] Tâ Hâ Suresi, ayet 116
[2] Bakara suresi, ayet 144
[3] Buhari, Kitab Fezailü’n Nebi


